BAYKUŞUN YUVASI

Fahri SARRAFOĞLU sarrafoglufahri@gmail.com

Kemal Bey, her pazar günü düzenli olarak İstanbul’da bulunan Belgrad Ormanlarına gider orada yürüyüş yapardı. Yürüyüş yaparken de ormanı seyrederek yürürdü. Orada bulunan hayvanlara, kuşlara; kısaca bütün canlılara muhabbetle bakar, onları severdi. Giderken yanında kuşlar için buğday götürürdü. Kendisi aynı zamanda güvercinleri ve kumruları da çok severdi. Ah evde imkân olsaydı da balkonda kumru yetiştirseydi. Gerçi her sabah arka balkona buğday veya bazen şehriye koyuyor kumruları besliyordu, ama bunu yaparken bile -hanımdan gizli gizli- sabahın erken saatlerinde yapıyordu. Çünkü eşi; «Etrafı pisletiyorlar.» diye ona sitem ediyordu. Emekli olduktan sonra Kemal Bey, pazar günlerini artık iple çekiyordu. Yürüyüşe giderken bol miktarda şehriye yahut buğday götürüyor, orada kuşlara atıyordu. 

 

Yine bir pazar günü Belgrad Ormanı’na yürüyüşe gittiğinde enteresan bir şey gördü. Geçen hafta bir kuş yuvası görmüştü. Anne kuş, yumurtaların üzerine yatmış yavrularının çıkmasını bekliyordu. Aaa… Bu hafta gittiğinde tuhaf bir şey gördü. Aynı kuş yuvasında baykuş oturuyordu. Yuvaya dikkatlice baktı ki ne görsün? Diğer kuşun yumurtalarını baykuş kenara atmış, kendi yumurtalarını yuvaya koymuş, üstelik de yuvayı sahiplenmişti… 

 

“–Aman Allâh’ım; hayvanlar âlemindeki bencillik işte bu!” diye çok şaşırdı ve üzüldü.

 

O üzüntüyle eve geldi, morali bozulmuştu, eşine anlatacaktı gördüğü manzarayı. Kapıyı eşi açtı ama bu sefer de hanımının yüzü asılmış, hani dokunsan ağlayacak cinstendi. Hanımına telâşla sordu: 

 

“–Ne oldu Seval Hanım, hayırdır? Mühim bir şey mi var?”

 

Eşi hemen anlatmaya başladı: 

 

“–Gel Bey, gel! İnsan insana nasıl bunu yapar anlamıyorum. Bizim torunumuz Kerem’in okulunun servis şoförünün hostesi hanım aradı az önce. Ağlıyordu. Serviste bulunan çocukların velilerinden birisi onu aramış, demiş ki; 

 

«–Benim çocuğum sizin serviste gitmek istiyor. Fakat servisiniz çok kalabalık. Başka bir çocuğu servise almayın da benim çocuğum sizin servise gelsin. Hem de önde gitmek istiyor öne alabilir misiniz? Koltukta rahat otursun…» 

 

Düşünebiliyor musun Bey, bir veli bunu nasıl yapar? Kendi çocuğunu rahat ettirmek için başka bir çocuğun servisten ayrılmasını istiyor. Bunu da hostes hanıma kaba bir şekilde söylüyor; 

 

«–Halledin!» diye emrederek…” 

 

Kemal Bey, ne söyleyeceğini şaşırdı. Hanımına ormanda gördüğü hâdiseyi anlatacaktı ama gerek yoktu anlatmaya. Ormanda gördüğü baykuşun hâli ile bu velinin yaptığı arasında hiç fark yoktu. O baykuş başka bir kuşun yuvasını sahipleniyordu, hem de o kuşun yumurtalarını atarak… Peki, bu insan olan ne yapıyordu. Kendi çocuğu rahat etsin diye, başka bir yavrunun servisten ayrılmasını isteyecek kadar bencilleşiyordu. Oturdu… Düşündü… Biri insan, biri hayvandı. İkisi arasındaki fark neydi o zaman? 

 

Kısaca: 

 

“Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalpleri vardır bununla kavrayıp anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hattâ daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır.” (el-A‘râf, 179)

 

Yüce Allah, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e hitâben; 

 

“Sana uyan mü’minlere alçak gönüllü davran.” (eş-Şuarâ, 215) buyuruyor. 

 

Yine Rabbimiz, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e hitâben; 

 

“Mü’minlere şefkat ve tevâzu kanadını indir.” (el-Hicr, 88) buyurarak, bizim kucaklayıcı olmamızı istiyor, bencil ve kaba değil. Aslında bu emir, sadece Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e değil; bilâkis O’nun şahsında bütün mü’minlere de verilmiş bir emirdir. 

 

Mâide Sûresi’nin 54’üncü âyet-i kerîmesinde şöyle buyurulur: 

 

“Ey îman edenler! Sizden kim dîninden dönerse bilsin ki, Allah yakında öyle bir toplum getirir ki; O, onları sever, onlar da O’nu severler. O toplum; mü’minlere karşı alçak gönüllü, Allah’tan gelen gerçekleri örtbas edenlere karşı, izzet sahibi ve şiddetlidirler.” 

 

Başka bir âyet-i kerîme ise şöyledir: 

 

“Rahmân’ın has kulları ki, onlar yeryüzünde alçak gönüllü olarak yürürler ve ne zaman kötü niyetli dar kafalı kimseler, kendilerine lâf atacak olsa, sadece; «Selâm!» derler geçerler.” (el-Furkān, 63)

 

Allah bizim kibirli, bencil olmamamızı istiyor ve îkaz ediyor: 

 

“Kibirlenerek halka surat asma ve yeryüzünde çalımlı çalımlı yürüme. Şüphe yok ki Allah, kibirlenip övünenlerin hiçbirini sevmez.” (Lokmân, 18)