DOKTOR ARILAR

Dr. Halis Ç. DEMİRCAN cetindemircan2@hotmail.com.tr

 

Gel ey benim diyen kişi, arıdan öğren her işi,

Hattâ gelişi gidişi hıyâr u ıztırârı gör.

 

Sa‘y u ‘amelle bir meges, olur bize mededres,

Nerde bizde böyle heves, âr et arıdan ârı gör.

 

Bir arıdaki bâle bak, bir de sendeki hâle bak,

Niçün verilmiş el ayak? Su‘âl-i Kirdgâr’ı gör.

 

Arı gibi vızır vızır, çalış vatana ol Hızır,

Sakın bastırma bir hınzır, hele gel arıları gör.

 

«Şifâeyn»den alıp şifâ, Abdülkādir et istişfâ,

Arama başkaca şifâ, bununla Hakk’a varıgör. 

 

(Arı Öğüdü, hattat, şair Abdülkādir Efendi (1299/1881-1386/1967)

 

Üniversite yıllarıydı… Tatillerde fırsat buldukça birkaç arkadaş bir araya gelip gezilere çıkardık.

 

O yıl da üniversitemizin Sapanca Gölü kıyısındaki Su Ürünleri Fakültesi tesislerinde konaklıyor, tabiat yürüyüşlerine çıkıyorduk.

 

Bu yürüyüşlerden biriydi; Maşukiye taraflarına kadar dağlardan, tepelerden yürümüş, tekrar tesislere dönüyorduk.

 

Ben çok yorulduğum için arkada kalmıştım. Arkadaşlarım benden bayağı ileride idiler.

 

Bir tepeden aşağı hızla inmeye çalışıyordum, yerler tamamen eğrelti otlarıyla kaplıydı. Bastığım yeri görmeden paldır küldür gidiyor, arkadaşlara yetişmeye çalışıyordum.

 

O sırada bir çatırtı koptu ve ben yerde yuvarlanmaya başladım, kendimden geçmişim…

 

Kendime geldiğim zaman; bir kulübenin içindeydim ve etrafımda arılar uçuşuyordu, gayr-i ihtiyârî tedirgin oldum ve kalkmaya çalıştım.

 

O sırada onun sesiyle irkildim.

 

Sesin geldiği tarafa baktım; 60’lı yaşlarda bembeyaz sakallı, kırmızı yanaklı, mavi gözlü bir ihtiyar amca bana bakıyordu:

 

–Korkma evlât! Sakin ol!

 

–Neler oldu!

 

–Kulübenin yanında bir çatırtı koptu ve senin sesini duyunca hemen koştum; çatağın içine yuvarlanmışsın, bayıldın herhâlde, seni kulübeye taşıdım, ne arıyorsun buralarda?

 

–Arkadaşlarla yürüyüşe çıkmıştık, ben geride kaldım.

 

–Biraz sonra arkadaşların merak eder gelirler herhâlde. Önce tanışalım; benim adım Mustafa, Mustafa Amca diyebilirsin. Ne taraftan geliyorsunuz?

 

–Biz İstanbul’da öğrenciyiz.

 

–Ben de İstanbul’da oturuyorum aslında. Alemdağ-Reşadiye köyünde, arıcılıkla uğraşıyorum.

 

İlkyazın buraya getiriyorum arıları, bu kulübeyi kiraladım, burada kalıyorum.

 

Buranın kestane balı güzel oluyor. Ayçiçeği zamanı Trakya’ya götürüyorum. Çiçek balı için böyle arılarla beraber dolaşıyoruz.

 

Ha bu arada o arılardan korkma! Onlar doktor arılar. Hani sülükleri duymuşsundur; insan vücuduna yapışınca hastalıklı bölgeden nasıl kan emiyorlarsa, bu arılar da hasta olan bölgeyi sokup zehirleriyle iyi ediyorlar. Onlar seni ayılttılar.

 

Kovandaki işleri de bu zaten. Arılar hasta oldukları zaman onların yanına gidip salgılarıyla onları iyileştiriyorlar, onun için ben onlara; «doktor arılar» diyorum. Bu arıların dünyası çok enteresan evlât!

 

Bu ilgi çekici bilgiyi ilk defa Mustafa Amcadan duymuştum.

 

O sırada arkadaşların sesi duyuldu, bana sesleniyorlardı.

 

Mustafa Amca onları karşıladı; içeri aldı, çay ikram etti, artık tamamen kendime gelmiştim, arkadaşlar; 

 

“–Artık dönelim tesislere!” dediler ama ben kalıp Mustafa Amcanın arılarla alâkalı hikâyelerini ve nasıl arıcı olduğunu dinlemeye kararlıydım, nitekim orada kaldım.

 

Arkadaşlarım gittikten sonra Mustafa Amca anlatmaya başladı:

 

–Bak evlât, Kur’ân-ı -azîmüşşân-’da bile arılarla, balla ilgili âyetler var. Misal;

 

“Ve Rabbin bal arısına şöyle ilham etti: 

 

«Dağlardan, ağaçlardan ve insanların kurdukları çardaklardan kendine yuvalar edin!

 

Sonra her türlü besleyici ürünlerden ye; Rabbinin koyduğu kanunlara boyun eğerek çizdiği yollardan git!» 

 

Onların karınlarından, farklı renk ve çeşitlerde şerbet (kıvâmında bir sıvı) çıkar ki, onda insanlara şifâ vardır. 

 

İşte bunda da düşünen bir topluluk için açık delil bulunmaktadır.” (en-Nahl, 68-69) 

 

Ayrıca balın şifâlı olduğuna dair, bazı hadisler de rivâyet edilmiştir. 

 

Meselâ; 

 

Peygamber Efendimiz bir hadîs-i şerîfinde;

 

عَلَيْكُمْ بِالشِّفَاءَيْنِ الْعَسَلِ وَالْقُرْاٰنِ

 

“Şu iki şifâlı şeye devam ediniz: Kur’ân ve bal.” buyurmaktadır. (İbn-i Mâce, Sünen, «Kitâbü’t-Tıb, Bâbü’l-Asel», nr. 3495, Riyad, 1404 [1984], II, 268)

 

Şair Abdülkādir Efendi, Arınâme adlı eserinde bu hadîse ithâfen şunları söylüyor:

 

İşte sana bir misal: Arıya bak, ibret al,

Ben sineğim dememiş, yoluna koymuş seri.

 

Onun için olmuş o, Hak yolunun refrefi,

Hep ona olmuş nasîb, mevhibe-i abkarî.

 

Örneği arıdan al, sa‘yi semeresi bal,

Arama başka misal, ol sen onun benzeri.

 

İki hediyye bize, tavsiye etmiş Rasûl,

Birisi Kur’ân onun, oku hemân, bal biri.

 

Biri onun rûhuna ruh verir diyen olur,

Biri dahî bahşeder cismine can cevheri.

 

Yani; “Hazret-i Peygamber bize iki hediyeyi tavsiye buyurdu; biri rûha, diğeri câna şifâdır.” diyor.

 

–Arıcılığa nasıl başladınız Mustafa Amca?

 

–Biz aslında orman köylüsüyüz evlât. Devletimizin bize tahsis ettiği; makta denilen ağaçları keser, işleriz. Ayrıca çiftçilik ve bahçecilikle uğraşırız.

 

Daha henüz arıcılığa başlamamıştım, bir gün bizim çocuk okuldan eve geldi ve ders çalışmaya başladı. Sesli olarak bir şiir ezberliyordu, şiir arılarla alâkalıydı. Çalışması bitince sordum; «Kim verdi bu şiiri?» diye.

 

“–Yeni gelen öğretmenimiz verdi.” dedi.

 

Şiir çok hoşuma gitmişti, bir gün okula gittim. Yeni gelen öğretmenle tanıştım, ona şiiri sordum. Öğretmen Bey; bana sarı kâğıtlara daktiloyla yazılmış bir deste verdi, üzerinde Arınâme yazıyordu. Teşekkür edip eve geldim ve hemen okumaya başladım. İşte benim arıcılığa başlamama sebep olan, bu hâdisedir. 

 

Ben arıcılığa başladım. Bizim çocuk da o öğretmen bey sayesinde sonra hâfız oldu, elhamdülillâh. Allah ondan râzı olsun.

 

“–Sana Arınâme’den bir şiir daha okuyayım.” deyip masanın çekmecesinden çıkardığı o iyice sararmış kâğıt destesinden, bir tane seçip okumaya başladı:

 

İnsanlar içün Rahmân, insâfı komuş mîzân,

Mîzansız olur hüsran, hüsrânı siler îmân.

Al eline bir Kur’ân, dikkatle oku ey can!

Bir sûrede saymıştır, in‘âmını bak Mennân.

 

Arıdan alıp örnek, sa‘y etmelidir insan,

İhsâna mükâfâtı, ancak oluyor ihsan.

 

Minhâc-ı saâdettir, arıdaki bu dernek,

Hüşyâr bulunanlar hep almalı güzel örnek.

İnsâna yaraşırken nâfi‘ ol’cak görenek,

Ne acı hacâlettir bunu arıdan görmek.

 

Arıdan alıp örnek, sa‘y etmelidir insan,

İhsâna mükâfâtı, ancak oluyor ihsan.

 

Meydâna gelen hey’et, öyle eser-i san‘at,

Ne mâla vü ne âlet, olmaz birine hâcet.

İnsânın olur elbet, cismine şifâ sıhhat,

Kalbine verir kuvvet, rûhuna verir safvet.

 

Arıdan alıp örnek sa‘y etmelidir insan,

İhsâna mükâfâtı, ancak oluyor ihsan.

 

Arıdan alıp ibret, ol mesleği tut sa‘y et,

Yolunda sebât eyle, Hak buyruğunu yap git!

Makbul hüneri öğren, altun bilezik tak git,

Öğrenmek için Kadrî, Çîn’e, Yemen’e kalk git!

 

Arıdan alıp örnek, sa‘y etmelidir insan,

İhsâna mükâfâtı, ancak oluyor ihsan.*

 

–Fazla söze ne hâcet! Görüyorsun Abdülkādir Efendi her şeyi ne güzel anlatmış.

Tabiî arıcılığa başladıktan sonra; arıların Allâh’ın verdiği ilham sayesinde, bizzat kendisinin ürettiği balmumuyla nasıl kendi yuvasını yaptığını izlemeye başladım. 

Âyet-i kerîmede zikredildiği gibi; «Her türlü besleyici ürünlerden; nektar denilen bal hammaddesi ve çiçek tozu toplayarak, bunları hem kendi tüketimi için, hem de bal ve balmumu yapmak için nasıl değerlendirdiğini. Bu arada meyve, sebze ve ekinlerde tozlaşmayı sağladığını ve bütün diğer böceklerin toplamından daha fazla iş yaptığını» gördüm.

Ayrıca doktor arıları, onların kovanlardaki davranışlarını izleyerek kendisinin keşfettiğini ve o arıları izole ederek kendi üzerinde denediğini de anlattı.

Mustafa Amcayla muhabbetimiz; kâh Arınâme’den okuduğu şiirlerle, kâh onların tefsiriyle bu minvalde devam etti.

Mustafa Amcayı tanıyınca; ondan arılar konusunda birçok şey öğrendiğim gibi, tabiî ballarından da nasiplendim.

Sonraki yıllarda hemen hemen her sene; Mustafa Amcayı köyünde ziyaret edip, ballarından almak nasip oldu.

Ancak birkaç ay önce; Mustafa Amca Hakk’ın  rahmetine kavuştu, arıları da öksüz kaldı. 

Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun.

Allâh’ım, bizleri afiyet içinde yaşat, afiyet içinde vefât ettir. Büyük fazlın ile afiyet içinde haşret.  

___________

* Ahmet KARATAŞ, «Hattat-Şair Abdülkadir Efendi’nin Arınâme’si» M. Ü. İlâhiyat Fakültesi Dergisi, 2014, sa: 46, s. 69-124.