CAMİDE HUZUR VAR

Dr. Halis Ç. DEMİRCAN cetindemircan2@hotmail.com.tr

 

Gece, şi‘riyle sararken Koca Mustâpaşa’yı,

Seyredenler görür Allâh’a yakın dünyâyı.

Yolda tek tük görünenler çekilir evlerine;

Gece sessizliği semtin yayılır her yerine.

Bir ziyâretçi derin zevk alarak manzaradan,

Unutur semtine yollanmayı artık buradan.

Gizli bir his bana, hâtif gibi, ihtâr ediyor;

Çok yavaş, yalnız içinden duyulan sesle, diyor:

«–Gitme! Kal! Sen bu taraf halkına dost insansın;

Onların meşrebi, iklîmi ve ırkındansın.

Gece, her yerdeki efsunlu sükûnundan iyi,

Avutur gamlıyı, teskîn eder endîşeliyi;

Ne ledünnî gecedir! Tâ ağaran vakte kadar,

Bir mücevher gibi Sünbül Sinan’ın rûhu yanar.

Ne saâdet! Bu taraflarda, her ülfetten uzak,

Vatanın fâtihi cedlerle berâber yaşamak!..»

(Yahya Kemal)

 

Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde vazifeye başladığım zaman, iş yerime yakın olması hasebiyle Kocamustafapaşa semtinde bir ev tutmuştuk. 

 

Bu sayede; iş yerime, artık yürüyerek gidip gelebiliyordum. Bunun ne kadar büyük bir rahatlık olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum.

 

Eve gidip gelirken en çok hoşuma giden şey; yolun kestirmesinin, Sümbül Efendi Camii’nin bahçesinden geçmesi idi. 

 

Eve giderken Kocamustafapaşa ilkokulunun yanındaki kapıdan bahçeye girer, türbede duâmı eder, Uyku Dede Türbesi tarafındaki kapıdan çıkıp, evimin olduğu sokağa girerdim; işe giderken ise tam tersi, Uyku Dede Türbesi tarafındaki kapıdan girer, yine türbede duâmı okur, bahçeyi boylu boyunca geçip, ilkokulun yanındaki kapıdan çıkar, iş yerime ulaşırdım.

 

İbâdetlerimi bu camide yapmanın yanı sıra, bu gidiş geliş bana çok büyük bir huzur verirdi.

 

Oturduğumuz apartmanda karşılaşıp selâmlaştığımız bir bey vardı. 

 

Çok muhabbet etmesek de karşılaştığımız zamanlar onu da camiye davet eder, davetime icâbet etmese de her seferinde onu çağırmaya devam ederdim.

 

Birkaç zaman sonra bu ısrarlarımdan usanmış olacak ki, beni uzaktan görünce yolunu değiştirmeye başladığını fark etmiştim. 

 

Tâ ki o 17 Ağustos 1999 gecesine kadar… 

 

O gece yarısı depremden sonra bütün mahalle Sümbül Efendi Camii’nin bahçesinde toplanmıştık. 

 

Apartmanımızdaki o beyi, o gece caminin bahçesinde gördüm. O günden sonra da sürekli olarak onu camide görür oldum. 

 

Namaz vakitlerinin dışında da caminin bahçesindeki sıralarda otururken ona rastlıyordum.

 

Bir gün yanına gittim ve;

 

“–Bir süredir sizi sürekli burada görüyorum, ne kadar mutlu oluyorum bilemezsiniz. Sizi bu kadar etkileyen nedir?” diye sordum.

 

“–Haklısınız, o kadar ısrarlarınıza rağmen size iştirak etmemiştim. Ama o depremin olduğu gece buraya sığınınca, buradaki insanların huzurunu görünce çok şaşırdım. 

 

Çocuklar ve gençler o depremin korkunçluğuna rağmen, burada kendini güven içinde hissediyor, gülüyor oynuyorlardı. 

 

Ben de çok büyük sıkıntılar içinde bunalıyordum. 

 

Ama o günden sonra hayatım değişti; artık işten eve gelmeden mutlaka buraya uğruyor, bu iklimi soluyor, huzur buluyorum. Hakkınızı helâl edin, beni buraya getirmek için çok uğraştınız.”

 

“–Benim uğraşmam ne ki; Rabbimin tecellîsi işte! Ne mutlu ki siz de ondan nasiplendiniz. Eee Rabbimin tecellîsi her zaman öyle tatlı olmuyor, bazen de acılı ve sıkıntılı oluyor.

 

Ne demiş şair:

 

Baharı gönderir al gelin gibi,

Bir hazinedir ki, görünmez dibi.

O Cemil’dir, Cemâl O’ndan tecellî,

Güzeli yeşilden, aldan mı sandın? 

(İbrahim SAYAR)

 

“–Ne zaman görsem buradasınız, peki sıkılmıyor musunuz burada?” diye sordum. Şöyle cevapladı:

 

“–Hayır; vakti geldiyse namazımı edâ ediyorum, elimden geldiğince kazâ namazı kılıyorum, türbeyi ziyaret ediyorum… 

 

Bahçedeki kuş sebilindeki kuşların yıkanmasını, su içmelerini seyrediyorum… 

 

Hattâ burada bir sadaka taşı var, oraya bir miktar para koyuyorum. Fazla değil, her gün bir ekmek parası kadar. Bu sayede atalarımızı yâd ediyorum… 

 

Dibinde Hazret-i Hüseyin’in kızlarının yattığı rivâyet edilen Zincirli Selvi’yi seyrediyorum…

 

Velhâsıl boş vakitlerimin büyük bir çoğunluğunu artık burada geçiriyorum. Şimdi daha mutlu ve huzurluyum, keşke daha evvel sizi dinleseydim.”

 

“–Üzülmeyin; vardır her işte bir hayır, burada asıl önemli olan devamlılık. Bakın Kur’ân-ı Azîmüşşân’da Rabbimiz bize ne buyuruyor:

 

«İnsana bir sıkıntı dokundu mu; gerek yan üstü yatarken, gerek otururken, gerekse ayakta iken (her hâlinde bu sıkıntıdan kurtulmak için) Biz’e duâ eder. 

 

Ama Biz onun bu sıkıntısını ondan kaldırdık mı, sanki kendisine dokunan bir sıkıntı için Biz’e hiç yalvarmamış gibi geçer gider. İşte o haddi aşanlara, yapmakta oldukları şeyler, böylece süslenmiş (hoş gösterilmiş)tir.» (Yûnus, 12)

 

“–Peki, geç kalmadık mı Hocam?”

 

“–Hiç öyle düşünmeyin, 

 

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

 

“Mescidlere devam etmeyi alışkanlık hâline getiren bir adamı gördüğünüz zaman, onun gerçek bir mü’min olduğuna şâhitlik ediniz.” buyurmuş ve şu âyet-i kerîmeyi okumuştur:

 

“Allâh’ın mescidlerini ancak Allâh’a ve âhiret gününe îmân eden, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler îmar eder. İşte doğru yola ermişlerden olması umulanlar bunlardır.” (et-Tevbe, 18) (Tirmizî, Îmân, 8/2617)

 

O sırada ezan okunmaya başladı, beraberce namaza girdik.