MESNEVÎ -18-

Özlem ABAY o.abay@hotmail.com

BİZ BU ÂLEME ALLAH İLE DOST OLMAK İÇİN GELDİK!

 

Ham ervah olanlar, pişkin zâtın hâlini anlamaz. / O hâlde sözü kısa kesmek gerek vesselâm.

 

Kemâlin ne olduğunu, bu yolda çile ve meşakkat çekmiş olanlar bilir. Nâkıs, noksan insanlar bunu anlayamaz. Mevlânâ Hazretleri; kemal ehli insanları, yine kemal yolunda gayret sarf eden insanların anlayabileceğini ifade etmektedir. Sözleri; derdini anlayan ya da anlama gayretinde olanlara tesir edecektir. Anlamayan yahut anlama gayretinde olmayanlar ise bu sözlere duyarsız kalacaktır.

 

Aziz Nesefî Hazretleri «Bülûğ ve Hürriyet» risâlesinde şöyle buyurur;

 

“Âlemde mevcut olan her şeyin nihayeti vardır ve her şeyin bülûğu vardır ve her şeyin gayesi hürriyettir. Bu kelâm sana ancak bir misal ile malûm olur: Belki meyve ağaçla tamam olduğu ve nihayetine eriştiği vakit, Araplar; «Meyve hür oldu.» derler. Nihayetin alâmeti odur ki, bir şey kendi evveline vâsıl ola. Kendi aslına vâsıl olan her şey nihayete erişir.”

 

İnsan bedeninin aslı topraktır. Sonu yine toprak olur. Rûhun geldiği yer ise âlem-i ervahtır. Sonu ise yine Allâh’a dönmektir. Hâl böyle iken;

 

“BİZ BU ÂLEME ALLAH İLE DOST OLMAK İÇİN GELDİK!”

 

Âyet-i kerîmede şöyle buyurulur:

 

“Sizin dostunuz ancak Allah, O’nun Rasûlü ve îmân edenlerdir. Onlar Allâh’ın emirlerine boyun eğerek namazı kılar, zekâtı verirler.” (el-Mâide, 55)

 

Son nefesi vermeden Allah ile dost olmak, bu gönül kıvâmını yakalamak; her mü’minin en önemli hedefi ve gayesi olmalıdır. O’nun dostları ile dost olmak, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile aynîleşmek, Allâh’ın rızâsını kazanmak için önemlidir. Âyet-i kerîmede; «Dostunuz Allah’tır.» diyerek sözü bitirmiyor. Mü’minlerin Allah ile nasıl dost olacaklarını ve hangi özelliklere sahip olmaları gerektiğini beyan ediyor. Ayrıca kimlerle dostluk yapacaklarını da belirtiyor.

 

Öncelikli olarak Allâh’ın emirlerine boyun eğerek; namazı kılıp, zekâtı vermeyi emrediyor. Allâh’ın emirlerine uymada gevşek davranılmaması; Allâh’ın emirlerinden yüz çevrilip, O’na sırt dönülmemesi gerekmektedir. Allâh’ın dînine yardım konusunda; Allâh’ın gösterdiği ahlâka uymama, hükümlere aykırı hareket edip kendi beşerî aklıyla hareket etme olursa, bu fertler ve toplum için helâk sebebi olur. Bu yüzden âyet-i kerîme, yüreğimizi titretmeli ve kiminle dost olacağımıza iyi karar vermeliyiz. Yoksa farkında olmadan Allâh’ın gazabını üzerimize çekebiliriz. 

 

Din bizim için hayatta paha biçilmez bir nimettir. Biz bu dinle şeref bulacağız. Yoksa dînin bize ihtiyacı yoktur. Biz bu dîne muhtacız. Allâh’ın kudretini, kendi hevâ ve heveslerimizin önüne koyacağız. Kendimiz hakkında; «Ben olmazsam bu dîne hizmet eden olmaz!» diyerek kibir yapmayacağız. Yoksa Allah bizim yerimize; Kendini seven, emirlerine boyun eğen fert ve toplumlar getirir ve bu dîni yüceltir. Âyet-i kerîmede şöyle buyurulmaktadır:

 

“Ey îmân edenler! Sizden kim dîninden dönerse; Allah onların yerine yakında öyle bir nesil getirecek ki Allah onları sever, onlar da Allâh’ı severler. Mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı güçlü ve izzet sahibidirler. Allah yolunda cihâd ederler ve kendilerine dil uzatan hiçbir kimsenin kınamasından korkmazlar. İşte bu Allâh’ın öyle bir lutfudur ki, onu dilediğine verir. Allah, lutfu ve rahmeti pek geniş olan, her şeyi hakkıyla bilendir.” (el-Mâide, 54)

 

Allah sevgisi yüreğimizdeki en güçlü duygu olmalıdır. Allah sevgisi zayıflarsa îmânımız da zayıflar. İbâdet ve sâlih amellerimizde çözülmeler olur. Allah’la dostluk O’nun isteği dışındaki her şeye sırt dönmekle olur. İbrahim -aleyhisselâm- şöyle buyurmaktadır:

 

“Şunu bilin ki, onlar (putlar ve onlara tapanlar) benim düşmanımdır. Ancak Âlemlerin Rabbi olan Allah dostumdur.” (eş-Şuarâ, 77)

 

Allah ve Rasûlü ile dostluk; nefse muhalefet etmek, hevâ ve heveslere uymamakla olur. Tevhîdin, zikrin, ibâdetlerin tadını alabilmek için, bütün muhabbetimizi Allâh’a teksif etmemiz gerekmektedir. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hadîs-i şeriflerinde şöyle buyurur:

 

“Sizden hiç biriniz, hevâsı benim getirdiklerime tâbî olmadıkça îmân etmiş olmaz.” (Kenzü’l-Ummâl I, 217) 

 

Dostluğun özelliği kişinin sevdiğine benzemesidir. Dostlukta özelliklerin birbiriyle aynîleşmesi vardır. Dostlarımızın özellikleri zaman içinde bizde de görülmeye başlanır. Bu yüzden kimle dost olduğumuza, kimi dost edindiğimize çok dikkat etmemiz gerekir. 

 

ALLÂH’I DOST OLARAK SEÇİYOR MUYUZ?

 

Allah’tan gayrısını dost edinmek; bizim Rabbimiz’e vâsıl olmamızı engellediği gibi, elest bezminde verdiğimiz ahidden de döndürür. Bu âlemde bütün varlıkların ve mevcûdâtın bir nihayeti vardır. Her şeyin nihayeti başa dönmesidir. Bizim rûhumuzun başlangıcı elest bezmi idi, sonumuz yine Allâh’ın huzûru olacaktır. Allah’tan geldik, Allâh’a döneceğiz. Bu yüzden elest bezminde ruhlarımızın; “Sen bizim Rabbimizsin.” ahdine sâdık kalarak son nefesi vermek gibi bir hedefimiz olmalıdır. Seçeceğimiz dostlarımızda arayacağımız özellik de bu ahdine sâdık olması hususiyetidir. Allâh’a verdiği söze sâdık olmayan, bize de sâdık olmayacaktır. «Lâ ilâhe illâllah!» sırrına vâkıf olmuş, kemal sahibi insanlarla dostluk kurmak, bizi ârif insanlardan eyleyecektir. Nâkıs insan ise bu sırra vâkıf olamayandır ve hedefimize giderken bize yol kesici olacaktır. Âyet-i kerîme’de;

 

“Ey îmân edenler Allah’tan korkun ve sâdıklarla beraber olun.” (et-Tevbe, 119) buyurulur.

 

Bu emir üzere sâdık ve sâlihlerle beraber olmaya gayret etmeliyiz. Mevlânâ Hazretleri Mesnevî-i şerifte şöyle der:

 

“Nurlu kişinin aksi de aydındır, zulmette kalanın ise tamamen körlüktür. Ey ileri gören! Herkesin aksi nedir bunu bil! Dilediğin kişinin yanına otur.”

 

Hâce Ubeydullah Ahrâr Hazretleri de bu hususta şöyle demiştir: 

 

“Ağyâr ve bîganelerle beraber olmak; kalbe fütûr, rûha dağınıklık ve gönle perişanlık verir.”

 

Allah ile dostluk kuran kimse O’nun emirlerini gereği gibi îfâ eden ve O’ndan korkandır. Çünkü ölüm Rab ile vuslatımızdır. O’nun huzûruna kemal sahibi bir kul olarak dönebilmek için O’nun sevdikleri ile beraberlik üzere bir hayatımız olmalıdır. Bu da sâlihlerle hem fiilen, yani onların sohbetlerinde olarak hem de onların yaşayışını örnek alarak bir ömür sürmekle mümkündür. Kişinin şerefli olması da Allah ile dostluk kurmasıyla mümkündür. 

 

Sâlihler ve sâdıklar kâmil insanlardır. Kemâlât yolunda, onların tecrübeleri bize ışık tutacaktır. Onlar; bu dünyada, Hakk’a vâsıl olan kişilerdir. Bu yüzden bu kâinâtın pişmiş, olgun meyveleridir. Nâkıs insanlar ise Hakk’a vuslatı yaşamadıkları için ham meyvelerdir. Ham meyve ise olgun meyvenin hâline yabancıdır. Toplumda; “Üzüm üzüme baka baka kararır.” denir. Ham insanların bu kemâlât sahibi ârif insanlarla beraberliğinde, olgun insanlar yetişir. Hayat tecrübesi çok, tevhid sırrına vâkıf insanlarla beraberlik, onların meclisine katılmak, sohbetlerinde bulunmak nâkıs insanın pişmesi için en mühim yoldur. Bu; insan eğitiminde, en etkili metodlardan biridir. Onların irşad halkasına katılmak, bizim hidâyetimiz için de vesiledir. Çünkü ahlâk eğitimi kitaptan okuyarak değil, görerek ve yaşayarak olur. “Hâl ehli ile hemhâl olarak beraberlikten öğrenilir.” 

 

Âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: 

 

“Kim Allâh’ı, Rasûlü’nü ve îmân edenleri dost edinirse (bilsin ki); üstün gelecek olanlar şüphesiz Allâh’ın tarafını tutanlardır.” (el-Mâide, 56)

 

Kim Allah ile dost olursa, Allâh’ın emir ve yasaklarına uyarsa; muhakkak ki şeref ve izzet bulacaktır. Hevâ, heves, şeytan gibi Allâh’ın açık ve gizli düşmanlarına düşmanlık ancak böyle mümkün olur. Nitekim âyet-i kerîmede;

 

“Allâh’a yardım ederseniz Allah da size yardım eder…” (Muhammed, 7) buyurulmaktadır. Son nefesteki zafer ve dünya hayatındaki izzet, ancak Allâh’ın yardımı ile olacaktır.

 

Bunun için bizim de; ashâbın Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in sohbetinde yetiştiği gibi Allah ve Rasûlü’ne dost, sâlih ve sâdıkların sohbetinde olmamız gerekmektedir. Çünkü; ashab, Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in sohbetlerinde edeben ve ahlâken yetişmiştir. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in sadrından «Nebevî Eğitim» almıştır. Bizim de sâlihlerle yaşayacağımız gönül birlikteliği, olgunlaşmamız için en güzel vesile olacaktır. 

 

Emir Allah’tan geldi, hayat başladı. Dönüş yalnız O’na. Kemal sahibi insanlarda, bu duygu ile Allâh’ın ahlâkı ile ahlâklanma sırrı zuhur etmiştir. Bu da en büyük makamdır. Bize düşen de bu sırdan pay alabilmektir. 

 

Mü’min; amel-i sâlihler ve ibâdetler ile nefsini kötü hasletlerden arındırmaya, bâtınını bâtının düşmanlarına galip getirmeye çalışmalıdır. İçteki düşmana üstünlük, dıştaki düşmana da üstün gelmeye vesiledir. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-Efendimiz ve kemal sahibi kimseler, Allah ile dostluk makamında tam bir yardıma kavuşmuşlardır. Bu, Allâh’ın mü’minlere verdiği sözdür. 

 

Rabbimiz’den tam bir teslîmiyet ile dostluğunu ve yakınlığını talep edebilmemiz duâ ve niyâzı ile… 

 

Yazımıza Mevlânâ Hazretleri’nin sözleri ile son verelim: 

 

“Ey hakikat yolcusu! O gün gelip çatmadan, kıyâmet kopmadan; Hakikat Padişahı (olan Cenâb-ı Hak) ile dostluk kur da, o felâket gününde senin elinden tutsun. Zira o gün, O’nun izni olmadan senin elinden tutacak kimse yoktur. O gün insan; kardeşinden, anasından, babasından, ehlinden ve oğullarından kaçacaktır. O hâlde Hak ile dostluğu iyi anla!..”