ÎMAN SARAYI

Sami GÖKSÜN

“Sizden biriniz, kendisi için sevdiğini kardeşi için de sevmedikçe îmân etmiş olmaz.” (Buhârî, Îmân, 6) buyuran Peygamber Efendimiz, Cebrâil -aleyhisselâm-’ın; 

 

“–Îman nedir?” sorusuna şu cevabı vermiştir:

 

“–Îman; Allâh’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe îmân etmendir. Bir de kadere, hayır ve şerre inanmandır.” (Müslim, Îmân, 1, 5)

 

İşte bir insan; huzur ve saâdet kaynağı olan bu esaslara inanmakla, îman sarayına girmiş olur. Bu sarayın cümle kapısı kelime-i tevhiddir:

 

“Allah’tan başka ilâh yoktur. Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem- O’nun Rasûlüdür.”

 

İnsan için; kendine yakın olan bir Allâh’a inanmak, O’nun meleklerine inanmak, O’nun kitaplarına ve peygamberlerine inanmak, âhiret gününe inanmak, öldükten sonra dirilmeye inanmak, hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmak ve bu inancı hayatımızın her safhasına yaymak, bütün ızdırapları dindirir, bütün dertleri giderir.

 

Çünkü; 

 

Îman, kalp ve vicdanlara rahmet damlaları döken ilâhî bir duygudur. 

 

Îman, insanları her türlü hastalıktan koruyan Rahmânî bir aşıdır. 

 

Îman; pörsümüş gönülleri, kararmış ruhları, solmuş renkleri varlık aşkıyla dirilten hayat iksiridir.

 

İnsanı yeisten, kurtuluş ümidini kaybedip karanlıklarda bocalamaktan kurtaran, zâlimin zulmünü önleyip esâret zincirlerini kıran, yine îmandır.

 

Îmansızlık, ümitsizlik doğurur. Îmansızlık, insanın yıkılışını getirir. Îmansızlık; hâfızayı zayıflatır, düşünceyi köreltir, zekâyı yıkar, enerjiyi boşa harcatır. Îman nûruyla aydınlanmayan gönüller, sonbahar yaprakları gibi sararıp solmaya ve sağa-sola savrulmaya mahkûmdur.

 

Yüce Rabbimiz, kitâbımız Kur’ân-ı Kerim’de bu hususta şöyle buyurur:

 

“Kim Allâh’a ve Peygamberi’ne îmân etmezse bilsin ki, şüphesiz Biz, kâfirler için alevli bir ateş hazırlamışızdır.” (el-Fetih, 13)

 

Görülüyor ki îmansızlık; bir cehennem ticareti, bir ateşten elbisedir. Îmansızlık; huzur ve saâdete savaş açan bir şuursuzluk aksiyonu, Firavun ve Nemrut ülkelerinden esen bir esâret rüzgârıdır.

 

Bu bakımdan, hayat denilen imtihan yolculuğunda; îmansızamelsiz ve ahlâksız yaşayıp, mezar denilen âhiret tarlasında kuru kütükler gibi yanmayı beklemek, insan adını alan varlık için felâketlerin en büyüğüdür.

 

İnsanoğlu maddî ihtiyaçlarını ne kadar iyi temin ederse etsin, ister semâlarda dolaşsın ister denizlerin dibini didik didik etsin, inanmadığı müddetçe huzursuz olmaya devam edecektir. Bunun aksini düşünmek, insanlık tarihini inkâr etmektir. 

 

Zira tarih şâhittir ki; 

 

İnsan ne zaman îmandan uzaklaşmış ne zaman şehvet ve midesinin esiri olmuşsa, daima dert ve ızdırapla karşılaşmıştır. İnsanları bölüp parça parça eden, onları birbirine diş bileten; intiharları, cinayetleri, sıkıntı ve buhranları getiren çoğu zaman îmansızlıktır.

 

Bu konuda yüce Mevlâ’mız, Kur’ân-ı Kerim’de;

 

“Kim Allâh’a îmân ederse; (Allah) onun kalbine hidâyet verir. Ferahlık ve huzur verir. Allah her şeyi bilendir.” (et-Teğâbün, 11) buyurur.

 

Bu sebeple;

 

-Kim rûhunda bir sıkıntı duyuyorsa, îmâna koşsun.

 

-Kim dert ve ıstıraplarını dindirmek istiyorsa, îmânı arasın.

 

-Kim saâdet ve huzur istiyorsa, îmâna gelsin.

 

-Kim fânîlik yaralarını saracak şifâlı bir el arıyorsa, îmânı bulsun.

 

-Kim gönül bahçesinde mutluluk çimenleri yeşertmek istiyorsa, îmâna sarılsın.

 

-Kim perişanlık ve bunalımdan kurtulmak istiyorsa, Allâh’ın insanlık için seçtiği son din İslâm’a îmân etsin.

 

Düşünce, kültür, edebiyat ve sanatta en ileri olmak; insana ilâhî bir huzur, mutluluk aşılamak; kalpleri hakikatler karşısında titretmek ancak îmânın eseridir. Îman ve ibâdete rûhunu bağlayan bir mü’min, kötülük işleyemez. Dolandırıcılık, sahtekârlık, haksızlık edemez. Yalan söyleyemez, başkalarının hak ve hukukuna tecavüz edemez. Böyle bir mü’min;

 

Namazı huşû ve huzurla kılmakla, rûhunu kuvvetlendirir, mîrâca yükseltir. 

 

Oruca inanmak ve onu tutmakla, nefsini kötülüklerden uzaklaştırır ve temizler.

 

Zekâta inanmak ve vermekle, cimrilik ve mal ihtirasından kurtulur.

 

Hacca inanmak ve gitmekle, gönlündeki gurur ve esâret perdelerini yırtar.

 

Kısaca, İslâm’ın bütün emir ve yasaklarına inanmak; insana ayrı bir zevk, ayrı bir huzur verir. Bu zevk îmânın zevkidir. Bu zevk, yalnız Allâh’a kul olmanın mutluluğunu veren Rabbânî bir zevktir. Bu konuda Sevgili Peygamberimiz Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de bir hadîs-i şeriflerinde;

 

“Allâh’ı Rab, İslâm’ı din, Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i Rasûl kabul eden bir kimse îmânın zevkine varır.” (Müslim, Tirmizî) buyurarak bu gerçeğe işaret eder.

 

Bu öyle bir zevktir ki mü’min, onu hiçbir şeye değişmez. Mü’minin bu zevkini hiçbir güç ve kuvvet yok edemez. İslâm tarihi; îman zevkini tattığı, îman huzurunu bulduğu için işkenceler karşısında bile haktan, doğruluktan ayrılmayan binlerce insanın örnek tablolarıyla doludur.

 

Îmânından dönmesi için boynuna ip takılarak Mekke sokaklarında dolaştırılmak sûretiyle işkence ve eziyet edilen Hazret-i Bilâl-i Habeşî’ye; 

 

“–Allah bir, Peygamber hak!” dediren kuvvet îman değil de nedir?!.

 

Îmanlarından dönmedikleri için kılıç darbeleriyle şehid edilen ve gözlerini yumarken dahî dudaklarından huzur tebessümleri dökülen Hazret-i Yâsir ve eşine bu gücü veren îmandan başka hangi duygu olabilir?

 

İşkence ve eziyet için bir ağaca çıkarılıp kendisine taşlar ve oklar fırlatılan; 

 

“–Muhammed’in senin yerinde olmasını ister misin?” suâline:

 

“–Allâh’a yemin olsun ki, O’nun ayağına batırılacak bir diken karşılığında dahî kurtulmamı istemem.” karşılığını veren Hazret-i Hubeyb -radıyallâhu anh-’a bu sevgiyi îmandan başka ne verebilir?!.

 

Hulâsa; 

 

Kuvvet ve izzetini Allah’tan alan müslümanlar olarak, bizimle Allah arasında mânevî bir bağ olan îmanlarımızı kaybetmemek için her türlü titizliği göstermeliyiz. Bunun için şu hususlara dikkat etmemiz gerekir:

 

Müslüman îmanda devamlı ve sebatlı olmalıdır. Zira; «Bugün inanayım da yarın vazgeçerim…» şeklinde bir îman makbul bir îman değildir.

 

Müslüman, îmânında en küçük bir şüphe ve tereddüde yer vermemelidir.

 

Müslüman, İslâm’ın inanç esaslarına bütünüyle inanmalıdır. Zira; îmân esaslarından birini inkâr veya küçümseme, insanı dinden çıkarır. Meselâ; 

 

“Domuz eti artık bu asırda haram olur mu? Fâizin alımında % 1 fâiz sayılmaz veya melekleri göreyim de hele inanırım…” gibi sözler birer küfür ifadesidir. Müslüman; îmânında, Allâh’ın azâbından emniyette bulunmak veya O’nun rahmetinden ümit kesip ye’se kapılmak gibi gaflete düşmemelidir.

 

Müslüman, öleceğini kestirdiği veya kıyâmetin büyük alâmetlerinden biri vukû bulduğu zaman yapılan îmânın kabul edilmeyeceğini bilmelidir. Hiç unutmamalıyız ki;

 

İşin esası îman, ahlâkın temeli îman, terbiyenin esası îman, kurtuluşun yolu îman, huzur ve saâdetin kaynağı yine îmandır. Yüce Mevlâ’mız, cümle mü’min kullarına îman huzuru; sonunda da îman selâmetliği nasip eylesin. Âmîn…