MUHTEŞEM SÎRET EN MÜKEMMEL ÖRNEK HAYAT

Dr. Naif ÖZKUL
Yıllar önce, bir umre ziyaretimizde, Mescid-i Nebevî imamlarından birinin Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz hakkında îrâd ettiği bir hutbeyi dinlemiştim. Bu özlü ve güzel hitâbeyi kayıttan tekrar tekrar dinleyip tercüme ettim. Üzerine tefekkür ettim. Oradan bilgiler ve bende meydana getirdiği hissiyâtımla sizlerle paylaşmak istedim.

Hadîs-i şerifte;

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّ

Kişi sevdiğiyle beraberdir. (Buhârî, Edeb, 96) buyurulmuştur.

Dolayısıyla;

Ebedî hayatımız olan âhiret yurdunda, selâmet ve huzura kavuşabilmenin en güzel vesilesi;

•Rasûlullah Efendimiz’in sîretini, yani hikmet, fazîlet ve ibretlerle dolu hayatını öğrenmektir.

•Yine O -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hilye-i şerîfesini, şemâilini yani fizikî ve ahlâkî bütün güzellik ve meziyetlerini tanımak, sevmek ve elden geldiğince O’nu muhabbetle taklit etmek, O’na ittibâ etmektir.

Bu sebeple, müslümanların Peygamberlerini en güzel şekilde tanımaları lâzımdır. O’nun Allah katındaki şeref, kıymet ve mertebesini bilmeleri elzemdir.

Bu, bir îman vazifesidir. Çünkü Peygamberimiz buyuruyor ki:

“Nefsim kudret elinde olan Allâh’a yemin olsun ki;

Sizden biriniz, ben kendisine; anasından, babasından, evlâdından ve bütün insanlardan daha sevimli olmadıkça hakikî mânâda îmân etmiş olamaz.” (Buhârî, Îmân, 8)

O’nu hakkıyla sevmek için, elbette O’nu tanımak lâzımdır.

Fahr-i Âlem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in kıymetini en başta, Rabbimiz’in O’nu insanlığından içinden süzüp seçmesinde buluyoruz. Âyet-i kerîmede bu ıstıfâ / süzerek seçme şöyle ifade buyurulur:

“Allah meleklerden de elçiler seçer, insanlardan da…” (el-Hac, 75)

Hadîs-i şerifte buyurulur:

“İnsanlar, altın ve gümüş madenleri gibidir.” (Buhârî, Enbiyâ, 2)

Rabbimiz; Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i, bu insanlık madenlerinin en mükemmel, en kıymetli cevherinden seçip çıkardı. Böylece O’nu diğer insanlara üstün kıldı, mükerrem eyledi. Efendimiz’i şöyle medh ü senâ etti:

“Andolsun size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız O’na çok ağır gelir. O; size çok düşkün, mü’minlere karşı çok şefkatli ve merhametlidir.” (et-Tevbe, 128)

Rabbimiz, Peygamberimiz’in mübârek yolunu ve sünnetini, bizlere en güzel ölçü eyledi. Şöyle buyurdu:

“Andolsun ki, sizin için; Allâh’a ve âhiret gününe kavuşacağını uman ve Allâh’ı çok zikreden (mü’min)ler için Rasûlullah’ta en mükemmel bir örnek (üsve-i hasene) vardır.” (el-Ahzâb, 21)

O en güzel örneğe ittibâ etmemiz için, Âlemlerin Rabbi olan Allah Teâlâ; bize Rasûlü’nü övdü, methetti, tezkiye etti. O’nun yol ve gidişâtını, ahlâkını, ilmini, sözünü, fiilini, davranışlarını, hem zâhirini / dış dünyasını, hem bâtınını / iç dünyasını ayrı ayrı ifadelerle, tam bir şekilde senâ etti, O’nun her şeyiyle tertemiz, pîr ü pâk olduğunu beyan etti.

Bir bir zikredelim:

•Rabbimiz, Peygamberimiz’in aklının mükemmelliğini şöyle tarif etti:

“Arkadaşınız (Hazret-i Muhammed) sapmadı (şaşırmadı) ve bâtıla inanmadı.” (en-Necm, 2)

•Rabbimiz, Peygamberimiz’in basîretini, kalp ve baş gözünün mükemmelliğini şöyle tarif etti:

“Gözü kaymadı ve sınırı aşmadı. (O’nun mîrac ahvâlinden anlattıkları yanlış değildir. Ne gördüyse onu bildirmektedir.)” (en-Necm, 17)

İnsanlar çok çeşitli psikolojik ve fizyolojik hâllere girebilirler. Halüsinasyonlar görebilirler, akılları birtakım vesveselere dûçâr olabilir. Peygamberimiz; meleklerle görüşme, vahiy, şerh-i sadır, İsrâ ve Mîrac gibi muhteşem tecrübeler yaşadı, ancak bunlar O’nun aklî ve hissî muvâzenesini bozmadı. Düşünelim; birçok insan bunun zerresi bir hâli kaldıramayıp, ömrünün geri kalanını meczup olarak geçirebilir. Yahut yanlış değerlendirip muvâzenesini kaybedebilir. Peygamberimiz ise, akıl ve basîret olarak bütün bu imtihanlardan yüz akıyla çıktı.

Rabbimiz, Peygamberimiz’in sadrının (kalp dünyasının) mükemmelliğini şöyle tarif etti:

“(Ey Rasûlüm!) Biz Sen’in göğsünü (hikmetle doldurup) genişletmedik mi? (Ferahlatmadık mı?)” (el-İnşirâh, 1)

Rabbimiz, Peygamberimiz’in şânının yüceliğini şöyle tarif etti:

“(Ey Rasûlüm!) Biz Sen’in şânını (adının zikrini, ezan ve kāmetlerde okunmakla) yüceltmedik mi?” (el-İnşirâh, 4)

Rabbimiz, Peygamberimiz’in sıdkının / doğruluğunun mükemmelliğini şöyle tarif etti:

“O, (asla kendi) arzusuna (ve hevesine) göre konuşmaz.” (en-Necm, 3)

Rabbimiz, Peygamberimiz’in ilminin sağlam temelini şöyle tarif etti:

“O’na (Kur’ân’ı ve İslâmiyet’i) kuvvetleri pek çok olan (Cebrâil) öğretti.” (en-Necm, 5)

Peygamberimiz; kırk yaşına kadar ne şiir söylemiş, ne hitâbede bulunmuş, ne de kabîlesi içinde liderlik gibi bir vasıf göstermişti. Tertemiz ahlâkıyla, câhiliyyenin her türlü kirinden uzak, sade bir hayat yaşıyordu.

Ancak Rabbimiz’in vazifelendirdiği Cebrâil’in tâlimiyle, her hususta muazzam muvaffakiyetler sergiledi. Şanlı kumandanların gerçekleştiremediği zaferlere imza attı. En âlim kişilerin yetiştirmeye muvaffak olamadığı talebeler yetiştirdi. Muhteşem hitâbeler verdi.

Rabbimiz, Peygamberimiz’in hilmi ve şefkati hususundaki mükemmelliğini de şöyle tarif etti:

“…(O Peygamber) mü’minlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir.” (et-Tevbe, 128)

Bu âyetlerdeki Raûf ve Rahîm sıfatları aynı zamanda, esmâ-i hüsnâda mevcuttur. Yani bu sıfatlarla, Rabbimiz kendi Zâtını da tavsif buyurmaktadır. Rabbimiz, başka hiçbir peygamber için bu iki sıfatı zikretmemiştir.

•Rabbimiz, Peygamberimiz’in ahlâkının muhteşemliğini ve azametini ise şöyle tarif etti:

“Muhakkak ki Sen (Rabbinin inâyeti ve terbiyesiyle) gerçekten yüce bir ahlâk üzeresin.” (el-Kalem, 4)

Şimdi, bu güzel tezkiye ve sıfatlardan sonra, tarihî akış içerisinde Rasûlullah Efendimiz’in beşeriyete gönderilişine bakalım:

Allah Teâlâ; insanlığı yaratmış, imtihana tâbî tutmak üzere, yeryüzüne göndermişti. Rabbimiz, ilk insandan itibaren peygamberler ve ilâhî vahiyle insanlığı irşâd etti. Mîlâdî altıncı asra geldiğimizde; şeytanların tasallutuyla, yeryüzünde hak dinler tahrif edilerek ortadan kalkmıştı. Şeytanlar; insanları şirke düşürmüşler, Allâh’ın helâl kıldığını haram, haram kıldığını helâl göstermiş, insanları hak dinden uzaklaştırmışlardı. Rabbimiz cihâna nazar ettiğinde, Araplar ve diğer insanların hepsini dalâlet içinde görüp gazap etmekteydi. Yeryüzünde hak ve hakikat üzere, sadece ve sadece Âhirzaman Peygamberi’ni bekleyen belki bir avuç ehl-i kitap bakiyesi vardı.

Hak Teâlâ, bu karanlığı nûra döndürmeyi murâd etti. İnsanlık cevherinin en nefisi, beşeriyet madeninin en kıymetlisi olarak, şeref ve izzet levhası bir zâtı, hayır ve fazîlet menbaı bir şahsı, yani Kureyş kabîlesinden, Hâşimoğulları boyundan, Abdülmuttalib oğlu Abdullah oğlu Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i peygamber olarak seçti. O’nun zuhûru için, mekânların da en fazîletlisi olan Mekke’yi tayin buyurdu. Âhirzaman Nebîsi; vahiyle şerefyâb olan, Ümmü’l-Kurâ / şehirlerin anası, yani en kadîmi olan Mekke-i Mükerreme’de doğdu ve yetişti.

Rasûl-i Ekrem Efendimiz’in hayatının çok mühim hâdiselerini, yıl yıl şöyle hulâsa edebiliriz:

•Mîlâdî 571’de (Fil Yılı’nda) Rebîülevvel’de doğdu.

Peygamberimiz’in hayatı çilelerle doluydu. Henüz kendisi anne karnında iken, babası Abdullah vefât etti. Peygamberimiz, anne ve babasının biricik evlâdı idi. Kız veya erkek kardeşi olmadı.

•576’da annesi Âmine vefât etti. Efendimiz 5-6 yaşlarındaydı. Bakımını dedesi Abdülmuttalib, üzerine aldı.

•578’de dedesi Abdülmuttalib de vefât etti. Amcası Ebû Tâlib; Efendimiz’i uhdesine aldı ve bu tarihten, vefât ettiği 619’a kadar O’nu himaye ve müdafaa etti.

•583-595: Peygamberimiz, ticareti öğrendi. Amcalarıyla birkaç kez Şam’a ve Yemen’e yolculuk etti. Bu dönemde zaman zaman koyun da güttü.

•595’te Hazret-i Peygamber, Mekkeli varlıklı dul hanım Hatice bint-i Huveylid -radıyallâhu anhâ-’nın ticaret kervanını idare etti.

•596’da Peygamberimiz’in ahlâkına, dürüstlüğüne ve bütün meziyetlerine hayran olan Hazret-i Hatice’nin teklifiyle, Rasûlullah onunla evlendi. Hazret-i Hatice, Peygamberimiz’in en kıymetli yardımcısı oldu.

Mısırlı Mâriye’den dünyaya gelen İbrahim hariç, Peygamberimiz’in bütün çocukları Hazret-i Hatice Vâlidemiz’den dünyaya gelmiştir. (Kāsım 598, Zeyneb 600, Rukiye 604, Ümmügülsüm 608, Fâtıma 609, Abdullah ?)

•610’da; kırk yaşını aşmış bulunurlarken, Cenâb-ı Hak, onu Hâtemü’l-Enbiyâ / Peygamberlerin Sonuncusu olarak gönderdi.

•610-622: Rasûlullah Efendimiz; tevhîde ve şirkten arınmaya davet etti. Hayırlı ve güzel hasletleri kuşanmaya teşvik etti. Emr-i bi’l-mârufta bulundu. Yani iyiliği emretti. Nehy-i ani’l-münkerde bulundu. Yani kötülüğü, zulmü ve fesâdı men etti.

On üç sene; gizli ve açık, gece ve gündüz insanları davete devam etti. Onların çoğu ise bu kutlu daveti duymamak için; parmaklarıyla kulaklarını tıkadılar, kibirle elbiselerine büründüler, kibirlendikçe kibirlendiler. Haddi aştılar. İnatçılık ettiler. Peygamber’i yalanladılar, O’na eziyet ettiler, O’nunla alay ettiler, O’nu -hâşâ- sihirbazlıkla, kâhinlikle ve delilikle itham ettiler.

Peygamberimiz’e tâbî olan ve O’na yardım etmeye çalışanlara ise; âdeta belâ yağdırdılar, işkenceler ettiler, Habeşistan’a hicrete mecbur ettiler. Hâlbuki onların, Azîz ve Hamîd olan Allâh’a îmân etmekten başka bir suçları (!) yoktu.

•622’de Allah Teâlâ, Peygamberi’nin ve mü’minlerin, Taybe / tertemiz belde diye de adlandırılacak olan Medine’ye hicret etmelerine izin verdi. O münevver şehir; îman yurdu, îmânın sığındığı yer oldu. O şehrin îmanla müşerref olan halkı da, Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e ve muhâcirlere ensar / yardımcılar oldu.

Ensar hakkında âyet-i kerîmede buyuruldu:

“Daha önceden Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine îmânı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine göç edip gelenleri (muhâcirleri) severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık (çekememezlik) hissetmezler. Kendileri zarûret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden / hırsından korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (el-Haşr, 9)

İslâm devleti; Medine’de kısa bir müddet içinde, kuruldu ve gelişti. Hükümler ardı ardına nâzil oldu. Ahit ve misaklar sağlamlaştı.

Medine döneminde 10 yıl boyunca; yeryüzünün var oluşundan beri görmediği hâdiseler, gazveler meydana geldi. Şeriat vaz‘ edildi. Tarih; başlangıçtan bugüne, böylesi bir dönem, böylesi bir nesil görmedi.

O nesil ki;

Hak ve hakikati ayakta tutmakta birinci,

Sırât-ı müstakîme en muvâfık bir hayat yaşayan,

Allâh’ın en sevdiği insanlar topluluğu, yani sahâbe-i kiram… Cenâb-ı
Hak, cümlemizi o şanlı nesle ihsân ile ittibâ edebilenlerden eylesin.

Bu on yıl boyunca, Hak Teâlâ; Medine döneminde, dînini ikmal ve nimetini itmâm eyledi. İnsanlar geniş kalabalıklar hâlinde İslâm ile müşerref oldular. Arap Yarımadası’nın dörtte biri İslâm’a girdi.

Bu dönemin hâdiseleri de kronolojik olarak şöyle hulâsa edilebilir:

•Hicretin 1’inci yılı (622-623): Hicretin akabinde;

➢Peygamberimiz Mescid-i Nebevî ve hücreleri inşâ etti.

➢Muâhat yani ensar ve muhâcirler arasında kardeşlik anlaşmasını tesis etti.

➢İlk ezanın okunmasına karar verdi.

•Hicretin 2’nci senesi:

➢Beyt-i Makdis’e doğru olan kıble, Kâbe’ye tahvil oldu.

➢Ramazan orucu farz kılındı. Sadaka-i fıtır vâcib oldu.

➢Bedir Zaferi gerçekleşti. (624)

➢Peygamberimiz’in kızı, Hazret-i Osman’ın zevcesi Rukiye Vâlidemiz vefât etti.

➢Peygamberimiz; Hazret-i Âişe ile, Hazret-i Ali de Hazret-i Fâtıma ile evlendi.

•Hicretin 3’üncü senesi (624):

➢Uhud Harbi.

➢Hazret-i Osman, Peygamberimiz’in kızı Ümmügülsüm ile evlendi.

➢Hazret-i Hasan dünyaya geldi.

•Hicretin 4’üncü senesi:

➢Benî Nadîr Gazvesi, Recî, Bi’r-i Maûne fâciaları. (625)

➢İçki ve kumar haram kılındı.

•Hicretin 5’inci senesi:

➢Tesettürün farz kılınması.

➢Zâtü’r-Rikâ Gazvesi. (626)

➢Hendek ve Benî Kureyza Gazveleri. (627)

➢Müreysî Gazvesi ve teyemmümün teşrii.

•Hicretin 6’ncı senesi:

➢Hudeybiye Antlaşması, Bey‘at-i Rıdvân. (628)

•Hicretin 7’nci senesi:

➢Hayber’in fethi. (628)

➢Umretü’l-Kazâ. (629)

•Hicretin 8’inci senesi:

➢Mûte Harbi (629), Zâtü’s-Selâsil Seriyyesi.

➢Mekke’nin fethi (630), Huneyn, Evtas Gazveleri.

➢Peygamberimiz’in oğlu İbrahim’in dünyaya gelmesi.

➢Peygamberimiz’in kızı Zeyneb Vâlidemiz’in vefâtı.

•Hicretin 9’uncu senesi:

➢Tebük Seferi. (630)

➢Haccın farz kılınması, Hazret-i Ebûbekir’in hac emîrliği ile ilk İslâm haccının îfâsı. (631)

➢Peygamberimiz’in kızı Ümmügülsüm’ün vefâtı.

➢Necâşî’nin vefâtı.

➢Arap kabîlelerinden elçilerin art arda gelerek bağlılıklarını bildirmeleri.

•Hicretin 10’uncu senesi:

➢Peygamberimiz Vedâ Haccı’nı îfâ etti. (632)

➢Peygamberimiz’in oğlu İbrahim vefât etti…

Rasûlullah Efendimiz’in hayatının bu kronolojik sıralanışında da nice hikmetler var.

•Yetim olarak dünyaya gelen Efendimiz, küçük yaşlarda anne ve dedesini kaybediyor. Hayatı boyunca da evlâtlarını bir bir kaybediyor. Hazret-i Fâtıma hâriç bütün evlâtlarını bizzat defnediyor. Mübârek torunları da, Peygamberimiz’in vefâtı esnasında henüz 5-6 yaşlarındalar.

•İslâm’ın Mekke ve Medine dönemlerindeki hâdiselerin, hükümlerin tertibinde de hikmetler var. Mekke döneminde tamamen îman ve akāid pekiştirilirken, hükümler Medine döneminin ilerleyen yıllarına serpiştirilmiş. Gönüllerin hazırlanması için büyük bir ihtimam var.

•Mekke devrinde devamlı çile, Medine döneminde devamlı gayret ve hareket var. Seferlerin biri bitip biri başlıyor.

•Hicretin 11’inci senesi: (Haziran 632)

Nâzil olan Nasr Sûresi’nde Rasûlullah Efendimiz’e İslâm’a giren büyük kalabalıkları gördüğünde, hamd, tesbih ve istiğfâr etmesi emrediliyordu. Bu, vazifenin tamamlanarak Rabbe dönüşün bir işaretiydi. «Arz»ın üzerinde kim varsa elbette fânî idi. Her nefis ölümü tadacaktı.

➢Vedâ Haccı’ndan dönen Rasûlullah Efendimiz rahatsızlandı. Cenâb-ı Hak, O’nu muhayyer bırakmıştı. Lâkin O;

“–Allâh’ım! Refîk-i âlâyı (isterim!)” diyerek Rabbine kavuşmayı tercih etti. (Buhârî, Meğâzî, 83; Ahmed, VI, 126)

Sonunda ayrılık vakti geldi; ümmetine son vasiyetlerini bildirdi, onlardan helâllik aldı, vedâ etti.

O’ndan ayrı düşmekle, âdeta dünya karardı, yıldızlar söndü. Nasıl sönmesin ki? Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in irtihâliyle, yeryüzünde vahiy kesilmiş oldu. Bu acı haberle müslümanlar sarsıldı. Kimisi dehşete kapıldı, kimisi baygın düştü. Kimisinin ayakta durmaya mecâli kalmayıp yere çöktü. Kimisinin âdeta aklı ve dili tutuldu, konuşamaz oldu.

Enes -radıyallâhu anh- anlatır:

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Medine’ye girdiği gün, her şeyi nûra gark etmişti. Vefât ettiği gün ise, her şey karanlığa gömüldü. (Tirmizî, Menâkıb, 3618)

Lâkin yüce Allâh’ın kanunu böyleydi.

Hazret-i Ali ne güzel söylemiştir:

“Ölüm ne baba bırakır ne evlât!.. Ne genç der, ne yaşlı!.. Eğer Hazret-i Allah, birini ölümsüz kılacak olsaydı, Peygamberi’ni ölümsüz eylerdi. Fakat O dahî ümmeti içinde bâkî kalmadı.”

Yâ Rabbî!..

Sen’den sâdıkâne muhabbetini niyâz ederiz. Rasûlullah Efendimiz’i samimiyetle, hakikatle sevebilmemizi nasîb eyle!..

Yâ Rabbî!..

Rasûl-i Ekrem’ini mükâfatlandırdığın en hayırlı mükâfatlardan bizi de nasiplendir!..

Bizi lutf u kereminle O’nun ümmeti eyledin. Âhirette de O’nun civarında olanlardan eyle!.. O’nun şefaatine nâil olanlardan kıl, O’nunla beraber haşrolunanlar zümresine ilhâk eyle!.. Rahmetin vesilesiyle, bizi en yüce cennetlerinde O’nunla buluştur ey Merhametlilerin En Merhametlisi!..

Peygamberimiz Efendimiz Muhammed Mustafâ’ya, âline ve ashâbına salât ve selâmlar olsun!..

Âmîn!..