Maariften Maksat EĞİTMEK Mİ ÖĞÜTMEK Mİ?

Raif KOÇAK raifkocak@gmail.com

 

İnsanoğlu; diğer mahlûkattan ziyade, akıl ve idrak nimeti ile donanmış bir varlık. Diğer mahlûkat; Allah Teâlâ tarafından verilen sevk-i ilâhî îcâbı, annesinden doğarken veya yumurtasından çıkarken kendisine lâzım olan bilgilerle doğmakta ve bu şekilde hayatını devam ettirmektedir. 

 

İnsanoğlu ise; diğer mahlûkatın aksine, kendisine ömrü boyunca lâzım olan bilgileri ve alışkanlıkları kademe kademe öğrenmekte, hem kendini hem de çevresini geliştirip değiştirebilmektedir.

 

İnsanı eğitmenin ve ona belli şeyleri öğretmenin, insanlık tarihi kadar eski, çeşitli usûl ve metotları vardır. Bazı cemiyetler, ilâhî dinlerin ve Yaratıcı’nın gönderdiği usûl ve metotları esas alırken; bazı cemiyetler de kendi düşüncelerinden, tecrübelerinden ve ideolojilerinden faydalanarak, bu eğitim faaliyetini sürdürmektedirler. Bu faaliyet; yeryüzü var olduğu müddetçe, insanın ve cemiyetin ihtiyacı doğrultusunda kıyâmete kadar devam edecektir. 

 

İnsan tek yönlü değil hem dışa hem içe yönelik bir varlıktır. İnsanı eğitirken, önce insanın kendi nefsi ile sonra kendisini yaratan ile sonra içinde yaşadığı cemiyet, fert ve devlet ile olan münasebetlerini tam mânâsı ile idrâk ettirip; bu muhataplarına nasıl ve ne şekilde muamele etmesi gerektiğini hakkıyla öğretmek lâzım. İnsan; sadece dışa dönük, yani cemiyete göre yetiştirilme yoluna gidilirse; bu yetiştirilme onu; rûhundan habersiz, neden ve niçin yaratıldığını bilmeyen, sadece belli vazifeler için kurulmuş robot misali bir makine yapmaktan başka işe yaramayacaktır. Bunun aksine davranılıp, sadece içe dönük yetiştirilirse de yaşadığı cemiyetten kopuk, kendi için yaşayan, asosyal bir fert olacağından ne kendisine ne de yaşadığı çevreye faydası olan, problem bir insan yetiştirilmiş olacaktır. Dolayısıyla insanı eğiten sistemlerin, bu iki uç arasındaki dengeyi iyi hesaplaması ve buna göre hareket etmesi gerekmektedir. 

 

Modern zamanlar, birçok mefhumun mânâsını değiştirdiği gibi, eğitim ve öğretimin de mânâsını kendi lehine değiştirmiş bulunuyor. Lügatlerimize baktığımız zaman; eğitim; eğitmek, yetiştirmek, tâlim ve terbiye etmek mânâlarına geliyor. Bu tarife bir katkıda bulunacak olursak, eğitim; insanın fıtratında bulunan özellikleri geliştirme işinin adıdır, diyebiliriz. Öğretmek ise; bir kimseyi belli konularda yetiştirmek veya bir mesleği öğretme işi yani tedrisat mânâlarına geliyor. 

 

Eğitim ve öğretimin arasındaki ince çizgiyi bir mütefekkirimiz şöyle ifade ediyor:

 

“Öğretimin hedefi; insanı bir iş, bir meslek sahibi yapmak ve üretici duruma getirmektir. 

 

Eğitimin hedefi, insana meslekî bilgiler kazandırmak değildir. Kendi kendisini nasıl daha iyi yöneteceğini öğretmektir. İyi insan, iyi vatandaş olarak yetişmesini sağlamaktır.” 

 

Eğitim; bir cemiyetin inancını, ideallerini, ahlâkını, geleneklerini, hâsılı geçmişinden gelen ne kadar kıymeti varsa o değerleri yeni nesillere aktarmanın en önemli unsuru olmalıdır. İçinde bulunduğu cemiyetin değerlerine ters düşerek, inanç ve düşüncelerine engel koyarak; belli bir kalıp içerisine insanları sıkıştırmak, bir fabrikadaki bant sisteminde aynı mamulü seri imalât ile üretmeye benzemektedir. Eğitim; sınırlanan değil, düşünen, sorgulayan, inceleyen ve araştıran insan yetiştirme işidir. Bu işi ideolojik yaklaşımlarla; «Sadece bizim izin verdiğimiz kadar düşünebilirsiniz ve bizim çizdiğimiz sınırlar içerisinde araştırma yapabilirsiniz.» demek, insanın fıtratına müdahale etmektir. 

 

İnsanı yaratan Allah Teâlâ, sonsuz ve sınırsız gücü olan bir ilâh. Yarattığı kâinat, insanın aklını ve idrak sınırlarını zorlasa da; hem kâinâtın hem de kendisinin kudret ve azametinin bilinmesini istediği için insanı düşünmeye ve tefekkür etmeye sevk ediyor. 

 

O hâlde, insana; neden yaratıldığını, ne için yaratıldığını ve nereye gideceğini öğretmek, eğitimin ve öğretimin asıl maksadı olmalı. Bunlar öğretilmez ve insan başıboş bırakılarak, birtakım maddî kazançlar, akademik unvanlar ve diplomaların ana hedef olduğu bir eğitim modeli benimsenirse, bugün yaşadığımız sıkıntıların gün geçtikçe artmasının ve cemiyetine yabancı nesillerin yetişmesinin kaçınılmaz olacağı gün gibi âşikârdır. 

 

Eğitimde en önemli unsur, çevresine örnek olacak insanlar yetiştirmektir. İyi insanlar yetiştiren, örnek insanların bulunduğu bir çevrenin en kaliteli eğitim müessesesinden daha etkili olduğunu örnekleri ile müşâhede etmekteyiz. Yolda yürümenin, bir yerde oturmanın kalkmanın, konuşmanın ve susmanın, vasıtaya binmenin ve ne şekilde yolculuk yapılacağının, telefon ile nasıl konuşulacağının; merhametin, vefânın, tevâzuun, rikkatin, nezâketin, sadelik ve güzelliğin, insan hâlinden anlamanın; okulu, mektebi, kursu yok. Bunlar ancak yaşanarak ve örnek olunarak öğretilen kıymetler. 

 

Allah Teâlâ’nın bazı insanlara verdiği firâset ve basîret hususiyeti, tehlikeyi önceden görmek ve ona göre tedbir almak hususunda cemiyetler için büyük nimet. Ama, o insanların îkazını anlamak ve dinlemek de ayrı bir nasip olsa gerek. İşte böyle firâset ehli bir zâtın şu tespiti, bugün içinde bulunduğumuz hâlin özetini veriyor:

 

“Eğitim, son derece karmaşık (kompleks) bir iştir. Bastır parayı, yetiştirilsin. Öyle yağma yok! Öyle davranırsan, alacağın birinci eğitim neticesi, çocuğu; «her şeyin parayla mümkün olacağı» saplantısına sürüklemektir. Ve bu hâl, aynı zamanda «maksadı» da belirler. Eğitimin yegâne vasıtası bu ise, amacı da o olur.” (Ahmed Selim) 

 

Özetle diyor ki mütefekkirimiz: 

 

“Paralı eğitim, para için eğitimi getirir. Bu bir sebep ve sonuç münasebetidir.” 

 

«Devletin bu kadar okulu, mektebi ve imkânı var. Neden arzu edilen insanı yetiştiremiyoruz? Neden üniversitelerimiz dünya ölçeğinde başarı elde edemiyor? Neden hâlen daha kaynaklarını kullandığımız ecdâdımızın ölçeğinde âlim-ulemâ yetiştiremiyoruz?» diye sorgulayınca, şu yukarıda verdiğimiz tespite takılıyor her şey. 

 

Şimdi dönüp; «Ne yapmamız gerek?» diye kendimize sorunca. 

 

Eğitimi dünyanın en kaliteli müessesesi olan aileden başlatmak; anneyi yeniden ait olduğu yere, yani cemiyetin temel taşını koyan mimar fonksiyonuna getirip, sevgi ve şefkat eğitimi ile yeniden başlamak. 

 

İnsanın içinde olan cevheri korumak. Onun fıtratını muhafaza ederek, çevresinden gelecek her türlü saldırıya karşı yaratanın ona yüklediği en büyük vazifeyi hatırlatmak. 

 

Dünya üzerinde okuyabileceği veya bitireceği en zirve okulların bile, Allah Teâlâ’nın ilmi karşısında zerre mesâbesinde olduğunu öğretmek ve acziyetinin farkında olmasını sağlamak. 

 

İnsan olarak doğmanın yeterli olmadığını, asıl maksadın insan kalmak ve son nefesine kadar Allâh’ın kendisine verdiği vazifeye uygun davranarak ömrünü tamamlamanın asıl gaye olmasını sağlamak, diye sıralayabiliriz.

 

Bu iş o kadar kolay değil elbette. Eğitim denince sadece okulla ve aile ile sınırlı çerçeve yok karşımızda. Ne kadar özenseniz ve gayret etseniz de güçlü rakipleriniz var. Sokaklar var, televizyon var, internet var ve sosyal medya diye bir musîbet var. Bir tuşla yeryüzündeki her türlü rezâlete tanık olmanız mümkün. Nasıl ki çağın teknolojik imkânlarına zarar gelmesin diye virüs yazılımları yapılıyorsa, biz de insanlara bulaşan bu virüslerden, evlâtlarımızı muhafaza etmek için var gücümüzle mücadele etmeli ve Allah Teâlâ’nın bize gönderdiği ölçüleri hayatımızın ana mihveri hâline getirmeye gayret etmeliyiz.

 

Allah Teâlâ ihlâs ile yapacağımız gayretlerimizi artırsın ve hem bizi hem nesillerimizi dosdoğru yolundan ayırmasın. Âmîn…