ALLAH YOLUNDA…

Dr. Ahmet Hamdi YILDIRIM 

 

Bir tarihte Güney Kore’ye gittik. Orada İslâm cemiyetini ziyaret ettik. Bu müessese, Diyanet İşleri Başkanlığı gibi oradaki müslümanların işleriyle alâkadar olan bir makam idi. 

 

Orada bize bir dergi gösterdiler: 

 

2006 yılında Kore’ye İslâmiyet’in girişinin 50’nci yılını kutlamışlar. 

 

–İslâmiyet Kore’ye ne zaman girmiş? 

 

–1956’da. 

 

–Hangi vesile ile girmiş? 

 

–Türk ordusunun Kore savaşına gönderdiği bir Mehmetçik vesilesiyle. 

 

Zübeyir KOÇ, Giresunlu bir gençtir. İstanbul’a okumaya gider. Ömer Nasuhi BİLMEN, Celâlettin ÖKTEN Hocaları bulur. Açılan İmam Hatip Okulu’nun ilk talebelerinden olur. Daha sonra mihrap vazifesine geçer. 1956’da Kore’de bulunan Türk ordusunda tabur imamlığı için imtihan açıldığını öğrenir. Celâl Hoca ile istişâre eder. Onun da teşvikiyle bu imtihana girer ve birincilik ile kazanır. 

 

Kore’ye varınca, müslüman askerlerin ihtiyacını karşılamak için orada bir çadır mescid inşâ eder. Varilleri üst üste dikip minare yapar. O mescidin etrafında orada ibâdet eden, dînî vecîbelerini yerine getiren askerlerle beraber 200 küsur Koreli müslüman olur. Böylelikle Koreliler İslâm ile tanışır. Müslümanların sıcak ve güzel yüzünü görürler. Zübeyir Hoca, gazetelere ilân verir. Sohbetler düzenler. Ses cihazlarını sırtında taşıyarak İslâm’ı tebliğe gayret eder.

 

Misyonerler rahatsız olurlar. Engel olmaya çalışırlar. Yabancı gazetelere mevzu olur. Amerika’da bir üniversitede Zübeyir KOÇ’un Kore’deki muvaffakiyeti tez konusu olarak incelenmiştir. Bütün bu çalışmalar sadece bir buçuk senelik bir vazife müddetinde olur. 

 

Yıllar sonra 1986’da Zübeyir Hoca hacca gider. Orada Koreli müslümanlara rastlar, hemen onlarla kaynaşır. Nasıl müslüman olduklarını sorar. Onlar şu cevabı verirler:

 

–Zübeyir Hoca diye bir imam varmış. Kore Harbi’nde bizim memleketimize gelmiş. Dedelerimize İslâm’ı öğretmiş. Allah râzı olsun. Biz İslâm’ı onun sayesinde öğrendik.

 

Zübeyir Hoca bu gençlere kendini tanıtır ve gözyaşları içinde kucaklaşırlar.

 

2009’da vefat eden Zübeyir Hoca’ya Rabbimiz rahmet ve mağfiret ihsân eylesin.

 

Biz Kore Harbi’ne NATO’ya katılmamızın bir bedeli mahiyetinde girdik. Yani o zamanki komünist bloku ile batı dünyasının çekişmesiyle alâkalı bir savaşta, din düşmanı komünizmin karşısında yer aldık. 

 

Diğer milletler kendi menfaatleri için savaşır. Müslüman ise, mazlumun yanında olmak gibi bir fazîleti hedef edinir. Bundan dolayı o mü’min askerlerimiz onların kalplerine nüfuz ederler ve İslâmiyet’in Güney Kore’ye girişi böyle gerçekleşmiş olur. 

 

Kimin aklına gelirdi ki Güney Kore’ye gidecek olan Türk askeri, Mehmetçik yanında, büyük bir mesajı taşıyacak ve Güney Kore’ye Müslümanlığı götürecek. Bugün Güney Kore’de 45-50 bin civarında yerli müslüman bulunuyor. Elbette dışardan gelen müslümanlarla bu sayı çok daha fazla. 

 

Bu girişten sonra şehidlik mefhumuna temas etmek isterim. 

 

Şimdi Güney Kore’de can vermiş olan Mehmetçikler şehid midir değil midir? Eğer böyle ulvî bir maksada hizmet etmişlerse, böyle bir gayeye tanıklık etmişse o zaman bunlar da şehid sayılırlar. Bu, hakikî şehidliktir. Orada Allah nasip etti, ziyarete gittik. Mehmetçik için bir şehidlik yapılmış; orayı ziyaret ettik, orada Fâtihalar okuduk. 

 

Şehid kimdir? Kimlere denir?

 

Şehid; öncelikle Allah yolunda, Allâh’ın kelimesinin yüce olması için, i‘lâ-yı kelimetullah için ölen ve öldürülen kimsedir. 

 

Cenâb-ı Allah, onlarla ilgili şöyle buyurmuştur:

 

“Allah yolunda öldürülenlere «ölüler» demeyin. Bilâkis onlar diridirler, lâkin siz anlayamazsınız.” (el-Bakara, 154)

 

“Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilâkis onlar diridirler; Allâh’ın, lütuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile sevinçli bir halde Rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehid kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesinin sevincini duymaktadırlar.” (Âl-i İmrân, 169-170)

 

Onlar hakkında «Ölü» ifadesini kullanmak yasak olduğundan dolayı biz şehid diyoruz. Şehid kelimesi şâhit olmakla alâkalı:

 

Allâh’ın kendisine ölmeden önce makamını gösterdiği ve gideceği yere şâhit tuttuğu kimse. Bu yönüyle şehidlik çok yüce bir gaye, yüce bir mevki.

 

Kendileri de canlarıyla, kanlarıyla Allah yolunun hakikatine tanıklık etmişlerdir. Dâvâlarını kanlarıyla imzalamışlardır. Uhud şehidleri, İstanbul fethinin şehidleri, Çanakkale şehidleri, Millî Mücadele şehidleri, 15 Temmuz şehidleri… Onlar, İslâm dâvâsına şâhitlik etmeye devam ediyorlar. 

 

Bunlar en yüce makama ermiş olan kimselerdir. Peygamberlikten sonra insanların ulaşabileceği en yüce makamlardandır şehidlik. (Bkz. en-Nisâ, 69) 

 

Şehîdin, kul hakları dışında bütün günahları Cenâb-ı Hak tarafından silinir. Âhirette Allâh’ın izniyle şefaat edeceklerdir. Kimse tekrar dünyaya dönmek istemezken, şehidler, şehidliğin mânevî lezzeti sebebiyle, tekrar tekrar ölüp dirilmeyi arzu ederler. Cesedinin toprakta çürümediğine şâhitlik edilen nice şehid hâtırası aktarılmıştır. Daha nice müjdeler vardır.

 

Peygamberlik direkt Cenâb-ı Allâh’ın seçmesiyledir ve zaten Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’le de o makam kapanmıştır. 

 

Ama şehidlik, Allah yolunda şehîd olma niyet, gayret ve azmi neticesinde biiznillâh elde edilebilecek bir makamdır. Elbette ölüm bizim takdirimizde, isteğimizde değildir. Nitekim yüzlerce çatışmaya girmiş olan Hâlid bin Velid -radıyallâhu anh- gibi «Allâh’ın kılıcı» unvânına sahip olan bir sahâbe savaş meydanlarında değil de evinde, yatağında, ölüm döşeğinde vefat etmiştir. Ama böyle olmakla beraber o da hükmen şehid sayılır. 

 

Fakat asıl hakikî şehid, savaş meydanlarında, düşman tarafından kasten ve haksız yere öldürülen âkil-bâliğ müslümandır. Aldıkları yaradan sonra bir vakit yaşayıp sonra ölenler ise hakikî şehid kabul edilmemektedir. 

 

Hakikî şehidlere; defin, tekfin gibi hususlarda özel bir muamele vardır. 

 

Hakikî şehidler, elbiseleri ile kefenlenir. Yıkanmazlar. Üzerlerindeki savaş elbisesi çıkarılmaz. Zırh gibi şeyler varsa tekrar kullanılacağı için çıkarılır ama üzerlerindeki elbise; kanları ile bırakılır, yıkanmaz. Şehid o elbise ile beraber defnedilir.

 

Hükmî şehidler kimlerdir? 

 

Hadîs-i şeriflerle anlatalım:

 

Efendimiz -aleyhisselâm- Müslim’in rivâyet ettiği bir hadîs-i şerifte ashâbına sorar:

 

“–Sizler kendi aranızda kimi şehid sayarsınız?”

 

Sahâbe efendilerimiz de diyorlar ki:

 

“–Ya Rasûlâllah! Allah yolunda öldürülen her kimse şehiddir. Bizler böyle biliyoruz.”

 

Bunun üzerine Efendimiz -aleyhisselâm- buyuruyor ki:

 

“−Şüphesiz o zaman ümmetimin şehidleri çok az kalmış olur.” 

 

Meselâ Muhammed Hamidullah Hocamızın tespitiyle, Efendimiz -aleyhisselâm-’ın ömrü boyunca savaşlarda şehid olanların sayısı 300-400 kişiyi geçmiyor. Ümmetine çok şefkatli olan Peygamberimiz, şehidlik nimetinden daha fazla mü’min istifade etsin arzu ediyor. 

 

Sahâbîler bunun üzerine diyorlar ki:

 

−Yâ Rasûlâllah! O zaman şehid kimdir? Yani sayıyı çoğaltan şehidler kimlerdir?

 

Efendimiz -aleyhisselâm- da buyuruyor ki:

 

“−Allah yolunda öldürülen şehiddir, Allah yolunda ölen de şehiddir.” (Müslim, İmâre, 51)

 

Burada «Allah için» kaydı çok mühim. Günümüzde şehid kelimesini, «herhangi bir dâvâya kendini fedâ eden» mânâsında geniş kullananlar oluyor. Demokrasi şehidi, devrim şehidi gibi… İslâm’ın bir kavramını, gayr-i İslâmî mânâda kullanmamak lâzımdır. 

 

Allah için gayret ederken ölen şehiddir. 

 

Allah için bir yere tebliğe gitmişsiniz, Allah için kardeşinizi ziyarete gitmişsiniz. Allah için ilim tahsiline gitmişsiniz. Yardımları, kurbanları dağıtmaya gitmişsiniz. Orada trafik kazası geçirmişsiniz, ölmüşsünüz. Hükmen şehid olursunuz. Hadîs-i şerif bunu anlatır:

 

“Kim Allah yolunda evinden ayrılır; sonra da öldürülür, atı ve devesi tarafından boynu kırılır, herhangi bir zehirli tarafından ısırılır veya Allâh’ın dilediği başka herhangi bir musîbetle yatağında bile ölse şehid sayılır. (Ebû Dâvûd, Cihâd, 15)

 

Yine Efendimiz;

 

“Tâunda ölen şehiddir.

 

Karın hastalığından ölen şehiddir.” buyuruyor. (Müslim, İmâre, 51)

 

Amansız hastalıkların pençesine yakalanmış, acı ve ıstırap içerisinde ölenler, onlar da şehiddirler. Bugün kanser hastalığı ve birçok hastalık var. Bunlardan ıstırap çeken birçok kardeşimiz var. Geçtiğimiz senelerde dünyayı kasıp kavuran Covid19 hastalığından nice insanımız vefat etti. Bunlar da elbette hükmen şehiddirler. Çektikleri sıkıntılar, acılar ve ıstıraplar da onlar için birer rahmet vesilesidir. Çeşitli hadislerde hükmî / uhrevî şehidler ayrı ayrı zikredilmiştir:

 

-Suda boğularak ölen şehiddir.

 

-Enkaz altında kalarak ölen şehiddir.

 

-Yangında, ateşte yanarak ölen şehiddir.

 

-Doğum esnasında ölen şehiddir. 

 

-Ailesinin nafakasını helâlinden kazanırken ölen şehiddir.

 

(Buhârî, Ezân, 32, Cihâd, 30; Müslim, İmâre, 164; Tirmizî, Cenâiz, 65, Fedâilü’l-Cihâd, 14; Ahmed, I/22, 23, II/323, 325; İbn-i Mâce, Cihâd, 17)

 

Allah yolunda can veren gelmiş geçmiş bütün büyüklerimizin, kardeşlerimizin şehâdetini Rabbimiz makbul eylesin. Şehidlerimize Cenâb-ı Allah’tan rahmet dileriz ve onları bizlere şefaatçi kılmasını niyaz ederiz.