BÜTÜN OKULLARDA DÎNÎ EĞİTİM ŞARTTIR

Nurten Selma ÇEVİKOĞLU nurtencevikoglu@hotmail.com

 

Eğitim hususu, bizim memleketimizin senelerdir kanayan yarasıdır. Neredeyse yüz yıldır istenen, özlenen eğitim sistemi; ne yazık ki bir türlü tesis edilemedi. Tabiî bunda, burada bahsedilemeyecek kadar uzun sebepler var. Bir eğitimci olarak her zaman söyleriz, yazarız yine yazacağız, eğitimdeki eksiklikler ve bozukluklar insana yansıyor, insan da ülkenin aslî unsuru olduğuna göre, «insanın iyi yetişmesi adına, eğitim bizim en aslî problemimizdir» diyoruz. Efendim; eğitim sistemimizin, mutlaka bizim değerlerimize göre oluşturulması şarttır. Bu konu, bu ülkenin, en temel meselesidir. 

 

Bilindiği üzere eğitimin hedefi, insanın ihyâsıdır. İnsanın ihyâsına, yani ahlâkî yönden donanımına ehemmiyet vermemek, bir neslin mahvolması demektir, mesele bu kadar nettir. Millî Eğitim işini yürütenler; eğitimden çok, öğretimin gereklerini yerine getirmek maksadıyla, formalitelerin arasında kalarak, eğitim gibi ciddî bir konuyu ihmal etmişlerdir. Diğer yandan eğiticilerin; eğitici vasfını taşımadıkları, ahlâkî erdemleri yaşamadıkları için, öğrencilerine ahlâkî fazîletleri yansıtamadıkları ortadadır. Öğretmen kendi ahlâklı olacak ki, ahlâklı nesil yetiştirsin. Öğretmen vasıfsız olunca; elbette öğrencide; öğretmene, hocalara, büyüklere saygı diye bir husus kalmıyor. Hâlbuki nesillere saygı, hürmet hattâ edep her şeyden önce verilmesi gereken kıymetli bir haslettir. Bunlar bizim temel mânevî ve kültürel değerlerimizdendir. Memleketimizin bir mütefekkiri diyor ki: 

 

“İnsanımıza bugün yalnızca «edep» ölçüsünü veriniz, sadece bu haslet bile insanlardaki ahlâkî savruluşun önüne geçmeye yeter.” Çok doğru! Biz de aynı kanaatteyiz. Edep, îmânın en güzel süsüdür. Edep; hiçbir kuyumcunun kıymet biçemediği, en değerli ahlâk mücevheridir. İnsan, edep kokmalı. İnsan; hayatın yalnızca edep kısmını kavrasa, emin olun hayatını en doğru şekilde ikāme ettirecektir.

 

Yaşadığımız devirde; yüce dînimizin koyduğu ölçülere göre hayatımızı biçimlendirmek, nefislere zor geliyor, zira etrafımız nefse hoş gelici şeylerle çevrili. Bir yandan dînin pek çok rüknünü yerine getirme imkânı olduğu hâlde keyfine göre hayat sürdürenler, bir tarafta dîni yaşamak için tahammülü zor işkencelere uğrayıp acı çekenler (Uygur Türkleri, Arakanlılar…); bir tarafta yüce Yaratıcı’nın arzında O’nun sahibine âsî olanlar… Canları nasıl istiyorsa, öylesi bir serbestiyet içerisinde; âdeta günlerini gün ederek vur patlasın, çal oynasın tarzında hayat geçiriyorlar. Bu kadar serbestlik olamaz; her şeyin bir ölçüsü, bir dengesi olmalıdır. 

 

Bir de istismarcıların farklı bir boyutu var. Onlar, toplum hayatındaki açıklardan derhâl giriyorlar. Neyi ifsâd etmek istiyorlarsa; hemen hızlı bir dalışla, medya yoluyla bir algı operasyonu ile, istenilen hedefe ulaşmak için yoğun tuzaklar kuruyorlar. Geleceğe dair yıkmak istedikleri ne varsa; büyük eforlar sarf ediyor, nihayet yıllar sonra bile olsa, maksatlarına mutlaka ulaşıyorlar. Eski sâlih, ârif, ilim erbâbı güzel mü’minler şimdi olsaydı; bugünkü müslümanların hâline bakarak; 

 

“Vah size, nasıl bu hâle geldiniz? Gerçekten siz müslüman mısınız?” diye sorarlardı. Yani hâlimiz hiç müslümana yaraşır vaziyette değil. Bu bozuk hâl bile fitnecilere yetmiyor, bizi daha da bozmak için uğraşıyorlar. Biz; «Bütün okullara imam hatip okullarının müfredâtı konsun!» derken; adamlar, ne idüğü belirsiz sahte bir şeyh bozuntusunu «tâcizci» diye ortaya atıyorlar, ortalık çalkalanıyor. O rezil şeyh bozuntusunun yaptığı bir pespâyelikten dolayı; bütün tarîkatlar, şeyh efendiler ve dahî imam hatipler yargılanıyor. Neticede halkın dînî şahsiyetlere, dînî müesseselere itimadı kalmıyor. Adamların istediği de bu değil mi? Tertemiz, şerefli, ahlâklı, doğru, dürüst bir nesli dillerine dolayan, aşağılık insan müsveddeleri var etrafta.

 

Bazen şu küçücük aklımızla; 

 

“Bu kadar pisliğe, rezilliğe, günaha Cenâb-ı Hak nasıl sabrediyor? Böylesi inkâr bataklığında yüzenleri, Mevlâ hâlâ nasıl yaşatıyor?” diyesimiz geliyor. Ammâ, Allah -azze ve celle- «es-Sabûr» ism-i celîliyle, «günahkârlara mühlet veriyor», «belki pişman olurlar», diyerek acele etmiyor. Gücü yettiği hâlde onları kahretmiyor. Âyet-i kerîmede onlar için;

 

“Eğer Allah; insanları zulümleri yüzünden cezalandıracak olsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat onları takdir edilen bir müddete kadar erteliyor. Ecelleri geldiği zaman onlar, ne bir saat geri kalabilirler ne de öne geçebilirler.” (en-Nahl, 61) buyuruluyor.

 

Ne yazık ki bugün müslümanlar, geçmişte kavimleri helâk eden suç ve günahların hepsine bulaşmış vaziyetteler.  Bu sonuçta, eğitim bozukluğunun büyük payı vardır. Eğitim programında günah-sevap, helâl-haram hususlarını kimsenin önemsediği yok. Ebedî hayat olan âhiret hayatı, yaşantının dışına itilmiş vaziyette; insanlar için asıl önemli olan, bu fânî dünya hayatı olmuş. Sosyal hayatta öyle açık, net ve alenen günahlar işleniyor ki; bir müslüman olarak gerçekten âdeta kanımız donuyor, içimiz titriyor, vicdanımız sızlıyor. Zinâ yapmak serbest, fuhuş serbest, her türlü ahlâksızlık sokaklarda ulu orta serbest… LGBT ve diğer sapkınlıkların yayılması ve meşrû olması için bu pislikleri savunan soytarılar, seslerini yükseltiyorlar… Yalan söylemek, iftira atmak, şirk koşmak, büyü yaptırmak, haram yemek, piyasada geçinen her insanın normal gördüğü şeylerden… «Kumar oynamak, fâiz yemek, içki içmek, uyuşturucu kullanmakta ne var?.. Kişinin kendi tercihi, insan istediği gibi hayatını yaşar, kime ne?» deniyor. Emânete hıyânet etmek, insanları çekiştirmek, lâf taşımak, insanları birbirine düşürmek, insanları küçük görüp aşağılamak hep yapılagelen temel ahlâk kalitesizlikleri… Bunlar yetmedi… Bir de geçenlerde mukaddes kitâbımız şerefli Kur’ân’a yapılan saygısızlık bizleri perişan etti. 

 

Yazık oldu bütün bir nesle, yazık oldu bütün bir insanlığa… 

 

Kur’ân’ı ve sünnet-i Rasûlullâh’ı önemsemeyenlerin hâli sonuçta buydu. Büyükler bunu gördü ve hep müslümanları uyardılar. Ancak o uyaranlar da; geçmişte idam sehpalarına çıkarıldı, hapishânelere konuldu, diğerleri de bir şekilde susturuldu. Hâlbuki işlenenlerin hepsi, dînin koyduğu büyük günahlardı. Peki, ne oldu? İşte netice ortada; duyarsız, hissiz, ahlâkî özelliklerini yitirmiş, iffet ve nâmus anlayışını bitirmiş, yoz bir nesil ortaya çıkardılar.

 

Yazık oldu bütün bir nesle!

 

Prof. Dr. Teoman DURALI Beyin, bir röportajında; İmam hatip okullarının müfredat programının, umumîleştirilip bütün okullara uygulanması gerektiğine dair fikirleri serdedilmişti. Bu bölümü istifadenize sunmak istiyoruz:

 

“… Bölünme içten içe büyüyor. Eğitimde birliği sağlamak lâzım bunun için… Şimdiye kadar bu, din eğitimini yasaklamak sûretiyle sağlanıyordu; şimdi, din ile dünyayı birleştirmek zorundayız. İmam hatip okullarının müfredâtının umumîleştirilip bütün okullara uygulanması gerektiğini savunmuşumdur hep, en başta askerî okullara… Disiplin, hayatın her alanında gerekli bir şey. Askerlikte dış disiplin veriliyor. Din, iç disiplini sağlıyorİç disiplin sağlanmadan dış disiplin kabuktur… Şart olan şey, yetişenin din bilgisiyle donanmış olmasıdır. Bu sadece dindar yetiştirme bâbında değil; dinsiz olacaksa da, niye dinsiz olduğunu bilsin… Bizim en önemli birleşme noktamız, çimento harcımız dindir. Müslümanlığı; gericilik, kötülük diye damgalarsanız, sonunda bu noktaya geliriz. Müslümanlığın yerini tutacak başka hiçbir harç yoktur…”

 

İmam hatip okullarının müfredâtında, güzel dînimizin ölçülerini tanıtıcı; Kur’ân, tefsir, hadis, siyer, kelâm, akāid, fıkıh, İslâm tarihi gibi çok güzel dersler var. Hoş bunlar da ucundan-kıyısından kırpıla kırpıla veriliyor, ama olsun. Bu derslerde verilenler, her müslümanın bilmesi gereken ana, temel bilgilerdir. Tabiî bu dersleri veren hocaların anlattıklarıyla, amelleri birbiriyle uyumluysa ne âlâ… O zaman ortaya ne güzellikler çıkar! Şu yoz hâliyle bile en azından; vicdanlı, doğru, dürüst, çalışkan, yardımsever, vatanı ve milleti için fedâkârlıkta bulunan insanlar, genellikle imam hatiplilerden çıkıyor. İmam hatipli; terörist, tâcizci, hak yiyen insan zor görülür. Olsa da tek tüktür. Onlar da; «İstisnâlar kaideyi bozmaz.» cinsinden değerlendirilir. 

 

Ayrıca başarı aritmetiği yönüyle de, imam hatip liseleri hızla yükseliştedir. Bu yıl üniversite giriş imtihanlarında başarı gösteren, ilk 100 kişiden 57’si imam hatip mezunudur. İlk bin kişiden 436’sı imam hatipli. Bu neyi gösteriyor? İmam hatip liselerinde, dînî ilimler ve fen bilimleri birlikte okutuluyor. İslâm, ilim dînidir. İlk emir; «Oku!» ile başladı. Yani okumak hem emirdir hem ibâdettir. Okumak derken, maksat sadece şerefli Kur’ân’ı okumak değildir. Kâinat kitabını okumak da, ilimdir. Tabiî onun içine, kevnî ve fennî bütün ilimler girmektedir. Dînî ilimler, fennî ilimlerden ayrı düşünülemez. İkisi birbiriyle iç içedir. Böyle olduğunda müslümanlar dünyaya hükmetmişlerdir. Bugün de böyle olmalıdır.

 

Bu âciz kardeşiniz; milliyetçi, muhafazakâr bir ailenin çocuğu olarak, lise yıllarında tarih dersinde okutulan -bilgi diye zerk edilen- zehirlerle İslâm muârızı biri olmuştum. Hakikatleri sonra sonra öğrendim. Tıpkı benim gibi, bu dinsiz eğitimle yetişen nesli düşününüz. Gençlere; «Din, bizi geri bırakan yobazların, gericilerin sahiplendiği şeydir.» diye gösterildi. Evlâtlar, annelerinin başörtüsünden utandı. İmam hatipliler, okullarının ismini söylerken çekindiler. Şükür bugünlere gelindi. Ama yetmez. Her ne kadar lâik eğitim sisteminden, vesâyet odaklarından çekinilse de; artık din eğitimi konusunun bütün okulların bünyesine girmesi hususu, cesurca bilhassa medyada tartışılmalıdır. 

 

Araştırmacı yazar Abdullah YILDIZ Bey, Ali İhsan KAVAKLI Beyler de, aynı konuya yönelik yazılar kaleme aldılar. Abdullah YILDIZ Bey bir yazısında; 

 

“Müslümanlıkla yoğrulan yurdumuzda hem kendimize yabancılaşmayı, hem de zihnî, kültürel ve sosyolojik olarak parçalanmayı önlemek için kadîm İslâmî değerlerimizi merkeze alan (D. Mehmet DOĞAN’ın ifadesiyle) bir maarif reformuna âcilen ihtiyaç var. Sadece öğretimi esas alan değil; kökleri İslâm’da olan, tâlim ve terbiyeyi, irfan ve hikmeti, eğitim sisteminin temeline oturtan bir maarif inkılâbı zarûrîdir. Zira -yukarıda verdiğimiz- merhum Prof. Dr. Teoman Beyin belirttiği gibi, millet olarak yegâne iç bütünlüğümüzü sağlayacak harç müslümanlık, fertler olarak iç disiplinimizi sağlayacak yegâne değerler sistemi ise, İslam dîninin ta kendisidir.” diyor haklı olarak.

 

Mevcut sistemin yetiştirdiği nesiller ortada. Ahlâkî zâfiyetler had safhada. İnsanların keyiflerinin çeşitliliğine göre hızla yayılan sapkınlıklar ise aldı başını gidiyor. Önceleri «satanizm» diye başlayan «şeytana tapınma» seansları; yerini, azgınlığa varan sapkınlıklara bıraktı. Gidiş, gidiş değil!.. Avrupa’nın savrulduğu devre, onların izinden hiç ayrılmayan bizlere de sıçradı. «Tehlike çanları çalıyor!» Peki, çözüm ne?

 

Kanaatimize göre, her sahada sonu çılgınlık derecesine giden sapkınlıkların önüne geçmenin çözümü; insanımıza, en alt basamak olan anaokullarından başlamak üzere üniversite de dâhil bütün eğitim kurumlarımızda din eğitimi vermektir. Bilhassa orta ve lisede; imam hatip müfredâtı tekrar gözden geçirilmeli ve bu ülkenin müslüman çocuklarına, dînî dersler, tertemiz zihinli, ihlâslı ve gayretli ehil eller tarafından öğretilmelidir. Müfredattaki her dersin muhtevâsı, inanç esaslarımıza ters düşmeyecek şekilde teşkil edilmelidir. Bu eğitimden hem milletimiz hem vatanımız herkes ama herkes emin olunuz ki, fayda görür. Bu konu, medyada tartışılmalıdır. Zararın neresinden dönülse kârdır. 

 

Nesillerimizin hebâ olmayacağı güzel günlere ulaşmamız duâsıyla…