İ‘lâ-yı Kelimetullah Yolunda Bir Mücâhid ve Muallim Sahâbî: MUÂZ BİN CEBEL

Doç. Dr. Mustafa CANLI canli20@hotmail.com

BİR HADİS:

 

عَنْ أَب۪ي مُوسٰى رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ :

 

«مَن قَاتَلَ لِتَكُونَ كَلِمَةُ اللّٰهِ هِيَ الْعُلْيَا فَهُوَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ»

 

Ebû Musa -radıyallâhu anh-’tan nakledildiğine göre, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur: 

 

“Kim yalnız Allâh’ın kelimesinin yüceltilmesi (İ‘lâ-yı Kelimetullah) için savaşırsa, işte o Allah yolundadır.” (Buhârî, Cihâd, 15)

 

BİR MESAJ:

 

“Muâz bin Cebel -radıyallâhu anh- gibi cihad rûhuna sahip ol ve rûhunu sahibine teslim edinceye kadar İ‘lâ-yı Kelimetullah yolunda mücâhede ve mücadele et!” 

 

 

 

 

“Muâz bin Cebel, kendisini Allâh’a
adamış hanîf bir ümmetti.” 

(Abdullah bin Mes‘ûd -radıyallâhu anh-)

 

“Kadınlar Muâz gibisini
doğurmaktan âciz
kaldılar. Muâz olmasaydı
Ömer helâk olmuştu.” 

(Hazret-i Ömer bin Hattâb -radıyallâhu anh-)

 

 

Medine’de bir sabah namazı çıkışıydı. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, ashâbına dönerek; 

 

“–Ey muhâcir ve ensar topluluğu, içinizden hanginiz Yemen’e gider?” diye sordu. 

 

Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh-

 

“–Ben giderim, yâ Rasûlâllah!” dedi. Sevgili Peygamberimiz hiçbir şey söylemeyip sükût etti ve tekrar; 

 

“–Ey muhâcir ve ensar topluluğu, içinizden hanginiz Yemen’e gider?” diye sordu. Bu sefer Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- ayağa kalkarak; 

 

“–Ben giderim, yâ Rasûlâllah.” dedi.

 

Rasûl-i Ekrem Efendimiz, yine bir müddet sükût etti ve sonra orada bulunan ashâbına tekrar aynı soruyu tevcih buyurdu: 

 

“–Ey muhâcir ve ensar topluluğu, içinizden hanginiz Yemen’e gider?”

 

Bu defa Muâz bin Cebel -radıyallâhu anh- kalkıp; 

 

“–Ben giderim, yâ Rasûlâllah!” dedi.

 

Bunun üzerine Fahr-i Kâinât Efendimiz; 

 

“–Ey Muâz! Bu vazife senindir.” buyurdu. (Ahmed bin Hanbel, V, 235)

 

İslâm’ın yeni yeni Medine dışında neşv ü nemâ bulduğu bir zaman dilimiydi. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz; Mekke fethi sonrası ashâbından bazılarını, halka İslâmiyet’i anlatmak, Kur’ân-ı Kerim okumayı öğretmek, aynı zamanda idarecilik yapmak üzere yeni müslüman olmuş beldelere gönderiyordu. Vazife yüce bir vazifeydi. «İ‘lâ-yı Kelimetullah» vazifesi, yani «Tevhid» inancını yüceltip yeryüzüne hâkim kılma vazifesi…

 

İşte Muâz bin Cebel -radıyallâhu anh-’in nasibine Yemen isabet etmişti. Allah Rasûlü’nün emir ve tensîbiyle oraya gidip İslâmiyet’i anlatacak, insanlara Kur’ân-ı Kerim okumayı ve ahkâmını öğretecekti. Zira İslâm’ın Arap Yarımadası’nda  tutunabilmesi ve tahkîm edilebilmesi için Yemen’in özel bir ehemmiyeti vardı.

 

Aslında Muâz bin Cebel Hazretleri, atalarının yurduna gidiyordu. Zira ailesi, Yemen’de yaşanan sel felâketi sonrası Medine’ye, o zamanki ismiyle Yesrib’e göçmüşlerdi.

 

Hazret-i Muâz on sekiz yaşında müslüman olmuş, «İkinci Akabe Bey‘atı»nda Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e bey‘at etmişti. O; ömrü boyunca bu bey‘ata sâdık kalmış, Hazret-i Peygamber’le beraber bütün gazve ve seriyyelere iştirâk etmişti.

 

Mücâhid ruhlu, cesur bir sahâbî idi. Genç yaşta Müslümanlığı kabul etmiş, akabinde kendi kabîlesinden İslâmiyet’i kabul eden genç arkadaşları; Sa‘lebe bin Aneme ve Abdullah bin Uneys ile birlikte Seleme oğullarının putlarını kırmıştı. Ashâb-ı kiram; tevhid mücadelesinde göstermiş olduğu cengâverlikten dolayı, onu Hazret-i İbrahim’e benzetmişlerdi.

 

Ve o gün geldi. Yolculuk ve ayrılık günü

 

Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; takvimler hicretin 9’uncu yılının Rebîülâhir ayını gösterdiğinde Hazret-i Muâz’ı Yemen’e; elçi, zekât memuru ve kadı sıfatıyla gönderiyordu. Peygamber Efendimiz, Muâz bin Cebel’e; 

 

“–Bineğini al gel!” dedi. 

 

Hazret-i Muâz bineğini hazırlayıp mescidin kapısına geldi. Fahr-i Kâinât Efendimiz ilk nasihatini şöyle verdi: 

 

“–Ey Muâz! Adâletinle, yumuşaklığınla, affediciliğinle ve güzel ahlâkınla, İslâm’ı güzelleştir. Çünkü insanlar hep sana bakacaklar ve sana Allah Rasûlü’nün en seçkini diyecekler.” buyurdu. 

 

Sonra Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; Hazret-i Muâz’ın elinden tutup, onu yolcu etmek için yaklaşık bir mil Medine’nin dışına çıkıncaya kadar ona refâkat etti. Muâz -radıyallâhu anh- binek üzerinde, Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de onun yanında yürüyordu. Bir yandan da şu nasihatlerde bulundu: 

 

“Sen ehl-i kitap bir kavmin yanına gidiyorsun. 

 

Onları, bir olan Allâh’a îman ve benim de Rasûlullah olduğuma şahâdete davet et. 

 

Eğer bunu kabul ederlerse; onlara, Allâh’ın her gün ve gecede beş vakit namazı farz kıldığını bildir. 

 

Eğer bunu da kabul ederlerse; Allâh’ın kendilerine, zenginlerden alınıp fakirlere verilecek zekâtı farz kıldığını bildir. 

 

Eğer, bunu kabul ederlerse, sakın mallarının en kıymetlilerini alma! 

 

Mazlumun duâsından sakın! 

 

Çünkü bu duâ ile Allah Teâlâ arasında bir perde yoktur.” (Ahmed bin Hanbel, 1, 233)

 

Beraber yol almaya devam ettiler. Efendimiz nasihatlerine şöyle devam etti:

 

“Ey Muâz! Sana; Allah’tan korkmanı, doğru sözlü olmanı, sözünde durmanı, ahde vefâyı, emâneti sahibine vermeni, hâinlikten uzak durmanı, yetime karşı merhametli olmanı, komşunu gözetmeni, öfkeni yenmeni, şefkat kanatlarını açmanı, selâmı yaymanı, yumuşak sözlü olmanı, îmâna sarılmanı, kendini Kur’ân’ı öğrenmeye adamanı, hesap gününden korkmanı, âhireti sevmeni, dünya emellerini kısaltmanı ve iyi amel işlemeni vasiyet ederim.” 

 

Sevgili Peygamberimiz, nasihat ve tavsiyelerini tamamladıktan sonra şöyle buyurdu: 

 

“Ey Muâz! Belki bu seneden sonra beni göremeyeceksin. Belki bu son görüşmemiz olabilir. Belki artık bu mescidime ve kabrime uğrarsın.” 

 

O zamana kadar dikkatli bir şekilde Efendimiz’i dinleyen Muâz bin Cebel Hazretleri, Allah Rasûlü’nün bu sözlerini duyunca çok müteessir oldu. Sanki beyninden vurulmuşa döndü. Zira İki Cihan Sevgilisi olan Efendimiz’i çok seviyordu. Belki o anda, yıllar önce Efendimiz’le aralarında geçen bir konuşma aklına geldi. 

 

Şöyle ki bir gün Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Muâz Hazretleri’nin elinden tutup;

 

“–Ey Muâz! Vallâhi ben seni seviyorum.” buyurmuştu. 

 

Hazret-i Muâz da; 

 

“–Anam-babam Sana fedâ olsun ey Allâh’ın Rasûlü! Vallâhi ben de seni seviyorum.” demişti. (Ebû Dâvûd, Vitr, 26)

 

Ne yapılabilirdi ki?.. İslâm’ın yücelmesi gerekiyordu. Hakkın, hakikatin insanlara bildirilmesi gerekiyordu. Allah ve Rasûlü’nü insanlara tanıtmak gerekiyordu. Bunun için de gerekirse; candan, maldan, sevdiklerinden geçmek gerekiyordu. O da öyle yaptı. Olması gerekeni yaptı. İslâm’ı özünden idrâk eden mü’minler gibi davrandı ve hiç düşünmeden Allah ve Rasûlü’nün emrine boyun eğdi. 

 

Hazret-i Muâz; vazifesi îcâbı zaten yerinden, yurdundan, sevdiklerinden ayrılmanın hüznü içerisinde iken, bir de en çok sevdiği insandan ayrılmanın hüznünü yaşıyordu. Üstelik bir daha dünya gözüyle O’nu göremeyecek olması, onu daha da derinden yaralamıştı. Bu duygular içerisinde, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. 

 

Fahr-i Kâinât Efendimiz; 

 

“–Ağlama ey Muâz! Ağlama ey Muâz!” buyurdu. Sonra yüzünü Medine’ye doğru çevirerek;

 

“İnsanlardan bana en yakın olanlar; kim ve nerede olursa olsun, Allâh’a karşı takvâ sahibi olan müttakîlerdir.” buyurdu. (Ahmed bin Hanbel, V, 235)

 

Efendimiz’in müjde niteliğindeki bu sözünden sonra, Muâz bin Cebel Hazretleri’nin biraz gönlü serinledi. Artık ayrılma vaktiydi. Bineğinin üzerinde hareket etmek üzere; ayağını atın üzengisinin üzerine koyduğunda, Peygamber Efendimiz ona en son şu nasihatte bulundu: 

 

“Ey Muâz bin Cebel, insanlara iyi davran!”

 

Muâz bin Cebel Hazretleri, ağlayarak Yemen’e doğru atını dizginledi. Arkasından Sevgili Peygamberimiz’in şu duâsı yankılanıyordu: 

 

“Allah seni; önünden, arkandan, sağından ve solundan olan tehlikelerden korusun. İnsanların ve cinlerin şerlerini senden uzaklaştırsın!” 

 

O zamanlar 27-28 yaşlarında bir genç olan Muâz bin Cebel Hazretleri, Sevgili Peygamberimiz’in; bu duâ, tavsiye ve emirlerini alarak Yemen yollarına revân oldu. Sonrasını Yemenli Amr bin Meymûn el-Evdî’den dinleyelim:

 

“Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in elçisi Muâz bin Cebel bize, Yemen’e seher vakti geldi. Sabah namazıyla birlikte, onun yüksek sesle getirdiği tekbirini işittim. Kalın sesli biri idi… Aramızda ayakta durup şöyle dedi: 

 

«Evlâtlarım! Ben, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in size gönderdiği elçiyim. Bilin ki, Allâh’a dönüş haktır. Cennete veya cehenneme gireceksiniz. Orada ebedî olarak ikāmet ve dâimî bir hayat vardır.»

 

Hazret-i Muâz; Yemen’de yaklaşık iki yıl hizmet ettikten sonra, vazifesini tamamlayıp Medine’ye döndü. Döndüğünde Efendimiz’in dediği gibi, ancak O’nun kabrini ziyaret edebildi. Sonra hüzünlü bir şekilde tâziye için Risâlet evine uğradı. Hazret-i Fâtıma dedi ki:

 

“–Ey Muâz! Ölümü ânında Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in şöyle buyurduğunu işittim: «Muâz’a selâmlarımı iletin ve ona, ‘ulemânın imâmı’ olduğunu bildirin.»” 

 

Bunun üzerine Hazret-i Muâz; 

 

“–Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi O’nun üzerine olsun.” diye karşılık verdi.

 

Mekke fethinde Allah Rasûlü’ne yol arkadaşlığı yapmış olan Muâz bin Cebel Hazretleri’nin «İ‘lâ-yı Kelimetullah» için ortaya koyduğu mücadele rûhu ömrü boyunca hiç kesilmedi. 

 

Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh- döneminde; şehid olma arzusu ile Şam’ın fethine ortak olmak için Hazret-i Ebûbekir’den izin istemiş, Hazret-i Ömer’in bütün itirazlarına rağmen Hazret-i Ebûbekir ona izin vermişti.

 

Yermük ve Ecnâdeyn savaşlarına katıldı. Dımaşk’ın fethinde bulundu. Bir yandan da eğitim-öğretim faaliyetlerinde bulundu. Peygamber Efendimiz döneminde fetih sonrasında Mekke’ye muallim olarak gönderilmişti. Sonraki yıllarda Medine, Şam ve Filistin bölgelerinde eğitim-öğretim çalışmalarını sürdürmüş, bazı sahâbîlerle birlikte Suriye’ye muallim olarak gönderilmişti. 

 

Hazret-i Muâz, Hazret-i Peygamber döneminde Kur’ân’ı ezberlemiş az sayıda sahâbîden biriydi. Allah ve Rasûlü’ne olan aşk ve muhabbeti, onlara olan itaat ve inkıyâdı dillere destan olmuştur. O; savaş meydanlarında bir mücâhid, ilim meclislerinde de bir âlim ve muallim idi.

 

Ömrünü cihad ve tâlîm ile geçiren Muâz bin Cebel Hazretleri; Ürdün’de aile olarak vebâ hastalığına müptelâ olmuş, önce iki oğlunu ve iki hanımını kaybetmiş sonra da kendisi bir rivâyete göre 35 yaşında vefat etmiştir. 

 

Vefatı öncesinde son sözleri şöyleydi: 

 

“Sabahında beni cehennem ateşine götürecek olan bir geceden Allâh’a sığınırım! 

 

Merhaba ey ölüm! Gurbetten gelen ziyaretçi, ihtiyaç ânında gelen dost merhaba! 

 

Allâh’ım! Ben ki, beni cezalandırmandan korkardım, ama şimdi merhametini umuyorum. 

 

Allâh’ım! Sen de bilirsin ki; ben, dünyayı; akan nehirleri, dikili ağaçları için değil; aksine uzlete çekilmek, zamanın getirdiklerine sabretmek ve zikir halkalarında âlimlerle birlikte olmak için istedim.” 

 

Son nefesini verirken; 

 

Yâ Rabbî! İster boğazımı sık, ister nefesimi bitir, ister canımı al. İzzetinin hakkı için ben Sen’i çok seviyorum!” diyerek rûhunu sahibine teslim etti. 

 

Rabbimiz, İ‘lâ-yı Kelimetullah yolunda mücâhede ve mücadele vermeyi cümlemize nasip ve müyesser eylesin! 

 

Not: Bu yazının hazırlanmasında ilgili âyet ve hadislerin yanında Yûnus Emre SAYAN’ın; «Muâz bin Cebel ve Eğitimciliği» isimli makalesinden ve M. Yaşar KANDEMİR’in TDV İslâm Ansiklopedisi «Muâz bin Cebel» ansiklopedi maddesinden de istifade edilmiştir.