SİLİK FOTOĞRAF

Dr. Halis Ç. DEMİRCAN cetindemircan2@hotmail.com.tr

Yıllar bir gözyaşı olup da kaymış,
Nurlu ihtiyarın yanaklarında.
Yapraktan saçını yerlere yaymış,
Sonbahar ağlıyor ayaklarında.

Süzüyor ufukta bir kızıl yeri,
İçi karanlıkla dolu gözleri;
Alnında akşamın ince kederi,
Sessizliğin sırrı, dudaklarında.

Yanan bir kâğıtta küçük bir satır,
Yazı gibi akşam onu karartır;
Artık o, silinen bir hâtıradır,
Bu ıssız bahçenin uzaklarında…*

Çocukluğumda; babaannemin Ankara Abidinpaşa’daki tek katlı müstakil evinin ıssız arka bahçesindeki kiler odası, en çok sevdiğim yerlerden biriydi.

Kiler, güneş ışığı almadığı için loş olur; içerisi pestiller, kurutulmuş otlar, meyveler, cevizler, fındıklar, kavanozlarda reçeller, salçalar, çeşitli baharatlar ile Mısır Çarşısı gibi kokardı.

Zaman zaman orada oturup o loşluğun içinde, o kokuların arasında vakit geçirmeyi pek severdim.

Yine böyle bir gün; kilerdeki sandıkların arasında daha önce dikkatimi çekmeyen ahşap küçük bir kutu gördüm, kapağını açtığımda içerisinde bazı silik fotoğraflar vardı.

Fotoğraflar sanki aynı kişinin değişik zamanlarda çekilmiş fotoğrafları gibiydi.

Fotoğraflara bakarken babaannem kilerden içeri girdi, elimdeki fotoğrafları görünce;

“–Benim erkek kardeşim yani babanın dayısı.” dedi.

“–Nerede kendisi?”

Hüzünlü bir şekilde derin bir; «Of!»çekti;

“–İstanbul’da yaşıyor.” dedi.

“–Bu fotoğrafları bulduğun iyi oldu; bunları artık evdeki albümümüze kaldıralım, ben de sana bir taraftan bu durumun hüzünlü hikâyesini anlatayım.” dedi.

Ve anlatmaya başladı.

“–Kardeşim Eyüp Efendi, o yıllarda bizimle yaşıyordu. Zamâne rüzgârlarına ve o genç yaşına rağmen, namazında niyazında bir genç idi.

Dönemin Ankara valisi; dedenin arkadaşıydı, dedenin hasta olduğu günlerden birinde, avenesiyle birlikte ziyarete gelmişlerdi.

Yaz olduğu için bahçede oturdular. Ben de onlara hizmet ediyordum.

O sırada kardeşim Eyüp Efendi de öğle namazını kılmış herhâlde, cami yakın olduğu için, başındaki namaz takkesini çıkarmadan eve doğru geliyordu.

Utangaç bir çocuktu. Bahçede devlet erkânından oldukları anlaşılan birilerini görünce; «Hoş geldiniz!» bile diyemeden hemen eve girdi.

Vali bey;

«–Kim bu genç, Halis Bey?» deyince deden sıkılarak;

«–Kayınbiraderim.» dedi.

Ben içeri girince ne konuştular bilemiyorum ama, o günden sonra dedenin Eyüp Efendi’ye karşı davranışları değişti.

O devirde; öyle namaz kılana, takke takana hele devlet katında pek iyi gözle bakılmazdı. Nitekim Eyüp Efendi de istenmediğini hissetmeye başladı ve İstanbul’a taşınmaya karar verdi.

Deden otoriter, sert mizaçlı bir insandı. O günden sonra bu evde onun adı anılmadı, fotoğrafları bile kilere kaldırıldı. Tabiî deden vefat ettikten sonra… Eyüp Efendi İstanbul’da düzenini kurmuştu. Şu anda da hayatını İstanbul’da sürdürüyor. Eğer İstanbul’a anneannenlere gidersek beraber ziyaret ederiz.”

O yaz İstanbul’a gittiğimizde uğradık Eyüp dayının Beşiktaş’taki evine.

Yana yatık, siyah, ucu fitilli beresiyle; bembeyaz, yakasız Şile bezi gömleğiyle; ayağında siyah, deri mestleriyle nurlu bir ihtiyar bizi karşıladı. Bize zeytin, ekmek, çay ikram etti. Benimle özel ilgilendi, misketler verdi, dizine oturtup hikâyeler anlattı.

Yazları İstanbul’a geldiğimiz zamanlar ziyaretine giderdik. Sonra vefat haberi geldi, Allah rahmet eylesin.

O dönemde Eyüp dayı ve onun gibi dindar insanların uğradığı nice haksızlıklar hatırıma geldiğinde ve bu zihniyete sahip olanların hâlâ var olduğunu gördüğüm zaman aklıma Bakara Sûresi’nin şu âyetleri gelir:

“Onlara;

«Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın!» dendiği zaman;

«Biz sadece düzelticileriz.» derler.

İyi bilin ki,

Onlar ortalığı bozanlardır;

Fakat anlamazlar.

Onlara;

«İnsanların inandığı gibi siz de inanın!» dense,

«Yani beyinsizlerin inandığı gibi mi inanalım?» derler.

İyi bilin ki,

Asıl beyinsizler kendileridir;

Fakat bilmezler.” (el-Bakara, 11, 12, 13)

Başka söze ne hâcet!

_____________________________

* «Bahçedeki İhtiyar» Necip Fazıl KISAKÜREK