KİTAPLARLA SÜKÛNETE YOLCULUK

Ali AĞIR aliagir70@gmail.com

 

Hayatın hengâmesi ve günlük meşgaleler neticesinde oluşan yoğunluğa bağlı olarak, insan yorulur.

 

İnsan bedeninin bir dayanma ve tahammül gücü vardır. Bir noktadan sonra enerjisi ve verimi düşmeye başlar. Bir süre dinlenmeden veya uyumadan, yorgunluktan kurtulmak mümkün değildir. 

 

Beden yorgunluğunun yanında bir de gönül yorgunluğu vardır. Gönül yorgunluğu, beden yorgunluğuna göre daha kalıcı ve yıpratıcıdır. Gönül yoran şeylerden bazıları şunlardır: 

 

İncinmek, 

 

İncitmek, 

 

Öfke, 

 

Beklenen şeylerin gerçekleşmemesi, 

 

Yapılan hatalardan sonra kalan pişmanlık… 

 

İnsanın gönül yorgunluğunu azaltması veya ondan tamamen kurtulması ancak Allah -celle celâlühû-’ya yönelmesi ile mümkün olur. İnsan; namaz ve duâlarla içini O’na döker, âcizliğini ve her şeyin O’na muhtaç olduğunu bilerek O’ndan yardım ister. Ve bilir ki O’ndan başka ne sığınılacak bir yer vardır ne de dertlerine derman olacak biri. Rahmetinin genişliği, kâinattaki bütün varlıkları -hattâ inanmayanları bile bu dünyada- kuşatmışken, inancı gereği O’ndan ümit kesilmeyeceğinin farkındadır. 

 

Duâ ve ibâdetlerle birlikte; insanın kafasını dağıtacak, yorgunluğunu azaltacak, içinde bulunduğu girdaptan kurtaracak başka şeyler de arar. Böylesi durumlarda insana can simidi olan şey kitaptır. 

 

Başta Kur’ân-ı Kerim olmak üzere kitaplar; insanın ufkunu genişleten, düşüncelerini kirlerden arındırıp berraklaştıran, yüreğinin ferahlamasını/inşirah bulmasını sağlayan ve insanı yalnızlıktan, dağınıklıktan alıkoyan en vefâlı yoldaş ve en iyi arkadaşlardır. 

 

İnsanı, şehrin/hayatın gürültülü karanlık caddelerinden uzaklaştırıp, sükût ve huzur diyarının aydınlık ve engin ufuklarına alıp götüren bir çift kanattır. 

 

Kitap; gönül gemisini, çile fırtınalarının en yoğun olduğu demlerde kabaran keder dalgalarından kurtarıp sükûnet limanına eriştirir. Peygamberimiz;

 

“Seyahat ediniz, sıhhat bulunuz.” 1 buyurmuşlardır. 

 

Zaman zaman sıkıntılar yaşanır, yaşanan sıkıntılar insanları hüzünlendirir. Hüzünlenilen, gama bürünülen çevreden uzaklaşması, insanı bir nebze de olsa rahatlatır. 

 

Seyahat ederken yeni yerler görmek, farklı insanlarla tanışmak, yolculuğun meşakkati ve buna benzer sebeplerle problemlerin bir kısmı unutulur.

 

Her bir kitap; duygu ve düşünce âleminde farklı birer yolculuk, çok farklı birer maceradır. Her hikâye, her şiir, her roman bir menzildir. 

 

Kitaplar; kâinat kitabını ve Kur’ân-ı Kerîm’i azar azar yansıtan birer aynadır. Nasıl ki deryâlar; gökyüzünü yansıtırken, şeffaflığını bırakıp göğün rengine boyanıyor, ay ışığı dalgaların yüzünde dans ediyorsa, satırlar ve mısralarda da hikmet ve hakikatler göze çarpmaktadır. 

 

Bu deryâya dalan insan; beden olarak aynı noktada kalsa da rûhî bir yolculuğa çıkar, hayatı boyunca gidemeyeceği yerlere gider, göremeyeceği yerleri görür, tanıyamayacağı insanları yakından tanır, bilmediği birçok bilgiyi öğrenir. Ruh; böylece o kasvetli mekânı terk eder, hayaller ve ötesindeki bir âleme varır.

 

Ortada bir eser/kitap varsa bir de müessir/yazar/şair de olmalıdır. İnsan; sayfalar arasında sürprizlerle karşılaşırken, diğer yandan da kitabın yazarıyla/şairiyle tanışır, onunla muhabbet eder, tartışır, birçok mevzuya dair fikirlerini öğrenir, onun gönül âlemine girer.

 

Yazar ve şairler; Allâh’a îmân etse de Allâh’ı inkâr etse de mutlaka yukarıdaki iki berrak kaynaktan beslenirler. Ancak biri, fikirlerini, karanlık dünyasında zehre dönüştürürken; diğeri, îmânın nûruyla şifâ olan bala dönüştürür. 

 

Ümmetin ve insanlığın derdiyle dertlenenler; Rabbimiz’in bahşettiği kabiliyeti en iyi şekilde kullanmaya çalışarak, yürekten yüreğe yol bulacak cümleler sarf ederler. 

 

Bu cümlelerle uyuyanları uyandırmayı, emekleyenleri ayağa kaldırmayı, gönlü çoraklara yağmur olmayı ve hakikatten uzaklaşanları şuurlandırmayı hedeflerler. 

 

Bazen bir cümle, bir beyit, bir dörtlük kaç kitaba bedeldir. Mânâsı koskoca bir umman gibidir.

 

Hazret-i Mevlânâ’nın dediği gibi:

 

“Dostlarınızı sıkça ziyaret ediniz. Çünkü üzerinde yürünmeyen yollar, diken ve çalılarla kaplanır.”

 

Arabaların, traktörlerin yaygın olmadığı çocukluk yıllarımızda; yük hayvanlarıyla tarla ve bahçelerimize giderken, kısa olması sebebiyle patika yollar tercih edilirdi. Rahmetli babam ve annem; bu yolların sürekli ve rahatça kullanılabilmesi için, yola yuvarlanan taşları kenara atar, yola sarkarak geçmemizi zorlaştıran ağaç dallarını keserler, bir nevi temizlik yaparlardı. 

 

Şimdilerde aynı yollardan geçmenin imkânı kalmamış. Çünkü bu yollar uzun süredir kullanılmadığı için; böğürtlenler, sarmaşıklar, sâir otlar ve dikenlerle kaplanmış. Şayet bu yolları kullanarak gideceği yere ulaşmayı düşleyenler varsa; ciddî bir temizlik yapmalı, yolları engellerden arındırmalıdır. 

 

“Amellerin Allah Teâlâ’ya en sevimli olanı, az da olsa devamlı yapılanıdır.”2 buyurulmuştur. Devamlı yapılan ibâdetler, az da olsa doğru yolda ilerlemeyi sağlar; Allah’la olan bağları koparmayı, O’ndan uzaklaşmayı engeller. 

 

Hakk’a giden yol, «sırât-ı müstakîm»dir. Bu yol; peygamberlerin, sıddîkların, şehidlerin ve sâlihlerin gittiği yoldur. Bu yolda ilerlemek için kararlılık, aşk ve takvâ gerekir. Mü’min, bu yolda sebât ederse Hakk’a yakınlaşır. Zaman zaman yapılan hatalar, edilen isyanlar, işlenen günahlar sebebiyle yolu kaplamaya başlayan dikenler ve sarmaşıklar da tövbe ve istiğfar bıçkısıyla temizlenmelidir. Çünkü; 

 

“Her insan hata yapabilir. Fakat hata yapanların en hayırlısı çokça tevbe edendir.”3 

 

Rabbim bizleri sırât-ı müstakîmde aşkla, takvâyla ilerlemeyi, kendisiyle gönül bağımızı kuvvetlendirmeyi, tövbe yağmuruyla arınmamızı nasip eylesin… 

 

______________________________

 

Ahmed, II/280.

Müslim, Müsâfirîn, 218. Ayrıca bkz. Buhârî, Rikāk, 18.

Tirmizî, Kıyâmet, 49/2499; İbn-i Mâce, Zühd, 30.