İSTİRİDYENİN BAŞARISI…

Fahri SARRAFOĞLU sarrafoglufahri@gmail.com

İstanbul’a yeni gelmiş genç delikanlı Fatih Camii’nin avlusunda oturmuş, -hani derler ya- kara kara düşünüyordu. Üniversiteyi kazanmış, fakülteye de kayıt yaptırmıştı. Fakat işler bu kadarla bitmiyordu ki; önce kalacak yurt bulacaktı, bulamazsa belki de ev ayarlayacaktı. Sonra; kitap parası, yol parası, yiyecek-giyecek derken, içi git gide daralıyordu. Çünkü evin dört çocuğundan biriydi ve diğer kardeşleri de memlekette okuyordu. Gurbete çıkıp okuyan ilk kendisi olduğu için, kafasının içinde düşünceler gidip gidip geliyordu. Kuytu bir kenar bulsa da şöyle doya doya ağlasaydı. İçinden öyle ağlamak geliyordu ki; gözleri yaşardı ve tam ağlayacakken, sırtına bir el dokundu.

Hemen arkasını döndü, orta yaşlı biri ona şemsiye uzatıyordu:

“–Evlât! Ne kadar dalmışsın? Bak yağmur yağıyor, farkında bile değilsin. Gel şemsiyenin altına da ıslanma haydi!..” Gerçekten de yağmurun başladığını fark etmemişti bile. Gözünden damlayan yaş, yağmur damlaları ile birleşerek yere düştü. Yere düşmesi ile de sanki içinde bir ferahlık, bir sevinç hissetti. Kendisine şemsiye uzatan adam gülerek ona bakıyordu, bu kitaplarda adı geçen İstanbul beyefendisi olan mıydı? Hep duymuştu bu kelimeyi, ama ne olduğunu da açıkçası bilmiyordu.

Birazdan yağmur dindi ve orta yaşlı, iyi giyimli, güler yüzlü adam gence seslenerek;

“–Evlât; haydi gel, sana çay ve simit ikram edeyim. Bak yaz yağmuru bu, çabuk geçti, hemen güneş açtı. Şurada kapalı bir mekân var Fatih Camii’nin avlusunda, oraya geçelim…” dedi. Genç cevap bile veremedi… Aslında ne iyi olurdu, sıcacık bir çay ve simit… Açıkçası acıktığını bile unutmuştu. Sadece tebessüm etti ve İstanbul beyefendisi olarak isim verdiği adamı takip etti. O güler yüzlü adam, hemen oradan iki simit ve çay aldı. Beraberce yemeye başladılar. O güler yüzlü adam, birden kendiliğinden konuşmaya başladı;

“–Benim ismim Muhittin. Senin ismin ne evlât?” dedi.

Genç cevap verdi:

“–Benim ismim Ayhan efendim.”

“–Peki Ayhan, istiridye nedir bilir misin?”

“–Bir deniz hayvanı efendim, öyle biliyorum ama hiç görmedim.”

“–Bak evlât, istiridyelerin içindeki inci bir servet kaynağıdır. İstiridyeler kabukları arasında kalan kum veya kurt gibi yabancı maddeleri sedef salgılarıyla örterek inci meydana getirirler. İnci iki-üç yılda meydana gelir. İnci, hiçbir zaman içine giren o maddelerden şikâyet etmez. Hemen içinde bulunan cevheri çalıştırır. Allah -celle celâlühû-; ona bir güzellik lutfetmiş, bir özellik ihsan etmiş, istiridyeye sedef salgısı imkânı vermiş. O da içine giren her yabancı maddeyi bu şekilde sarıp sarmalıyor, kendisine onun zarar vermesini önlüyor. İşte bizim de içimize Rabbimiz’in izni ile özel birçok nimet ihsan edilmiş, özel birçok imkânlar vermiş Rabbimiz. Akıl, zekâ, sıhhat, afiyet vb. ama en önemlisi evlât «TEVEKKÜL». İnsanoğlu önce tedbirlerini alır, gayret eder, sonra tevekkül eder. Mü’minler ancak Allâh’a güvenip tevekkül ederler. Bize lâzım olan; üzerimize düşeni yapıp, gerisini Allâh’a bırakmaktır. Gelecek olan ve bilinmeyen kader üzerine fantezi kurmamalıyız.

Muhittin Bey; tatlı ve güzel anlatımıyla, gencin rûhunu âdeta yağmur damlaları gibi yıkamıştı. Sözlerini bitirdi ve yine tebessüm ederek, gençten müsaade alarak gitti. Başka hiçbir şey demedi. Ona söylenmesi gerekeni kısa ve öz zaten söylemişti.

Genç düşündü ve içinde bir ferahlık hissetti. Öyle ya; okul kaydını yaptırmıştı, yurt başvurusunu da yapmıştı. Burs için gerekli yerlere de başvurusunu yaptı. Tembel tembel oturup da gökten para yağmasını beklemiyordu ki. Adam haklıydı; «Üzerine düşeni yap, sonra tevekkül et.» Tevekkül tembellik değildi, tam tersi çalışmadan tevekkül tembellikti. Hem bak; Rabbi ona böyle nasihat edecek birini göndermişti, ne büyük bir nimetti bu. Genç, Allâh’a şükrederek ayağa kalktı ve şükür namazı kılmak için Fatih Camii’ne girdi.

Kısaca:

“Allah size yardım ederse, sizi yenecek yoktur. Eğer sizi yardımsız bırakırsa, artık ondan sonra size kim yardım edebilir? Mü’minler ancak Allâh’a güvenip dayansınlar.” (Âl-i İmrân, 160)

“Gerçek mü’minler ancak o mü’minlerdir ki; Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir, âyetleri okunduğu zaman bu onların îmanlarını artırır. Ve bunlar yalnızca Rablerine tevekkül ederler.” (el-Enfâl, 2)