Ey Aziz Âhiret Yolcusu; RAMAZAN GELDİ!

Nurten Selma ÇEVİKOĞLU nurtencevikoglu@hotmail.com

Çağdaş ve modern hayat; insanın fıtratını yok etme pahasına, herkesi birbirine benzetme adına, popülist kültürü zihinlere ve davranışlara var gücüyle pompalıyor. İnsanlar ne olduğunu, nasıl olduğunu bilmeden, âdeta akan selde sürükleniyorlar. Geçmişten bu yana sanayileşme ile beraber gelen, mâneviyâtın hayattan sürülmesi hâdisesi, insanların ruh dünyalarında onulmaz, tamiri uzun seneler alacak tahribatlar oluşturmuştur

Büyüklerimizin hep vurguladığı gibi, günümüzde «âhiretsiz bir dünya» tasarlanıyor. İnsanın önüne; his ve duygunun, mâneviyat ve birikimlerinin hiç hesaba katılmadığı, tamamen istek ve arzuların peşinde ömür tüketildiği bir hayat tarzı konuyor. Gerçek şu ki; asrımızda bütün bir insanlık, «dünyevîleşme krizi» yaşamaktadır. Maalesef, uzun senelerdir beşeriyetin bütün insânî yönleri zayıflatıldı, kurutuldu, felç edildi. Bu büyük bir ahlâkî buhrandır. Neticede insan, haramlarla arasına sınır koyamadı; edep gitti, hayâ bitti, günah işleme sıradanlaştı, duyarsızlık, umursamazlık, merhametsizlik, vicdansızlık revaç buldu. Şimdi hevâ ve hevesleri peşinde ziyan olan bir insanlık var önümüzde… Hakikaten yazık oldu! Ancak bu acı tablo, bugünkü yaşanan sistemin, sonuç bilânçosudur.

Hâlbuki geçmişten geleceğe şerefli mâzîmizin bize mîras bıraktığı, bir başka tablomuz vardır bizim. O tablo; «fazîletler medeniyeti»nin inşâ ettiği, dîni yaşantının merkezine alan, ahlâk-ı hamîdiye sahibi, dünyanın arkasından gıptayla söz ettiği bir hayat tarzıydı. Bu şerefli mâzîyi oluşturan fertler; şahsî, nefsî, hevâ ve arzuları peşinde koşmamış; «Bütün bir insanlığı ihyâ» prensibinden hareket etmişlerdi. Bizim de amacımız; sizlere mâzîyi hikâye etmek, geçmişle övünmek değildir. «Onlar nasıldı? Biz nasılız? Nasıl tekrar dirilebiliriz?»e cevap aramaktır.

“Böyle bir zamanda, güçlü bir îmân iradesiyle nefsine hâkim olabilmek, kendini ve sorumlu olduğu insanları cehennemden koruyabilmek; nefis terbiyesini çok daha hayâtî bir zarûret kılıyor. Tarihimize baktığımızda görüyoruz ki, ecdâdımız; nefis terbiyesini, tekke ve dergâhlar vasıtasıyla toplumun âdeta kılcal damarlarına kadar teşmil edebilmişti. Bugün bu müesseselerden mahrum olsak da mü’min, hiçbir ahvalde, mazeret ve bahanelerin ardına saklanmamalıdır.” (Altınoluk Dergisi, Osman Nûri TOPBAŞ, Mânevî Terbiye Mektebi-Ramazân-ı Şerif, 2016, sa. 364, s. 32)

İşte şimdi şu demlerde, nefsi terbiye edebilme, gönlü diriltebilme mevsimi var önümüzde. On bir ay özlemle beklediğimiz mübârek Ramazan ayında; nice çorak kalpler mümbit bir hâle gelebilir, mânevî hayatımız ihyâ olabilir, değil mi? Neden olmasın? Sene boyu bozulan his dünyamız, Ramazan ayının ulvî zemininde ibâdet u tâatlarla, zikr u tesbihatlarla, tevbe ve istiğfarlarla düzelebilir. Zira ibâbet, rûhu tamir eder, onu yüce âlemlere kanat açtırır. Asil Kur’ân’da;

“Ramazan ayı ki, insanlara hidâyet rehberidir.” (el-Bakara, 186) buyuruluyor. Âyette vurgulandığı gibi, bu rahmeti engin ay; gafletten kurtulmanın, benlikten arınmanın, hidâyete erişmenin ayıdır. On bir aydır beklenen Ramazan ayının, ulvî gün ve gecelerinde yürekler Hakk’a açılır, ahlâklar kâmilleşir, kötü duygular ıslah edilir.

Yaşadığımız asrın menfîliklerine bulaşmamanın zeminini oluşturma adına; Ramazan ayının güç devşirme, rûhu arındırma, nefsi dizginleme temrinlerinden her müslüman istifade etmelidir. Nefsi eğitmek, hayırla donatmak, rûha seviye kazandırır. Şu hakikat ki; insan rûhu fânî zevklerden çok, bâkî lezzetlere yönelmedikçe gönlü pozitif anlamda merhale katedemez. Ramazan ayının feyizli zaman dilimleri, müslümanın ruh dünyasını ihyâ etmek için en kâmil demlerdir. Bu hususta Mevlânâ Hazretleri buyururlar:

“Ramazan geldi; artık maddî yiyeceklerden elini çek ki, gökten mânevî rızıklar gelsin. Bu ay, gönül sofrasının kurulduğu aydır. Gönlün, bedenin hatalarından kurtulduğu aydır. Gönüllerin aşk ve îmân ile dolduğu aydır.”

Gönül, ruh, zikirle ihyâ olur. Âyet-i kerîmede buyuruluyor ki:

“Onlar; ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (yani her mekân ve her zeminde) Allâh’ı zikrederler.” (Âl-i İmrân, 191) Mü’min yaşantısının hiçbir merhalesinde Hak’tan gafil olamaz, o mütemadiyen Rabbini zikreder, fikreder. Mü’minin hayat rotasını; nefsi ve onun istekleri değil, din ve onun hükümleri çizer. Mü’min istikamet insanıdır. Zerre şaşmaz, kaymaz. Müslüman, yaşadığı sürece; hem kendi hem çevresiyle olan münasebetlerinde İslâmî ölçülere riâyet ederek ve başına gelen şeylerin imtihan îcâbı olduğunun idrâki ile yaşamalı, elini-dilini-belini günahlardan korumalıdır. Peki, bu uyanıklık nasıl olacak? İşte mümbit, bereketli bir rahmet iklimi olan Ramazan ayındayız. Mü’minler olarak sene boyu büyük bir şevkle bekledik. Gönül testimizi doldurma zamanı şimdi.

Mübârek Ramazan; orucuyla, iftarları, sahurları, terâvihleri, mukabeleleri ile rûhu hayırla doldurmak için mükemmel bir vasat. Camiler, iftar sofraları, fakir-fukarâ hizmeti; gönlümüze bayram ettirecek, içimizi aşkla, şevkle, heyecanla dolduracak mü’mine özel imkânlardır. Ramazan; rûha güzel elbiselerin giydirileceği, en nezih ortamdır. Ne güzeldir müslüman olmak! Mükemmel dînimizin, insanın hâl ve ahvâline kalite katacak çok güzel temrinleri vardır. Denemeyen pişman olur. İnsan Ramazan’la bedenî ve rûhî yönde, en kâmil mânâda ihyâ olur. Ahlâk güzelleşir, Ramazan’da insan kötü bir davranış yapamaz Cenâb-ı Hak’tan korkar, çekinir. Hep yardım etmek, ibâdet etmek, gönül kazanmak ister. Bunlar güzel ahlâk sahibi olmak adına, kişiye muhteşem güzellikler katar.

O En Kâmil Ahlâk Sahibi Yüce Rasûl buyurur ki:

“Kim bu ayda hayırlı bir amel ile Rabbine yaklaşırsa, diğer aylarda bir farzı yapmış gibi sevap kazanır. Yine bu ayda bir farzı yerine getiren kimse, diğer aylarda yetmiş farzı yerine getirmiş gibi sevap kazanır.” (Beyhakî, Şuabu’l-Îmân, nr: 3608)

Bu ay, belirtildiği üzere sevapların bolca yağdığı bir bereket ayıdır. Kur’ân-ı Azîmüşşân’da;

“Kim Allâh’ın huzûruna bir iyilik ile gelirse; ona getirdiğinin on katı vardır.” buyurulur. (el-En‘âm, 160)

Hakikaten mübârek Ramazan ayında büyük ecirler mevcuttur.

Bilindiği üzere Ramazan ayı öyle verimli bir aydır ki, şerefli Kur’ân bu ayda indirilmiştir. Yine bu güzel ayda -bin aydan hayırlı-, Kadir Gecesi bulunur. Ramazan ayında okunan Kur’ân’ların, yapılan tesbihatların sâir aylara göre çok büyük sevâbı vardır:

“Ramazan ayı; insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur’ân’ın indirildiği aydır…” (el-Bakara, 185)

Bu aya mahsus olarak her yapılan amel, derecesiz karşılık bulur. Tutulan oruçlar, okunan Kur’ân’lar; o büyük din gününde mü’mine şefaatçi olacaktır.

“Kur’ân ve oruç, kıyâmet günü kullara şefaatçi olur. Oruç;

«Ey Rabbim! Ben onu gündüzleri yemekten, içmekten ve şehvetten alıkoydum. Bana şefaat hakkı ver.» der.

Kur’ân der ki:

«Ey Rabbim! Ben onu geceleri uyumaktan alıkoydum. Bana şefaat hakkı ver.» Böylece ikisi de o kula şefaat eder.” (Ahmed, II, 174)

Bunlar ne büyük müjdelerdir, ne büyük ikramlardır mü’minler için.

Ramazan denince akla ilk, oruç ibâdeti gelir. Oruç aslında, insanın özüne dönüş yolculuğudur. Yeryüzünde insanoğlu için yaratılan çeşit çeşit yiyecekler-içecekler neden belirli bir zaman diliminde yasak kılınmıştır? Bunda elbette bir hikmet vardır. Buradaki asıl maksat, müslüman kulun «takvâ»ya ulaşmasıdır. Takvâya da, nefisler terbiye edilerek ulaşılır. Orucun en fazîletli şekilde tutulması Ramazan’da kulun hedefidir. Peki, o zaman bu hedef nasıl gerçekleşir? Bu hedef ancak, Hazret-i Peygamber -aleyhisselâm-’ın tavsiyeleriyle mümkündür. Yoksa mideyi akşama kadar boş bırakıp; akşam da çeşit çeşit yiyeceklerle tıka basa doldurmak, ideal bir oruç olmasa gerektir. Orucu açarken dahî, israf edilmeden kifâyet miktarınca yenip, içilmesi istenir. Perhiz niyetiyle tutulan oruçlar da, bu minval üzeredir. Öyle makbul ve güzel oruçlar tutalım ki, cennette sadece oruçluların gireceği «Reyyân»a ulaşabilelim.

İmâm-ı Rabbânî Hazretleri buyururlar ki:

“Ramazan ayı bütün hayır ve bereketleri kendi üzerinde toplamıştır. Sene içinde herhangi bir yolla kişiye ulaşan hayır, kadri yüce Ramazan ayının bereket deryâsında bir damladır. Ramazan ayının hakkını veren ve onu râzı eden kimseye ne mutlu! Ramazan ayını küstüren ve kızdıran kimseye de yazıklar olsun! O kimse, aynı zamanda muazzam bereketlerden ve hayırlardan mahrum kalmıştır.” (4. mektup)

Ramazan’da hayırlar-iyilikler ve güzellikler ekenin daha sonraki aylarda aynı hâlleri devam ederken tam tersi de mümkündür. Velhâsıl Ramazan ayı, baştan sona hep hayırla dolu bir aydır. Bu mübârek ayın her vakti, bereket ve rahmet doludur. O hâlde;

Ey aziz mü’min; bizler insan olarak beden elbisesini giydik, ten kafesine konduk. Şu güzel Ramazan ayında ten kafesinde kurtul da, mâneviyâta yüksel, rûhunu ihyâ eyle, nefsini zapteyle. Hakk’ı râzı eyle!

Ey güzel mü’min; açlık zevkini tat, bedeninin değil rûhunun ağzını aç, yediğin her lokma seni bedenine mahkûm eder, gönlünü çorak bırakır. Hayatı, yemek ve yaşamaktan ibaret sananlar ulvî âlemlerden nasiplenemezler. Sen Ramazân’ın ulvî ikliminde ulvî âlemlere yolculuk et!

Ey asil müslüman; Ramazân’ın mübârek ikliminde ne topladıysan onların sana âhiret sermayesi olduğunu bil. İbâdet u tâatlerin, zikr u tesbihat ve Hakk’a ilticâların; bu bereketli zeminde sana derin bir anlayış, yüksek bir seziş hassâsiyeti temin edecektir. Bunlar ile aşk kapısına girilir, böylece sende irfan nûru oluşur. Bu nur, hakikat yolunun feyizli şebnemidir!

Ey güzel müslüman; Ramazân’ın her günü gökten âdeta sağanak sağanak yağan güzelliklerden gönül hazineni doldur. Bu hususta ne doldurursan kârdır, geç kalma, ihmal etme. Unutma sona kalan, donakalır. Ramazân’ın ziyafet sofrasından nasiplenemeyenler, hayatlarında istikamet bulamazlar!

Ey sevgili dost, Rabbin sana kendi rûhundan üfleyerek yaratıkların içinde en mükerrem olarak halk etti. O zaman sen de, O’na bu Ramazan en mükemmel kulluk takdim et. Aşk Kâbe’sinin üzerine devamlı yağan nurlardan hisselen, yürek enerjini depola. Ramazan ayının ziyafet sofrasına beden gözünü değil bâtın gözünü aç da; can yemeği ye, aşk şarabı iç, kemâle ve cemâle kavuş bu Ramazan.

Selam, muhabbet ve duâ ile…