ÖMRÜNÜN MÜZAYEDESİ

Fahri SARRAFOĞLU sarrafoglufahri@gmail.com

 

Meşhur işadamı Refik Bey, oldukça hırslıydı. O bir şeye kafayı taktı mı mutlaka ne yapar eder onu elde etmenin bir yolunu bulurdu. Yorulmak mı? Yorulmak onun lügatinde yoktu. Her an bir koşuşturma içerisindeydi. Yemeklerini de arabada yemeyi tercih ederdi; hattâ o kadar ki, tıraş olması gerektiğinde de zaman kaybetmemek için iş yerinde veya arabasında tıraş olmayı tercih ederdi. Bizi ilgilendiren Refik Beyin niye böyle yaptığı yahut şuuraltındaki sıkıntıları değil elbette. Biz bu kısacık hikâyemizde onun katıldığı bir müzayede salonundaki durumunu ve sonrasını sizlere paylaşmak istiyoruz: 

 

Müzayede salonu oldukça kalabalıktı. Refik Bey, bugün her zamankinden daha fazla heyecanlı ve hırslıydı. Günler öncesinden gazetelerde adından söz edilen, Kanunî Sultan Süleyman’a ait olan padişah fermanını almalıydı. Eğer buna sahip olursa; iş dünyası, magazin dünyası, kısaca bütün dünyada şöhreti daha da artacaktı. Rakip firmanın sahibi olan Hüsnü Bey de müzayedeye gelmişti. Bu biraz onun canını sıktı. Ya iş rekabete biner de fermanı oldukça yüksek bir fiyata almak zorunda kalırsa?!. Neyse daha fazla düşünecek durumda değildi. Başlangıç fiyatının açıklanması ile birlikte müzayede başladı. 

 

İlk teklif 10 bin lira olarak geldi. Hüsnü Bey de oradaydı ve o da ânında artırıyordu. Kısa süre içerisinde açık artırma 60 bin liraya kadar ulaştı. Hüsnü Bey daha fazla artırmadı ve müzayededen çekildi. Hattâ müzayede salonundan da ayrıldı. Bu duruma çok sevinen Refik Beyin neşesi yerine geldi. Demek ki ünlü fermanı artık kendisi alabilecekti. Müzayedeyi idare edenin;

 

“–Satıyorum! Yok mu artıran?” sözünden sonra salonda bir el kalktı. Kırmızı takım elbise giymiş, kırmızı gömlek, kırmızı ayakkabı kısaca saçları hariç her tarafı kırmızı olan bir adam birden; 

 

“–100 bin!” dedi. 

 

Refik Bey şok olmuştu. Pat diye 40 bin lira mı? 

 

O da hemen; 

 

“–110 bin lira!” dedi. 

 

Kırmızı takım elbiseli adam ise birden daha yüksek bir sesle; 

 

“–150 bin!” dedi. Olamaz, bu kadar fiyat verilir miydi? Ama artık iş inada binmişti. Refik Beyin ise kalbi hızlı çarpmaya başlamıştı, sinirlenmişti. Yanındaki danışmanlarının hattâ özel doktorunun uyarısını bile dikkate almadan salonda açık artırmaya devam ediyordu. Birden ağzından;

 

“–200 bin lira!” çıktı. Kendisi bile inanamamıştı bu fiyata, ama evet «200 bin lira» demişti bir kere. Kırmızı takım elbiseli adam da gayet sakin, gülerek;

 

“–300 bin lira!” demesin mi? Çığırından çıkan Refik Bey, ayağa kalkıp sesini de oldukça yükselterek;

 

“–400 bin lira!” dedi. 

 

Aman Allâh’ım! 10 bin liradan 400 bin liraya nasıl gelinmişti? Salondaki herkes şaşırmıştı. Refik Beyin kulakları uğulduyordu. Gözleri kararmaya başlamıştı. Ama bir ara kırmızı takım elbiseli adama gözü döndü. Kırmızı takım elbiseli adam da ona doğru dönerek gülüyordu. Müzayedeyi yöneten kişinin;

 

“–Satıyorum, satıyorum,
saaattııııım!”
 dediğini duyduğunda Refik Bey yerine oturdu. Evet, fermanı kendisi almıştı. Fermanı almıştı almasına ama sakinleşmemişti. Nasıl olmuştu da 10 bin liralık fermana 400 bin lira vermişti. Gözleri kapanmak üzereydi. Dili bir şeyler söyleyecek gibi oluyordu ama dönmüyordu ki. Yanına kırmızı takım elbiseli adam geldi ve;

 

“–Bir kez daha başardım, ben kazandım!” diyordu. “Seni hayatın boyunca hep koşturdum. Hep daha ileriye!” dedim. “O ihaleden bu ihaleye koşturdum. İnsanları küçük gördürdüm. Kibrine kibir kattım. Hep hırslandırdım. Ve bugün de artık hayatının açık artırmasına seni soktum. Artık yolun sonu geldi. Aslında bu müzayede senin ömrünün müzayedesiydi. İşte ömrün bu kadar ucuza gitti!” 

 

Refik Bey, gözleriyle sanki;

 

“–Sen kimsin?” demek istiyordu. 

 

Kırmızı takım elbiseli adam ise son olarak;

 

“–Ben kim miyim? Tabiî ki senin hiçbir zaman aklına getirmediğin, hep yanında olan şeytanım. Beni sen besledin. Ben sana sadece fısıldadım, sen de yaptın. Benim senin üzerinde bir hükmüm yoktu ki. Sen istedin ben seni destekledim!..” 

 

Biraz sonra salona koşarak âcil yardım ekibi girdiğinde Refik Bey çoktan hayatını kaybetmişti. Evet, hayatının müzayedesine katılmıştı. 

 

Kısaca: 

 

“İş bitirilince şeytan da diyecek ki: 

 

«–Şüphesiz Allah, size gerçek olanı söz verdi. Ben de size söz verdim ama yalancı çıktım. Zaten benim sizi zorlayacak bir gücüm yoktu. Ben sadece sizi çağırdım, siz de hemen bana geliverdiniz. O hâlde beni kınamayın, kendinizi kınayın. Artık ben sizi kurtaramam, siz de beni kurtaramazsınız. Şüphesiz ben; daha önce sizin, beni Allâh’a ortak koşmanızı kabul etmemiştim. 

 

Şüphesiz, zâlimlere elem dolu bir azap vardır.»” (İbrahim, 22)