YALNIZLIKTAN YAKINLIĞA…

Ali AĞIR aliagir70@gmail.com

İSYAN ÇUKURUNDAN

Gecenin nârında demlenir bir an,
Durur zaman, düğümlenir o âna…
Her şey gelip geçer, başlar ve biter.
Bitmeyen yalnızlık kalır insana… (Ali AĞIR)

Koyu bir karanlığın tam ortasında ıssız bir sahildeyim. Nem kokusunu içine çekmiş, diyardan diyara hasreti, ahları, feryatları taşıyan; nice dağları aşıp gelmiş, arada bir saçlarımı okşayan bir rüzgâr esmekte. Denizin çehresinden yakamozlar silinmiş, dilinde -duyamadığım ama hissedebildiğim- bambaşka bir kahır türküsü var.

Herkesten uzak, bir başıma, serin kumlar üzerinde yalın ayak, perperişan yürümekteyim. Tâkatim tükenmek üzere. Dost meclislerinden, muhabbet iklimlerinden sürgün edilmiş gibiyim. Sükût ve sükûnet dört yanımı sarmış. Ayazdan çatlamış ellerim, umut kırıntıları bile kalmamış, bomboş avuçlarım… Tebessümü, gönül topraklarına tohum niyetine atmıştım. Bir zaman sonra, henüz yeni filizlenirken samimiyetsizlik dolusu vurdu. Zaman buz kesti, tebessüm vurgun yedi, kayboldu.

Kirpiklerimde asılı duran ve yılların çaresizliğini taşıyan çiğ taneleri, peşindeki çağlayanların en büyük habercisi. Rûhum güz rengine boyanmış ve hüznün zemherîsinde tutsak kalan solgun bir gül. Hayal kırıklıklarından parça parça olmuş yüreğim, yaralarına neyin merhem olacağını bilmeden oradan oraya savrulup durmakta. Yüzümde; yüreğimde bir buz dağı olan acıların bir nokta kadar bile görülmeyen, hissedilmeyen izleri. Önümde darağacı, yanlarımda ve ardımda derin uçurumlar…

Zihnimi sisler sarmış, vehimler, vesveseler sağanak yağmur misali her dem yağmakta ve amansız, haşin bir şekilde yağmalamakta.

Yalnızlık… İçimde günden güne büyüyen bir çığ. Uçsuz bucaksız, vahasız bir sahrâ. Dipsiz bir kör kuyu. Çıkmaz bir sokak. Kurtulmak istedikçe daha çok saran ağ, daha çok yakan ateş, daha çok kanatan ve acıtan hançer. Çırpındıkça içine çeken girdap.

Yolumun başında bir başımaydım, heybem bomboştu. Uzun yola yalnız çıktım. Uyurken, düşünürken, konuşurken, hattâ onlarca insanla bir arada otururken, muhabbet ederken yine yalnızdım. Kırk iki yıldır hep yalnız yürüdüm, bundan sonra -ömrümün kaç yıl kaldığını bilmesem de- son nefese kadar yine yalnız yürüyeceğim. Menzilime yalnız varacağım, vardığım yerde beni yalnızlık karşılayacak. Hayattayken yalnızlığın esiri olduğum gibi gittiğim yerde de bu esâret devam edecek.

Güneş ufuklardan çekilip karanlık çöktüğünde, gölgesi bile insandan ayrılıp uzaklaşıyor ve onu bir başına, yalnızlığın o güçlü, mengene misali sıkan kollarına bırakmıyor mu?

Baharda yapraklara, çiçeklere bürünen; dallarının arasına yuva yapacak kuşlara bir anne şefkatiyle kucak açan bir ağacın, kış mevsiminde kimi vardır? Hepsi bırakıp gitmişlerdir. Yediği ayazlardan, çektiği sıkıntılardan, hissettiklerinden ve yalnızlığından kimlerin haberi olur?

Sevdiklerimizin yanımızda olması, bizimle ilgilenmeleri, bazen içten bazen de öylesine tesellî etmeleri, gözyaşlarımızı silmeleri… bizi yalnızlıktan kurtarabiliyor mu? Onlar; içimizdeki yangını, yüreğimizde kopan fırtınaları, yaşadığımız acıları ne kadar hissedebiliyor, ne kadarını yaşayabiliyorlar ki?..

Yoğun ve hüzün dolu duygular içindeyken bir şimşek çaktı ve yakınlarda bir yere bir yıldırım düştü. O kadar gürültülüydü ki; daldığım o âlem infilâk etti, beni oradan çekip çıkardı. O yıldırım sanki içime düşmüştü.

Saçlarıma ve yanaklarıma birkaç ılık damla düştü. Başımı göklere doğru kaldırdım. Binlerce yıldızın içinden biri kayıverdi. Ardından yağmur çiselemeye başladı. Başımı eğmeden gözlerimi kapattım. Kendimi yağmura, yağmurun ezgisine, sıcaklığına bıraktım.

Yağmur biraz sonra sağanağa dönüştü. Hâlâ aynı şekilde duruyor, hiç kıpırdamıyordum. Yağdı, yağdı, yağdı… Damlalar -sanki- bir yandan saçlarımı, yüzümü diğer yandan zihnimi, rûhumu ve gönlümü yıkıyordu.

Bir süre sonra bedenim ağırlıktan kurtulmuş, üzerime bir hafiflik gelmişti. Çepeçevre kuşatan karanlık ağdan kurtulmuş gibiydim. Bir an zihnime yıldırım düşercesine iki âyet ardı ardınca düşüverdi.

“Biz ona şahdamarından daha yakınız.” (Kāf, 16)

“Allah kuluna yetmez mi?” (ez-Zümer, 36)

Aynı âyetler gönlüme de cemre gibi düşüp içimi ısıtmaya başladı.

Allah -celle celâlühû-’yu aklımdan çıkarmış, O’ndan uzak düşmüştüm. Boş olan yerler herhangi bir şeyle elbet dolardı. Boş kalan yerlere şeytanın ve nefsimin vesveseleri dolmuştu. “İstiğfar ediyorum Allâh’ım, affet kulunu!”

Beni her an görüp gözeten; beni kendime, nefsime bırakmayan; binlerce nimetlerle hayatımı güzel bir şekilde devam ettirmemi sağlayan yüce bir Rabbim var. O, bana benden daha yakınken, beni yalnız, bîçare bırakmazken; O’nun beni bir başıma koyduğunu zannedip O’ndan uzaklaşarak mânâsız, saçma sapan düşüncelerle etrafıma kalın duvarlar ördüm, dünyamı bir zindana çevirdim.

Yalnızlık; zannedildiği gibi herkesten kaçıp uzaklaşmak, her şeyden kopup gitmek, münzevî bir hayat sürmek, kadere küsmek, vehimlere yem olmak değildi.

Yalnızlık; tefekkür âlemine, huzur diyarına açılan kapıydı. Gürültüden sükûta, darlıktan genişliğe, hayalden hakikate uzanan bir geçitti. Sıkıntıları hafifletmek, ağır yüklerden kurtulmak, kirlerden arınıp berraklaşmak, kendini ararken kabuktan geçip öze varmak ve inşirâha kavuşmak için bulunmaz bir fırsattı.

Yalnızlık; acziyete bürünerek gözyaşı dökmek, riyâsız ve ihlâslı bir şekilde duâ etmek, Rabbine yönelmek ve sonu rızâ olan o yolda umutla adım atarak mesafeleri eritmek, O’na yaklaşmak, yaklaştıkça yakınlaşmak için en güzel vesileydi.

Karanlık yırtılmış, sis tamamen dağılmış, esrar perdesi açılmış, şehlâ bakışlardan kurtulmuştum. Dalgalar, ayaklarımı okşamaya başlamıştı. Denizin sedâsını bu kez, hissetmenin ötesinde duymaya başlamıştım. Kahır türküsü zannettiğim şey, aslında bir niyâzın en içli nağmesiymiş. Rüzgâr, yıldızlar, bulutlar, yağmur damlaları hattâ kum taneleri; hepsi şükür hâlinde Hakk’ı zikrediyorlardı.

……….

İnsanın vesveselere mağlûp olması, onun karanlığa saplanıp kalmasına sebep olmaktadır. Karanlık ise gönle kat kat perde olmakta ve insanın nûru bulmasını, ışıktan faydalanmasını engellemektedir.

Ey gönlüm;

Gözlerini aç, karanlıktan çık, yokuşları aş, ışığa koş, nûru bul ki etrafını hâleler sarsın!
Şikâyet etmeden, oyalanmadan, asla vazgeçmeden aşkla yürü ki yolun Dost’a varsın!