Allah ve Rasûlü’nün Katında; İLMİN DEĞERİ

Dr. Naif ÖZKUL 

 

Rahmetli Necip Fazıl’ın bir konferansında şu hakikati / gerçeği dile getirmişti:

 

Hakikat / gerçek ‘tek’tir. O da Allah ve Rasûlü’nün bildirdiğidir. Yani vahiydir. Allah Teâlâ, kâinâtı yaratmadan önce varlığıyla bir ve tek idi. İns ve cin yoktu. Sonra kâinâtı, daha sonra insanı yarattı ve insana bilmediğini öğretti: 

 

عَلَّمَ الْاِنْسَانَ مَا لَمْ يَعْلَمْۜ

 

“İnsana bilmediği her şeyi öğreten O’dur.” (el-Alak, 5)

 

Yüce Rabbimiz, insanı akılla donattı. Böylece onu öğrenmeye, ilme müsait şekilde teçhiz etti. O hâlde «vahiy», ilmin tek ve mutlak kaynağıdır. 

 

Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’den sonra vahyi anlamaya yönelik, kütüphâneler dolusu çalışmalar ve gayretler görüyoruz: 

 

Tefsir, hadis, ilm-i kelâm, tasavvuf, usûl-i fıkıh, fıkıh gibi naklî ilimler… 

 

Bu ilimler daha sonra birer disiplin hâlinde sistemleştirildi. 

 

Bir diğeri de aklî ilimlerdir… Matematik, tıp, astronomi, fizik, kimya ve biyoloji gibi ilimler… 

 

Kur’ân-ı Kerim’de; 

 

اَفَلَا تَعْقِلُونَ

 

“Akletmez misiniz?”

 

اَفَلَا تَتَفَكَّرُونَ

 

“Hiç düşünmez misiniz?”

 

اَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ

 

“Hiç düşünmüyorlar mı?” gibi çok sayıda âyet-i kerîmenin varlığından anlıyoruz ki; akletmeye, düşünmeye ve ilim öğrenmeye büyük bir değer ve ehemmiyet verilmektedir. 

 

Naklî ilimler, doğrudan kaynağını vahiyden alan ilimler olduğu gibi, aklî ilimler de Allâh’ın bahşettiği akıl sayesinde, kâinattaki muhteşem dengeyi birtakım fizikî formüllerle ortaya koymakla tahsil edilir. Her iki ilmin mutlak sahibi Allah Teâlâ’dır. 

 

İbn-i Rüşd der ki:

 

“Aslında varlıklar üzerinde düşünmek, Yaratıcı’yı tefekkür etmek, dînin emridir. Yani vâcibdir.” 

 

Akıl, mükellefiyetin temelidir. İlim olmadan da amel yaşanmaz. Yani ilimsiz bir İslâmî hayat düşünülemez. Amel olmadan da ilim tamam olmaz. 

 

Şimdi; Medîne-i Münevvere’de dinlediğim bir hutbeden istifâdeyle Allah ve Rasûlü’nden âyet-i kerîmeler ve hadîs-i şeriflerdeki delilleriyle, ilmin ölçüye girmez değerini sizlerle paylaşmak istiyorum:

 

İlmin kaynağı vahiydir, dedik. Yani Kitap ve Sünnet… Nitekim hadîs-i şerifte buyurulur:

 

“Sözün en hayırlısı, Allâh’ın kitâbıdır. 

 

Yolların en hayırlısı, Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yoludur.” (Müslim, Cum‘a, 43. Ayrıca bkz. İbn-i Mâce, Mukaddime, 7)

 

Rabbimiz’in bize en büyük emir ve tavsiyesi «takvâ»dır. İlimde de takvâ zarûrîdir. 

 

Değerli Hocamız Osman Nûri TOPBAŞ’ın ifadesiyle:

 

“İlmin hakikati; Hakk’ın rızâsı istikametinde, takvâ ile yaşanmasıyla ortaya çıkar. Zira takvâ ile yaşanmayan bir ilim, âyet-i kerîmede de buyurulduğu üzere; «kitap yüklü merkep» misâli, mânâsız bir hamallıktan başka bir şey değildir.”

 

Yani bilgi hamalı olmak, insana hiçbir değer kazandırmaz.

 

Âyet-i kerîmede takvâ emir ve tavsiyesi şöyle buyurulur:

 

 وَلَقَدْ وَصَّيْنَا الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ وَاِيَّاكُمْ اَنِ اتَّقُوا اللّٰهَۜ

 

“…Sizden önce kendilerine Kitap verilenlere ve size; «Allâh’a karşı günah işlemekten sakının!» diye emrettik…” (en-Nisâ, 131)

 

İlim, ıslah vesilesidir. Kurtuluşun yoludur. Allâh’ın kullarına verdiği en yüksek lütuf, ilimdir. Nitekim Cenâb-ı Hak buyurur:

 

يَرْفَعِ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مِنْكُمْۙ وَالَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ دَرَجَاتٍۜ

 

“…Allah sizden inananları ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltir…” (el-Mücâdele, 11)

 

İlim, ahlâk ve fazîletlerin terazisidir. Zirvelere ulaştıran bir merdivendir. Hayalleri ve hedefleri gerçekleştiren esastır ve toplumları yükselten en mühim değerdir. 

 

Cenâb-ı Allah, bazı toplumlara ilim bahşetti ve onlar ileri gittiler. Bazı toplumlar ise o ilimden mahrum oldu, onlar ise geri kaldılar. 

 

Âyet-i kerîmede buyurulur:

 

قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذ۪ينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَۜ اِنَّمَا يَتَذَكَّرُ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ۟

 

(Rasûlüm!) De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür.” (ez-Zümer, 9)

 

Cenâb-ı Allah; gerçek ilim sahiplerini, yüce ismine yakınlaştırarak zikretmiş ve ilim ehline böyle bir ikramda bulunmuştur. Âyet-i kerîmede buyurulur:

 

شَهِدَ اللّٰهُ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۙ وَالْمَلٰٓئِكَةُ وَاُو۬لُوا الْعِلْمِ قَٓائِمًا بِالْقِسْطِۜ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُۜ

 

“Allah, adâleti ayakta tutarak (delilleriyle) şu hususu açıklamıştır ki, kendisinden başka ilâh yoktur. Melekler ve ilim sahipleri de (bunu ikrâr etmişlerdir. Evet) mutlak güç ve hikmet sahibi Allah’tan başka ilâh yoktur.” (Âl-i İmrân, 18)

 

Gerçek ilim ehli, haşyet ve takvâ ehlidir. Rabbimiz buyurur:

 

اِنَّمَا يَخْشَى اللّٰهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمٰٓؤُ۬اۜ

 

“Kulları içinden ancak âlimler, Allah’tan (gereğince) korkar.” (Fâtır, 28)

 

İlim ehli, hayır ve şeref sahibidir. Hadîs-i şerifte buyurulur:

 

مَنْ يُرِدِ اللّٰهُ بِه۪ خَيْرًا يُفَقِّهْهُ فِي الدّ۪ينِ

 

“Allah kimin hayrını dilerse; onu dinde anlayışlı, fakih yapar.” (Buhârî, İlim, 13)

 

İrşâd arayanlar, ancak ilim sayesinde doğru yolu bulabilirler. Hidâyete nâil olanlar, ilimle nurlanırlar. Âyet-i kerîmede, insanlar ilim ehline şöyle tevcih edilir:

 

فَسْـَٔلُٓوا اَهْلَ الذِّكْرِ اِنْ كُنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَۙ

 

“Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline / bilenlere sorun!” (en-Nahl, 43; el-Enbiyâ, 7)

 

وَتِلْكَ الْاَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِۚ وَمَا يَعْقِلُهَٓا اِلَّا الْعَالِمُونَ

 

“İşte Biz, bu temsilleri insanlar için getiriyoruz; fakat onları ancak âlimler düşünüp anlayabilir.” (el-Ankebût, 43) 

 

İlim talep etmenin fazîleti hakkında nice hadîs-i şerifler vardır:

 

“Bir kimse, ilim elde etmek arzusuyla bir yola girerse, Allah o kişiyi cennetin yollarından birine sevk eder. Melekler yaptığından hoşnut oldukları için, ilim öğrenmek isteyen kimsenin üzerine kanatlarını gererler. Göklerde ve yerde bulunan her şey, hattâ suyun altındaki balıklar bile âlim için Allâh’a istiğfâr ederler. 

 

Âlimin âbide üstünlüğü, dolunayın diğer yıldızlara olan üstünlüğü gibidir. 

 

Âlimler, peygamberlerin vârisleridir. 

 

Peygamberler, mîrâs olarak altın ve gümüş bırakmazlar; onlar ilmi mîras bırakırlar. Kim bu mîrâsı alırsa, büyük bir nasip almış olur.” (Ebû Dâvûd, İlim, 1/3641; Tirmizî, İlim, 19/2682. Ayrıca bkz. Buhârî, İlim, 10; İbn-i Mâce, Mukaddime, 17)

 

“Bir topluluk Allâh’ı zikretmek üzere bir araya gelirse melekler onların etrafını sarar; Allâh’ın rahmeti onları kaplar; üzerlerine sekînet iner ve Allah Teâlâ onları yanında bulunanlara över.” (Müslim, Zikr, 39, 38. Ayrıca bkz. Ebû Dâvûd, Vitir, 14; Tirmizî, Daavât, 7; İbn-i Mâce, Mukaddime, 17)

 

أَلَا إِنَّ الدُّنْيَا مَلْعُونَةٌ مَلْعُونٌ مَا ف۪يهَا، إِلَّا ذِكْرُ اللّٰهِ وَمَا وَالَاهُ، وَعَالِمٌ، أَوْ مُتَعَلِّمٌ

 

“Uyanık olunuz! Şüphesiz dünya mel‘undur / değersizdir, rahmetten uzaktır. Dünyada olan mal mülk de mel‘undur / kıymetsizdir. 

 

Ancak Allah Teâlâ’nın zikri ve O’na yaklaştıran şeylerle, âlim ve tâlib-i ilim olmak müstesnâdır.”
(Tirmizî, Zühd, 14. Ayrıca bkz. İbn-i Mâce, Zühd, 3)

 

Ne büyük ve ne muhteşem bir şeref! Bir mü’min, mutlaka bu şerefe yani ilme tâlip olmalıdır.

 

İlim;

 

Cennet ehlinin yollarını aydınlatan bir kandildir.

 

Yalnızlıkta dosttur. 

 

Düşmana karşı da bir silâhtır. 

 

Varılacak ulvî bir menzil ve makamdır. 

 

İlim; kalplerin hayat vesilesidir, basîretlere ışık tutan bir misbahtır. Kul ancak ilimle dereceler kazanır, hayırlı bir insan olur. Çünkü helâl ve haram, ancak ilimle bilinir. 

 

İlim talep etmek ibâdettir. Bilmeyen bir kişiye bir ilim öğretmek sadakadır. İlimle meşguliyet şu âyet-i kerîmede cihâd içinde sayılmıştır:

 

“Mü’minlerin hepsinin toptan sefere çıkmaları doğru değildir. Onların her kesiminde bir grup dinde (dînî ilimlerde) geniş bilgi elde etmek ve kavimleri (savaştan) döndüklerinde onları îkaz etmek için geride kalmalıdır. Umulur ki sakınırlar.” (et-Tevbe, 122)

 

İlim, eğitimin esası ve özüdür. Ancak ilimle ahlâk güzelleşir, mânevî kıymetler yerleşir. İlimle hatalar düzeltilir, anlayışlar yerine oturur, eğrilikler istikamet kazanır. Tabiî bu temeli elde etmek için, sebat ve derinleşme ister. 

 

Zamanımızdaki gibi fitneler ve sıkıntılı zamanlar üst üste geldiği zaman; evlâtların ve nesillerin eğitimine, terbiyesine ve tahsiline büyük ihtimam göstermek gerekir. Çünkü anne-babalar, evlâtlarının dînî eğitiminden şer‘an mes’uldür. Bu husustaki mes’ûliyetimizi anlatan hadîs-i şerif meşhurdur:

 

“Hepiniz çobansınız. Hepiniz güttüğünüz sürüden sorumlusunuz. 

 

Âmir memurlarının çobanıdır. 

 

Erkek ailesinin çobanıdır. 

 

Kadın da evinin ve çocuğunun çobanıdır. 

 

Netice itibarıyla hepiniz çobansınız ve hepiniz idare ettiklerinizden sorumlusunuz.” (Buhârî, Cum‘a, 11, İstikrâz, 20, Itk, 17, 19, Vesâyâ, 9, Nikâh, 81, 90, Ahkâm, 1; Müslim, İmâre, 20. Ayrıca bkz. Ebû Dâvûd, İmâre, 1, 13; Tirmizî, Cihâd, 27)

 

Bu mes’ûliyetin gereğini îfâ için; evlâtlarımızı güzel yönlendirmeliyiz, onlara faydalı nasihatlerde bulunmalıyız, onlardan habersiz kalmamalı, vaziyetlerini, arkadaşlarını ve gönül dünyalarını kontrol etmeliyiz. Eğitim programlarını incelemeliyiz. 

 

Maddî durumumuz iyi ise; dînî eğitim müesseselerindeki şartların daha iyi, daha elverişli hâle gelmesi için imkân nisbetinde omuz vermeli, destek olmalıyız. Neslin eğitimiyle meşgul olan hocalara, muallimlere duâmızı ve moral desteğimizi de eksik etmemeliyiz. 

 

Unutmamalıyız ki;

 

Emr-i bi’l-mâruf, İslâmî ilimlerin tahsili gibi vazifeler, Cenâb-ı Hakk’a yaklaştıran en güzel ibâdetlerdendir. Kalıcı olan sâlih amellerdendir. Bu güzel hizmetlerin, öldükten sonra bile kesilmeyen bir ecre vesile olduğunu şu hadîs-i şeriften öğreniyoruz:

 

“İnsan ölünce, şu üç ameli dışında bütün amellerinin sevâbı kesilir: 

 

Sadaka-i câriye, 

 

Kendisinden istifâde edilen ilim, 

 

Arkasından duâ eden hayırlı evlât.” (Müslim, Vasiyye, 14; Tirmizî, Ahkâm, 36)

 

O hâlde evlâtları yetiştirmek için sebeplere sarılmalıyız: Boş vakitlerini hayırlı faaliyetlerle doldurmalıyız. Onları hayra ve ilme teşvik etmeliyiz. Kur’ân okumayı sevdirmeliyiz. Meşakkatlere sabretmeyi öğretmeliyiz.

 

Eğitim erbâbına da şunları söylemeli:

 

Yeni nesiller size emânettir. Size zimmetlidir. Ümmetin ve milletin istikbâli sizin mes’ûliyetinizdedir. Aman bu vazifede bir ihmal göstermeyin!

 

Bu nesillere, îmânı ve güzel ahlâkı birer tohum gibi ekin. Onlara ilmi sevdirin. Eğer muvaffak olursanız onların ecrinden de ecre nâil olursunuz. Hadîs-i şerifte buyurulur:

 

مَنْ دَعَا إِلٰى هُدًى كَانَ لَهُ مِنَ الْأَجْرِ مِثْلُ أَجْرِ مَنِ اتَّبَعَهُ لَمْ يَنْتَقِصْ مِنْ أُجُورِهِمْ شَيْئًا

 

“Hidâyete davet eden kimseye, kendisine uyanların sevâbı kadar sevap verilir. Bu onların sevaplarından da hiçbir şey azaltmaz.” (Müslim, İlim, 16)

 

Ne mutlu sizlere!

 

Siz peygamberlerin vazifesini sürdüren vârislersiniz! Zira peygamberler, muallim olarak gönderilmiştir. 

 

İlme hizmetinizden dolayı ne mutlu size! Tebrikler size!

 

Yâ Rabbî!.. İlmimizi artır!

 

Faydasız ilimden Sana sığınırız. Bize faydalı ilmi, sâlih ameli, takvâlı yaşayışı, ihlâslı niyeti nasip buyur! Âmîn…