FİRÂSET, MÜ’MİNİN YOLUNU AYDINLATIR!

Doç. Dr. Mustafa CANLI canli20@hotmail.com

BİR HADİS:

عَنْ أَب۪ى سَع۪يدٍ الْخُدْرِيِّ قَالَ : قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّم :
« اِتَّقُوا فِرَاسَةَ الْمُؤْمِنِ ، فَإِنَّهُ يَنْظُرُ بِنُورِ اللّٰهِ »

Ebû Saîd el-Hudrî -radıyallâhu anh-’tan nakledildiğine göre Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:

“Mü’minin firâsetinden sakının. Çünkü o, Allâh’ın nûruyla bakar.” (Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 15)

BİR MESAJ:

“Ey mü’min kardeşim! Dünya ve âhiretini firâset nûruyla nurlandır!”

Mü’min gözünde ibret,
Envâr-ı Hak, firâset,
Mü’min için açık, net;
Hâin riyâyı görmek! (Tâlî)

Firâset kelimesi lügatte; anlayış, seziş, sezgi ve kavrama yeteneğinde keskinlik gibi mânâlara gelmektedir. Istılahta firâset; bir kimsenin dış görünüşüne bakarak onun ahlâk ve karakteri hakkında tahminde bulunmak, daha geniş mânâda ise akıl ve duyu organlarıyla bilinemeyen, ancak sezgi gücüyle ulaşılan bütün bilgi alanlarını kapsayan bir melekedir.

Firâset Cenâb-ı Hak tarafından hususiyetle mü’mine bahşedilen bir melekedir:

“…Sen onları sîmâlarından tanırsın…” (el-Bakara 2/273),

“…Andolsun ki sen onları -münafıkları- konuşma tarzlarından da tanırsın…” (Muhammed, 47/30) gibi âyet-i kerîmelerde bu tür bir firâsetin kastedildiği ifade edilmektedir.

Peygamberler; fetânet sahibi olduklarından, aynı zamanda firâset sahibi insanlardır. Bu mânâda firâset, Cenâb-ı Hakk’ın bir lütuf ve ihsânıdır. Hakikatte her güzel haslet, Allah Teâlâ’nın bir ihsânıdır. Onun içindir ki serlevhâ hadîsimizde firâset sahibi mü’minin Allâh’ın nûruyla baktığına vurgu yapılmıştır.

O hâlde buradan hareketle îmanla firâset arasında bir bağ olduğunu söyleyebiliriz. Yani îmânı kavî olanın firâset ve basîreti de kavî olur. Mü’min olmayanda da firâsetli davranışlar ortaya çıkabilir ama bunlar; mü’mindeki gibi bir mevhibe-i ilâhiyye şeklinde olmayıp, belki ince zekâya sahip olmakla alâkalı hususlar olarak değerlendirilebilir.

Peygamberler, firâset bakımdan insanların en üst derecede olanlarıdır. Mü’minlerin de peygamberlerin bu güzel hasletinden hisse alıp firâsetle davranmaları lüzum etmektedir. Zira firâsetli olmak, mü’minin temel vasıflarından biridir. Firâset; Cenâb-ı Hakk’ın, îmânı derecesinde mü’min kullarının kalbine ilkā ettiği vehbî bir istîdattır.

Onun için mü’min, meselelere îman muvâcehesinden bakar. Tabiî burada Cenâb-ı Hakk’ın da yardımı söz konusudur. Bu bakımdan firâset, bir nevi nusret-i ilâhiyyedir. Hakikî mânâda îmân eden kulunu Rabbi yardımsız bırakmamış, îmânı karşısında ona firâsetli bir bakış açısı lutfetmiştir.

Serlevhâ hadîs-i şerîfimizde Sevgili Peygamber Efendimiz, mü’minin firâset sahibi olduğu için Allâh’ın nûruyla baktığını vurgulamıştır. Demek ki firâset; bir kandil gibi mü’minin yolunu aydınlatıyor, nurlandırıyor. Hakikaten olaylar karşısında firâsetli bir yaklaşım içerisinde olan insanlar, yanlış söz ve davranışlardan kendilerini emin kılmış olurlar.

Firâset sahibi insan, ibret alır. Nitekim Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, yukarıdaki hadîs-i şerîfi aktardıktan sonra;

“Elbette bunda firâset sahipleri için ibretler vardır.” (el-Hicr, 15/75) âyet-i kerîmesini okumuştur. Bazı tefsirlerde âyet-i kerîmedeki «mütevessimîn» kelimesinin bir anlamının da «firâset sahipleri» demek olduğu zikredilmektedir.

Mü’min firâset sahibidir, ince kavrayış sahibidir. Yine mü’min, bu firâseti sayesinde akl-ı selîm ve kalb-i selîm sahibidir. Görüşlerinde umumiyetle isabetlidir. Çünkü o, meselelere Allâh’ın nûruyla bakar.

Bu mânâda firâset, akl-ı selîm ve kalb-i selîm ile hareket etmektir. Firâset ile hareket eden mü’min; söz ve davranışlarını, vahyin nûruyla aydınlanmış bir akıl ile yönlendirir; kalbindeki îman nûru ile de onları bezer, yoğurur.

Firâsetin sanki hiss-i kable’l-vukû gibi bir ciheti vardır. Yani firâset sahibi mü’min, vukuundan önce işlerin nasıl cereyan edeceğini hisseder ve ona göre hareket eder. Meselâ; kelâm edeceği zaman, lâfının nereye gideceğini hesap eder öyle konuşur. Büyüklerimiz onun için;

“İki düşün bir konuş!” demişler.

Mü’min, firâset nûruyla hareket ederek isabetli bir bakış açısına sahip olur. Bu bakımdan
mü’min; meselelere bakışında, söz ve davranışlarında firâset ve basîreti elden bırakmamalıdır. Zira mü’min olmak, firâset sahibi olmayı gerektirir. Bugün cemiyette meydana gelen kargaşanın en büyük sebeplerinden birisi, firâsetten uzak söz ve davranışların vukû bulmasıdır. İnsanlar; gözleriyle görmedikleri, kulakları ile işitmedikleri olaylar hakkında hükümler verebilmekte, bu da cemiyette derin yaralar açmaktadır. Hâlbuki mü’min, görmediği ve işitmediği şeyler hususunda bir hükümde bulunmaz.

Firâset sahibi mü’min; teennî ile hareket eder, acele etmenin şeytandan, teennî ile hareket etmenin Rahmân’dan geldiğini bilir.

Mü’min; firâseti gereği hatalarını fark eder, bir daha o hatalara düşmemek için elinden geleni yapar.

Mü’min; firâset sahibidir, aldanmaz. Bir hadîs-i şerifte de buyurulduğu üzere;

“Mümin, bir delikten iki kere sokulmaz.” (Buhârî, Edeb, 83) Onun için firâset sahibi mü’min, geçmişten ders çıkarır.

Mü’min, tedbir sahibidir. Mü’min, lüzum eden tedbirleri aldıktan sonra Rabbine tevekkül eder.

Mü’min; firâset nûruyla hareket eder, bir adım sonrasını düşünerek adımlarını atar.

Mü’min, ince anlayış ve kavrayış sahibidir.

Mü’min, firâset sahibidir. Etrafında olup bitenlere ibret nazarıyla bakar. Firâsetli bir mü’min; kime, neyi, ne zaman, nasıl söyleyeceğini ve ne şekilde davranacağını iyi bilir. Zira mü’min, insanlara akıl seviyelerine göre davranır.

Firâsetin vehbî yönü olduğu gibi, tecrübeyle elde edilen bir yönü vardır. Yukarıda geçen yılan deliğinden iki kez sokulmaz hadîsinin firâsetin tecrübeyle elde edilen yönüyle alâkalı olduğunu söyleyebiliriz.

Hikmet ile firâset arasında da bir bağdan bahsedilebilir. Zira hikmetli söz ve davranışlar, firâset dolu söz ve davranışlardır. Hikmet ise mü’mine, seher ile az yemek ile az kelâm etmek ve az uyumak ile açılır. Dolayısıyla karnını tıka basa doyuran, çok uyuyan ve çok kelâm eden bir insandan hikmetli söz ve davranışlar bekleyemeyeceğimiz gibi, firâsetli davranışlar da bekleyemeyiz.

Bu bakımdan mü’min, nefsini arındırdıkça firâseti keskinleşir. Mü’min; firâseti gereği azgın nefsinin isteklerine boyun eğmez, haram ve şüpheli şeylerden kaçınır. Dünya ve âhiret işlerinden birini tercih etme noktasına geldiğinde, âhirete yönelik olanını tercih eder.

Velhâsıl firâset bir kandil gibi mü’minin yolunu aydınlatır. Firâset kandilini yola tutan mü’min; yolunu şaşırmaz, yanlış kelâm etmez. Oturmasını kalkmasını bilir. Kime, neyi, ne zaman, nasıl konuşulması gerektiğini ve nerede de susması gerektiğini iyi bilir.

Firâset sahibi mü’min, bütün mahlûkata Allâh’ın nûruyla bakar ve; «Yaratılanı severim Yaradan’dan ötürü.» der.

Bu firâset nûruyladır ki mü’min, hak ile bâtılı açık bir şekilde birbirinden ayırt eder.

Rabbimiz cümlemize firâset ve basîret lutfetsin!

Âmîn…