TEBLİĞ ve İRŞADDA ÜSLÛP

Doç. Dr. Mustafa CANLI canli20@hotmail.com

BİR HADİS:

                              عَنْ أَب۪ى مُوسٰى قَالَ : كَانَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ ،

 

 إِذَا بَعَثَ أَحَدًا مِنْ أَصْحَابِهِ فِى بَعْضِ أَمْرِهِ قَالَ :

 

« بَشِّرُوا وَلاَ تُنَفِّرُوا، وَيَسِّرُوا وَلَا تُعَسِّرُوا »

 

Ebû Musa -radıyallâhu anh-’tan nakledildiğine göre, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, bazı emirlerini yerine getirmesi için ashâbından birini vazifeli olarak gönderdiği zaman şöyle buyururdu:

 

“Müjdeleyin, nefret ettirmeyin; kolaylaştırın, zorlaştırmayın!” (Müslim, Cihâd ve Siyer, 6)

 

BİR MESAJ:

 

“Şefkat ve merhamet ile insanları İslâm’a davet et! Müjdeleyici ol, nefret ettirme! Kolaylaştır, zorlaştırma!” 

 

 

“Allâh’ın rahmeti sayesinde Sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın; onlar Sen’in etrafından dağılıp giderlerdi.”
(Âl-i İmrân, 3/159)

 

 

 

Rasûl-i Ekrem Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Yemen’in Cened valiliğine tayin ettiği Muâz bin Cebel -radıyallâhu anh-’a bazı tavsiyelerde bulunduktan sonra beraberinde gönderdiği Ebû Musa el-Eş‘arî Hazretleri’ni uğurlarken son tavsiyesi şu olmuştu: 

 

“Müjdeleyin, nefret ettirmeyin; kolaylaştırın, zorlaştırmayın!”

 

Müjdeleyici olma, nefret ettirmeme, kolaylaştırma, zorlaştırmama…

 

Bunlar bir davetçinin veya bir eğitimcinin tebliğ ve irşadda, eğitimde riâyet etmesi gereken çok mühim esaslardır. Aslında bu esaslar; iyilikleri emretmek, kötülüklerden de kaçındırmak vazifesi ile vazifeli olan her müslüman için geçerli olan esaslardır.

 

Her konuda üslûp çok mühimdir. Ancak doğrudan insanlar üzerinde tesiri olan konuşmada üslûp daha da ehemmiyetli bir mevzûdur. Zira Yûnus Emre’mizin işaret ettiği gibi; insan bir söz söyler kavgayı bitirir, bir söz söyler canından olur. Onun için sözü; nerede, nasıl söyleyeceğimiz çok mühim bir iştir. 

 

Her işte olduğu gibi tebliğ ve irşadda da en önce ihlâs ve samimiyet çok mühimdir. Davetçi işe kendinden başlamalı, konuştukları ile amel etmelidir. Bu, kıyâmete kadar geçerli bir prensiptir. Aksi takdirde hem söylediklerinin tesiri olmaz hem de günaha girmiş olur. Sevgili Peygamberimiz; ashâbına, yapmadığı şeyi söylememiştir. Zira yapmadığını söyleyenler hakkında Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: 

 

“Ey îmân edenler! Niçin yapmayacağınız şeyleri söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz Allah katında gazaba sebep olan çok çirkin bir davranıştır.” (es-Saff, 61/2-3) 

 

“Kendinizi unutup da başkalarına mı iyiliği emrediyorsunuz?” (el-Bakara, 2/44)

 

Ebu’d-Derdâ Hazretleri’nin şu sözü de bu itibarla çok kıymetli bir sözdür:

 

“–(Câhil kalıp, öğrenmeyip) bilmeyene bir kere yazıklar olsun! 

 

•Bilip de bilgisine göre amel etmeyene yedi kere yazıklar olsun!” (Müttakî el-Hindî, Kenzü’l-ummâl, XVI, 221)

 

Tebliğ ve irşad vazifesini yüklenen kişiler, insanları usandırmamalı, lüzumundan fazla kelâmla muhatabını bıktırmamalıdır. Ayrıca dinlemeye arzulu oldukları vakitleri gözetmelidir. Nitekim Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; vaaz için uygun günleri kollar, bıkkınlık vermemek gayesiyle vaazını belirli zamanlarda yapardı. (Buhârî, Deavât, 69) 

 

Davetçi; polemiklere, siyâsî mülâhazalara girmeden temel mevzulardan bahsetmeli, insanlar arasında ayrışmalara sebep olacak hususlardan uzak durmalıdır. Evleviyetle insanları Allâh’a davet etmelidir. Bu aynı zamanda Hazret-i Peygamber’in en temel vazifesi olan ve her müslümanın da yapmakla mükellef olduğu tebliğ vazifesinin de bir gereğidir. 

 

Allah Teâlâ, şöyle buyurmaktadır: 

 

“Ey Peygamber! Biz Sen’i hem bir şâhid, müjdeci, uyarıcı ve hem de izniyle Allâh’a davetçi ve nur saçan bir kandil olarak gönderdik.” (el-Ahzâb, 33/45-46)

 

Rabbimiz âyet-i kerîmede insanları hikmet ve güzel öğütlerle İslâm’a davet etmemizi emrediyor. (en-Nahl, 16/125)

 

Tebliğ ve irşadda en tesirli metotlardan biri de yumuşak bir üslûp kullanmaktır.

 

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Medine’ye hicretten sonra İslâm’a davet etmek üzere çevre beldelere elçiler vazifelendirmişti. Bir elçiyi de Yemâme reisi Sümâme bin Üsâl’e göndermişti. Sümâme, gelen elçiyi öldürtmek ister ancak bunda muvaffak olamaz ve yakalanıp Medine’ye getirilir. Mescid-i Nebevî’nin direklerinden bir direğe bağlanır. 

 

Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- onun yanına gelir ve; 

 

“–Ey Sümâme! İçinde taşıdığın (gerçek düşünce) nedir?” diye sorar. 

 

Sümâme;

 

“–Bendeki hayırdır yâ Muhammed! 

 

•Şayet öldürürsen, kan sahibi birini öldürmüş olursun. 

 

•İyi davranırsan, şükreden birine iyilik etmiş olursun. 

 

•Eğer diyet karşılığında mal istiyorsan hemen dile. Sana dilediğin kadar mal verilir.” der. 

 

Peygamber Efendimiz Sümâme’ye üç gün aynı soruyu sorar o da aynı cevabı verir. En sonuncusunda Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz;

 

“–Sümâme’yi serbest bırakın!” buyurur. Bu yumuşak tavır karşısında Sümâme, hemen mescide yakın bir hurmalığa giderek gusül abdesti alır sonra mescide gelir; 

 

“Eşhedü en lâ ilâhe illâllâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve rasûlüh.” diyerek müslüman olur ve ardından şunları söyler: 

 

“–Yâ Muhammed! 

 

Vallâhi, şu âna kadar yeryüzünde bana Sen’in yüzünden daha sevimsiz bir yüz yoktu. Şimdi Sen’in yüzün bana bütün yüzlerden daha sevimli oldu. 

 

Vallâhi, benim için Sen’in dîninden daha sevimsiz bir din yoktu. Dînin de benim için bütün dinlerden daha sevimli oldu. 

 

Vallâhi, benim için Sen’in beldenden daha sevimsiz bir belde yoktu. Şimdi belden de benim için bütün beldelerden daha sevimli oldu.”

 

Şüphesiz Sümâme’nin hidâyetine vesile olan şey, Sevgili Peygamberimiz’in İslâm’a davette uyguladığı yumuşak üslûp idi. Büyüklerimizin;

 

“Tatlı söz yılanı deliğinden çıkarır.” diye bir kelâmı vardır. Yumuşak üslûp, insanlar üzerinde daha tesirlidir. Hususiyetle İslâm’a davet konumunda olanlar için bu durum, daha da ehemmiyetlidir.

 

Mü’min, Firavun’a bile gitse yumuşak davranmaktan vazgeçmez. Yüce Allah, Hazret-i Musa ve kardeşi Hazret-i Harun’a hitaben şöyle buyurmuştur:

 

“Firavun’a gidin, çünkü o iyice azdı. Ona yumuşak söz söyleyin. Belki öğüt alır ve korkar.” (Tâ-Hâ, 20/43-44)

 

Davetçi; yumuşak bir üslûp kullanmalı, hoşgörülü, merhamet ve şefkatli bir yaklaşım sergilemelidir. Zira; 

 

“Rıfk (zarif davranış) işe güzellik katar, rıfktan (zarâfetten) yoksunluk ise, işi kusurlu kılar.” (Müslim, Birr, 78)

 

Yine Allah Teâlâ âyet-i kerîmede şöyle buyurmaktadır:

 

“Allâh’ın rahmeti sayesinde Sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar Sen’in etrafından dağılıp giderlerdi.” (Âl-i İmrân, 3/159)

 

Sevgili Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; ömrü boyunca insanlara yumuşak davranmış, getirdiği dîni tebliğde yumuşak bir üslûp kullanmıştır. Ümmeti olarak bizler de insanları hayra davet etmede, onları iyiliklere sevk etmede, O’nun sünnet-i seniyyesine uyarak yumuşak bir üslûp kullanmalıyız. Kürsüde vaaz edeninden, okulda öğretmenine kadar herkesin bu üslûba riâyet etmesi tesirli bir etkileşim için şarttır. 

 

İslâm’a davette sabır da mühimdir. Âyet-i kerîmede hayatta karşılaşılabilecek güçlüklere karşı sabır ve namaz vasıtasıyla Allah’tan yardım istenmesi tavsiye edilmiştir. (el-Bakara, 2/45) 

 

Hemen netice alınmayabilir. Değişim hemen olmaz, zaman ister. Onun için davetçi, sabırla insanları hayra davet etmeye çalışmalıdır.

 

İslâm’ın en büyük davetçisi olan Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; onca maddî ve mânevî işkencelere maruz kalmış ama asla ümitsizliğe ve karamsarlığa kapılmamıştır, hiçbir zaman dâvâsından vazgeçmemiştir. Amcası Ebû Tâlib’e söylediği şu sözler, O’nun kararlılığını göstermesi bakımından mühimdir: 

 

“Amca! Güneşi sağ elime, ayı da sol elime koysanız Allâh’ın yardımı gelene kadar yahut ben bu gaye uğrunda ölene kadar bu vazifemden asla vazgeçmem!” (İbn-i Hişâm, Sîret, II, 101) 

 

Tebliğ ve irşadda tedrîcîlik mühimdir.

 

Fahr-i Kâinât Efendimiz, Muâz bin Cebel Hazretleri’ni Yemen’e gönderirken ona bazı nasihatlerde bulunmuştur. Yemen halkını önce Allâh’a îman ve kelime-i şahâdete davet etmesini, eğer bunu kabul ederlerse, beş vakit namazın farz kılındığını bildirmesini, eğer bunu da kabul ederlerse, Allâh’ın kendilerine, zenginlerden alınıp fakirlere verilecek zekâtı farz kıldığını bildirmesini emretmiştir. (Ahmed bin Hanbel, 1, 233)

 

Davetçi bütün bu gayretlerinin sonunda; «Niye olmuyor?» diye kendini harap etmemelidir. Zira hidâyet Allâh’a aittir. Davetçi elinden geleni yapar. Âl-i İmrân Sûresi’nin yirminci âyet-i kerîmesinde Hazret-i Peygamber’in vazifesinin sadece tebliğ olduğu bildirilmektedir.

 

Bütün bunların yanında davetçi; inzâr etme vazifesini de ihmal etmemeli, muhatap kitleyi uyarıcı, onları intibâha getirici bir üslûp kullanmalıdır. Denge/itidal İslâm’ın en mühim ilkelerinden biridir. Unutulmamalıdır ki Rabbimiz, Kur’ân-ı Kerim’de hem cennetten ve cennet nimetlerinden bahsetmiştir, hem de cehennem ve cehennem azâbından bahsetmiştir.

 

Âyet-i kerîmede şöyle buyurulmaktadır:

 

وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا مُبَشِّرًا وَنَذ۪يرًا

 

(Rasûlüm!) Biz Sen’i ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.” (el-Furkān, 25/56)

 

“Sizden hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Âl-i İmrân, 3/104) âyet-i kerîmesinin fehvâsınca bütün müslümanlar, tebliğ ve irşadla sorumludur. Rabbimiz âyet-i kerîmede; 

 

“Sen öğüt ver/hatırlat! Çünkü öğüt, mü’minlere fayda verir.” buyuruyor. (ez-Zâriyât, 51/55)

 

Onun için mü’min bu vazifesini şefkat ve merhametle yapmaya çalışmalı ve insanları iyilik ve hayra davet etmeli, kötülüklerden de sakındırmalıdır.

 

Rabbimiz; cümlemizi uygun bir üslûp ile hayra davet eden, kötülüklerden de sakındıran sâlih kullarından eylesin!

 

Âmîn…