MESNEVÎ -19-

Z. Özlem ABAY o.abay@hotmail.com

 

BÂKÎ OLAN ANCAK ALLAH’TIR

 

Koparırsan bağını ey oğul, âzâd olacaksın, / Ne zamana kadar altın ve gümüş bağında kalacaksın.

 

Mevlânâ Hazretleri; on sekiz beyitlik bölümde, kemâl ehlinin ahvâlini anlattı. Bu beyitten itibaren; eksik, noksan ve nâkıs insana öğütlere başladı. Dünyanın çekiciliğini ve câzipliğini anlatarak insana dikkatli olmasını öğütledi.

 

Bu vücûd iklîmine bin can gelir, bir can gider,

Gâhi cânan cân olur, gâh can bî-cânan gider.

Emr-i nefse râm olup, dâim mücâhid olmayan,

Hâib ü hâsir kalır, nâdan gelir nâdan gider. (Osman Kemâlî Efendi)

 

İnsanı en çok aldatan, gaflete düşüren, dünyanın aldatıcılığı ve câzibesidir. İnsan; hevâ ve hevese kul olmaya başlayınca, isteklerin sonu gelmez. Ahde vefâsızlık, Hak’tan uzaklaşma, dünyaya muhabbet başlayınca kalp bu duyguların esiri olur. Hevâ ve hevesin kurbanı oldukça da takvâ üzere bir hayattan uzaklaşma başlar. İnsan, şehvet ve hırslarının kurbanı olur. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bizi bu hususta îkaz etmektedir:

 

“Ümmetim adına en çok korktuğum şey, nefislerine ve hevâlarına uymalarıdır.” (Süyûtî, Câmiu’s-Sağîr, 1, 12) 

 

Kişinin nefsinin esiri olması, Allâh’ın emirlerine kayıtsız kalması, tevhid akîdesini zedeler. Bu yüzden Allâh’ı ilâh olarak kabul ediyorsak, nefsin bu gizli şirklerine düşmekten kendimizi korumamız gerekir. Âyet-i kerîmede buyurulduğu üzere;

 

“Ey Rasûlüm! Nefsânî arzularını kendine ilâh edinen kimseyi gördün mü? Artık ona Sen mi vekil olacaksın?” (el-Furkān, 43)

 

İnsanın, nefsânî arzu ve düşüncelerine «hevâ»; ilâhî hakikatlere karşı kalbinin perdelenmesine ise «gaflet» denilmiştir. Hakk’ı unutup bizi hakikî saâdete ulaştıracak yoldan sapmamıza yol açan ise yine gafletimizdir. Bâkî hayatı elimizin tersi ile bir kenara itip, anlık zevkler uğruna dünyanın lezzetlerine sevdalanmak ne büyük şuursuzluktur. Rivâyet edilmiştir:

 

“Hevâdan daha fazla Allâh’ın gazabına sebep olan bir ilâha ibâdet edilmemiştir.” (ed-Dürru’l-Mensûr, VI, 261)

 

Hayata nefis gözlüğü ile bakmak; bizi hakikî gerçeğimiz olan ölüm, yeniden diriliş ve Allâh’ın huzûrunda hesap verme menzillerinden uzaklaştırır. İlâhî nimetler karşısında pervâsızca bir tavır takınmak ise ilâhî gazaba sebep olur. Mevlânâ Hazretleri, Mesnevî’de;

 

“Bu arzular dünyası puthânedir. Peygamberlere de kâfirlere de yuvadır. Fakat şehvet, arınmışlara kul olur. Madenden çıkmış altın yanmaz. Kâfirler kalptır (sahtedir, düzmedir), arınmış olanlar ise altın gibidir. Bu iki kesim de tek bir potadır. Kalp olan, potaya girer girmez kararır; altın girdiğindeyse altınlığı ortaya çıkar.” der.

 

İlâhî vahyin gölgesinden; nefsin çukurlarına yuvarlanmak, pervâsızca günahlara dalmak, bizim has altın olan kalbimizi çürütür, kokutur. Gelgeç arzular, saman alevi gibi olan hevesler, bizi istikametten uzaklaştırır. Bunun en büyük sebebi de dünyanın çekiciliğine kendimizi kaptırmamızdır. Bu yüzden Allah Teâlâ; ilâhî kelâmı ve peygamberleri ile bizi gerçek vazifemize karşı uyarır. Âyet-i kerîmede buyurulur ki:

 

“Nefsânî arzulara (özellikle) kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanlara çekici kılındı…” (Âl-i İmrân, 14)

 

Bu yüzden gönül dünyamızı kaplayan dünya muhabbetinden yüz çevirebilmenin yegâne yolu da; îman ve takvâdır. 

 

Yine Mevlânâ Hazretleri; 

 

“Dünya nedir? Hudâ’dan gafil olmaktır; metâ, gümüş, evlât ve kadın değildir.” diyerek, dünyanın insanlara câzibeli gelmesi ile Hak’tan gafil olmayı anlatır. Dünyaya olan meylimiz arttıkça; sonu gelmez ihtiras, endişe ve kederde boğuluruz. Dünyanın nimetlerine ulaşmak için gösterdiğimiz gayret bizi gaflete sürüklüyorsa, âyet-i kerîmede buyurulan şu hakikatten de gafil kalırız:

 

“…Bunlar, dünya hayatının geçici menfaatleridir. Hâlbuki varılacak yer Allâh’ın huzûrudur.” (Âl-i İmrân, 14)

 

İnsanın fânîliğini hatırlayarak, geçici menfaatlere kapılmadan yaşayabilmesi için;

 

“Allah yolunda infâk ediniz!..” (el-Bakara, 195) âyet-i kerîmesini hatırından çıkarmaması îcap eder. Dünyaya meylimizi çoğaltan nimetleri, ihtiyacımız kadar kullanıp; kalanını infâk etmek, âhiret sermayemiz olacaktır. Gerçek ve hakikî hayat âhiret hayatı ise; gerçek saâdet âhiret yurdunda yaşanacak ise, bizim de bu yurda hazırlıklı gitmemiz gerekmektedir. 

 

Hırs ve muhabbet duyguları, insanda ömrü boyunca var olan duygular olduğuna göre, mühim olan bizim bu duyguları nereye yönelttiğimizdir. Eğer hırs ve muhabbetimizi dünyaya yöneltirsek, hevâ ve arzularımızın kurbanı oluruz. Hakk’a yöneltir isek, ilâhî emirler doğrultusunda bâkî hayatımızı inşâ ve ihyâ ederiz. Bu yüzden de gaflet hâlinden, zikir ile Hakk’a yönelmeliyiz.

 

Lokman Hakîm gafilâne hayattan kurtulmak için şu öğütleri verir:

 

“İki şeyi unutma:

 

1. Allah Teâlâ’yı unutma! 

 

2. Ölümü unutma!

 

İki şeyi de unut:

 

1. Sana yapılan cefâları unut! 

 

2. Yaptığın hayır ve iyilikleri unut!”

 

Mü’minin îmânı; takvâya sarılarak sırât-ı müstakîm üzere bir hayat yaşaması ile kuvvetlenecektir. Dünyanın müsbet-menfî bütün şartlarına karşı istikametini koruması ise arzu edilen bir durumdur. Bu yüzden sabır ile istikametimizi kaybetmeden yaşama gayretimiz olmalıdır. Çünkü mesut bir ölüm ve âsûde bir bahar ülkesi olan âhiret yurduna ulaşmak; ancak îman ve Kur’ân nûru altında bir ömür sürmekle mümkün olur. Allah ile dostluk ancak böyle mümkün olur. Allah Teâlâ’nın Hazret-i İbrahim’i dost edindiği kıssa mânidardır. 

 

Allah Teâlâ, Hazret-i İbrahim -aleyhisselâm-’ı dost edindiği vakit melekler;

 

“–Ey Rabbimiz! Onun; nefis, mal, evlât ve kadınlarla meşguliyeti varken Sana dost olması nasıl mümkün olur?” dediler. 

 

Bunun üzerine Hak Teâlâ;

 

“–Ben kulumun sûretine ve malına bakmam. Aksine onun kalbine ve ameline bakarım. Ben’im dostum Ben’den başkasına muhabbet beslemez. İsterseniz onu sınayın…” buyurdu.

 

Bundan sonra Cebrâil -aleyhisselâm- Hazret-i İbrahim’in yanına geldi. İbrahim -aleyhisselâm-’ın avlanmak ve koyun sürülerini gözetlemek üzere on iki köpeği vardı. Dünyanın değersizliğini ve hakirliğini göstermek için köpeklerinin halkasını altından yaptırmıştı. Cibrîl ona selâm verdi ve;

 

“–Bunlar kimin?” dedi. İbrahim -aleyhisselâm-;

 

“–Bunlar Allâh’ındır, ancak şu an benim elimde bulunuyorlar.” dedi. 

 

Cebrâil -aleyhisselâm-;

 

“–Onlardan birini bana satar mısın?” dedi.

 

İbrahim -aleyhisselâm-;

 

“–Bir kere Allâh’ı zikret, sürünün üçte biri senin olsun!” dedi. 

 

Bunun üzerine Cebrâil -aleyhisselâm-;

 

سُبُّوحٌ قُدُّوسٌ رَبُّنَا وَرَبُّ الْمَلٰئِكَةِ وَالرُّوحِ

 

“–Meleklerin ve Rûh’un Rabbi yücedir, ben O’nu tesbih ederim.” dedi. 

 

Hazret-i İbrahim -aleyhisselâm- sürünün üçte birini ona verdi ve şöyle dedi:

 

“–İkinci defa Allâh’ı zikredersen, üçte birini daha alırsın. Üçüncü kez zikredersen, çobanları ve köpekleriyle birlikte tamamını alırsın. Dördüncü defa zikredersen, ben de senin kölen olurum…”

 

Aralarında gecen bu konuşmadan sonra Allah Teâlâ ona;

 

“–Ey Cebrâil dostumu nasıl buldun?” diye sordu.

 

Cebrâil -aleyhisselâm-;

 

“–Evet bu kul Sen’in gerçek dostundur yâ Rabbî!” diye cevap verdi. 

 

İbrahim -aleyhisselâm- çobanlara hitâben;

 

“–Koyunları bu arkadaşımın arkasından sürün!” dedi. 

 

Cebrâil -aleyhisselâm-;

 

“–Benim bunlara ihtiyacım yok!” dedi ve kendini tanıttı. 

 

İbrahim -aleyhisselâm- ise;

 

“–Ben Allâh’ın dostuyum. Bağışladığım malı geri almam!” dedi.

 

Bunun üzerine Allah Teâlâ; İbrahim -aleyhisselâm-’a koyunları satıp parası ile arazi ve mülk almasını, onları vakfetmesini buyurdu. 

 

Allâh’a zikrin kıymetini ancak zâkir gönüller bilir. Allâh’a zikir ile hürmet edip, nefsini hor görmek kişiyi dünyada ve âhirette izzet sahibi eder. Çünkü kalpler, ancak zikir ile cilâlanır ve nurlanır. Ecelin kasırgasından bizi koruyacak olan da yine Allâh’ı zikretmektir. 

 

BÂKÎ OLAN ANCAK ALLAH’TIR

 

“Her nefis ölümü tadacaktır…” (Âl-i İmrân, 185) 

 

Ölüm sarhoşluğu gelmeden gafletten sıyrılarak, infâk üzere bir ömür süren kullardan olabilmek duâ ve niyâzıyla… 

 

Yazımıza Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in duâsı ile son verelim;

 

“Gökleri ve yeri, görünen ve görünmeyen âlemleri yaratan Allâh’ım!

 

Ey her şeyin Rabbi ve sahibi!

 

Sen’den başka ilâh bulunmadığına kesinlikle şahâdet ederim.

 

Nefsimin şerrinden, şeytanın şerrinden, onun Allâh’a şirk koşmaya davet etmesinden Sana sığınırım!” (Ebû Dâvûd, Edeb, 100-101/5067)