Hak, Hukuk, Adâlet ve Merhametle Tarihe ve Cihana Yön Verenler; HANGİ MEKTEPTEN MEZUN?

M. Ali EŞMELİ seyri@seyri.com seyri@yuzaki.com

İnsanlığa nefes aldıranlar, müstesnâ bir terbiye ile yetişmiş olan sîmâlar.

Tarih boyu büyük zulümlerin ve kargaşaların amansız kıskaçlarından gönülleri çekip kurtaran kudretli ve dirâyetli kimseler, mükemmel derecede yetişmiş, çok güçlü eğitilmiş kimseler.

Hak ve bâtılın birbirine karıştığı hengâmlarda şaşıranlara, azıtanlara, helâke yuvarlananlara ve gaflet girdaplarında perişan olanlara, gerçek bir yol rehberliği yapan, onları azap rotalarından kurtarıp cennet istikametine döndüren yüksek şahsiyetler, çok husûsî yetişmiş, iç ve dış âlemleri mârifetullah ile inşâ edilmiş karakterler.

Menfaat ve bencillikle boğulan beşeriyet atmosferine fazîlet ve diğergâmlık nefesleri aldırabilenler, yüce ölçüler içerisinde en muvâzeneli şekilde yetişmiş kimseler.

Geçmişten geleceğe;

İnsanlığın ihyâsı ve irşâdı ancak o yetişmiş kimseler sayesinde gerçekleşti.

O kimselerin;

Kimi çoban, kimi sultan, kimi âlim, kimi derviş, kimi sanatkâr, kimi bir baba yahut anne yahut evlât.

O kimselerden;

Çoban olanlar, dağ başında bile destanlar yazdı. Fatih olanlar, tarihlere ve medeniyetlere yön verdi. Âlim olanlar, bütün cihanı ilim ve irfan ile donattı. O yetişmişler kervanı içinde yer alan anne-babalar, gerçek ebeveynler oldular. O yetişmişler kervanı içinde yer alan evlâtlar da, gerçek nesiller hâlinde inkişâf ettiler.

Peki onlar;

Hangi mektepten mezun oldu?

O sîmâları, o şahsiyetleri, o âbideleri, o fatihleri, o çobanları, o merhametli gönülleri, o kurtarıcı rehberleri, o sımsıcak şefkatleri, o emsalsiz yiğitleri, o mâneviyat pehlivanlarını, o hakikat ve hidâyet kahramanlarını, o âlimleri, o dervişleri, o mürşidleri, o ârifleri, o Hak dostlarını, o ehl-i Kur’ân’ı, o ehl-i cenneti, o müstesnâ ruhları, hâsılı isimli-isimsiz o muhteşem insanları hangi mektepler yetiştirdi?

Fazîletler medeniyetinin en zirve dehâlarını hangi mektepler doğurdu?

Düşmanları bile hayran bırakan İslâm ahlâkımızın en güzîdelerini en tarifsiz özelliklerle hangi mektep gönül gönül yoğurdu, hangi mektep göz göz yoğurdu?

Hangi mektep o özleri yoğurdu?

Yine nesil nesil ihyâ olmak için görmek lâzım.

Dış bakışla belki türlü türlü tahsil var. Adları şişkin, reklâmları büyük nice üniversiteler var. Onca eğitim ve öğretim ortamları var. Çoğu yetiştiricilik ve terbiye durumları itibarıyla maalesef dediriyor. Maalesef, gönül yetiştirebilen mektepler değil. Maalesef, evlâtları yetiştiremiyorlar, aksine fevç fevç tüketiyorlar.

Peki;

Tüketmeyen, gerçek yetiştiren mektep hangisi?

Dağ başındaki çobanı bile nice allâmeden daha basîretli yapan mektep nedir?

Küçücük Mehmed’den kocaman bir fatih çıkarabilen mektep, hangi mektep, nasıl bir mektep?

İşte o mektep mühim.

İşte o mektep;

İslâm medeniyetinin özü ve can damarı.

Allâh’ın tesis ettiği îman ve hidâyet mektebi o. Rasûlullâh’ın tesis ettiği en mükemmel ahlâkın, fazîletlerin, kulluk ve kemâlâtın muazzez mektebi o.

O mektep;

Gönülleri takvâ ile harman eden bir aşk-ı ilâhî mektebi.

O mektep;

«Lebbeyk yâ Rasûlâllah!» iştiyâkı ve fedâkârlığıyla yaşatan bir aşk-ı Rasûlullah mektebi.

O mektep;

Allah yolunda sâdıklarla ve sâlihlerle beraberliğin mektebi. Hak dostlarının feyiz ikliminde beşeriyeti ilâhî kelâm ile yeşerten sohbet mektebi.

O mektep;

Sır ve hikmetlerin inci inci kalpleri işlediği mâneviyat mektebi.

O mektep;

Tüm mekteplerin kaynağı olan hakikatli bir aile mektebi.

İnsanın yaratılış sırrının gerçekleştiği ve ahsen-i takvim edecek hasletlerle donandığı bir cennet yuvasının mektebi.

İlim, mânâ ve dirâyet, merhamet, şefkat ve kardeşlik, muhabbet, adâlet ve hakkın tahsil edildiği bir ehl-i beyt mektebi.

Gurbet âleminden vuslat âlemine yolculukta kalplerin kanat kanat etrafında döndüğü, pervâne olduğu bir beytullah mektebi.

Çöl gibi bir hasret devranından firdevs gibi bir rahmet limanına açılan bir Bâb-ı Selâm’ın ardında âşıklar kafilesinin durağı ve sıddıklar halkasının burağı mesâbesinde bir Ravza-i Peygamber mektebi.

O mektep;

Adına takvâ denilen, tabir olarak tasavvuf diye de ifade edilen bir gönül mektebi.

•İnsanın kalben tezkiye olduğu, mânen ve aklen arındığı bir mektep.

•Kadı Mahmud’u Hazret-i Hüdâyî yapan mektep.

•Molla Celâleddin’i Hazret-i Mevlânâ yapan bir mektep.

•Hakikî aşk ile gerçek muhabbeti ve vecdi öğretip yaşatan o mektep.

İçinde;

Cennet ve cehennemin temâşâ edildiği ve ebediyet hazırlıklarının ona göre şekillendiği bir mektep.

O mektep;

Bu fânî ömrü, esas hayatın hakikatine dönüştürmenin öğrenildiği bir mektep. Gel-geç bir dünyada hüsrana düşmeden yaşayıp da ebedî dünyada sonsuz rahmet ve lütuflara mahzar olabilmenin tahsil edildiği bir âhiret mektebi. Ölümü güzelleştiren bir mektep.

O mektep;

Cennetin yolu üzerinde kurulmuş olan kıldan ince ve kılıçtan keskin sırâtı / köprüyü azâb-ı nâra yuvarlanmadan geçebilmeyi tâlim eden bir mektep.

Yani o mektep;

«Geliş Allah’tan, dönüş Allâh’a…» gerçeği etrafında kulları sırât-ı müstakîm üzere dosdoğru yaşatan, sonunda da yüce Allâh’a vâsıl eden bir mektep!

O mektepten mezun olanların adı:

Fatih, Yûnus, Mevlânâ, Hüdâyî, Seyid Onbaşı ve daha nice emsalsiz sîmâlar.

Çünkü;

O mektebin mezuniyet kalitesi, çok yüksek.

Zaten en güzel ayna, mektebin mezuniyet kalitesi. O aynada insanın gerçek şahsiyeti temâşâ edilir. Diploması çok süslü, insaniyet kalitesi çok düşük kimseler şahsiyet itibarıyla sınıfta kalırlar. Bu sebeple asıl diploma, insaniyet aynasında alınan diplomadır.

O aynada;

“‒Ben sana vali olamazsın demedim, adam olamazsın dedim.” ifadesi meşhurdur.

Mâlûm;

Veysel Karânî, herkesin meczup gözüyle baktığı bir çobandı. Fakat annesine karşı edebi, hizmeti ve evlâtlık vazifeleri açısından muhteşemdi. Tâ Yemen’de olmasına rağmen Peygamber Efendimiz’in yanında gibi öyle bir şahsiyet kıvamı içinde yetişmişti ki, insanlığı kendisine hayran bıraktı. Hazret-i Peygamber Yemen tarafına dönüp;

“‒Yemen’den nefes-i Rahmanî geliyor.” buyurdu.

Heyhat!

Bugün kâh medeniyetler arası mücadele yüzünden kâh bu millete düşman mihrakların ikna edici ve aldatıcı mühendislikleri yüzünden o mektepler dıştan ve içten nice gafiller maharetiyle gözden düşürülmekte, tahrip edilmeye çalışılmakta. Hele «son kalemiz, ailemiz» o denli masum, o denli koruyucu, o denli yapıcı düzenlemelerle darmadağın hâle getiriliyor ve o kadar sistematik bir şekilde tarumar ediliyor ki, gelinen vaziyet, görebilen gözler için içler acısı. Üstelik kuru bir heves uğruna en uğursuz bir nankörlüğü bile, nesillere maharet ve kişilik ispatı zannettiriyor birileri. Keza aile içinde kendisine daima en fedâkâr, en sevgili ve en merhametli yüreklere karşı bile en acımasız, en bencil ve en kötü duyguları kör bıçak gibi kullanmayı, hem de en kopmaz aile bağlarını da bir çırpıda kopartmayı, ya ardında durulması gereken güçlü bir karar, ya da kendince bir kişilik doğumu gibi özendire özendire gençliğe zerk ediyor birileri.

Çok yazık;

Mânen ve rûhen, dünün en güzel mektepleri gibi olan huzurlu sokaklar, nezih caddeler ve sımsıcak mahalleler yıkıldı. Bir de «yapıyorum» diye yıktı onları menfur eller. Aldatarak, kandırarak, göz boyayarak yıktılar. Meslekler ve iş kolları bile bir mektepti. Bu hüviyeti de yıktılar. Her şeyin ve herkesin birbiriyle mânevî alâkasına balta vurdular ve;

“‒Seninle alâkası yok! Seni ne ilgilendirir?” dediler.

Yetmedi;

Faydalı şeylere de sıkıcı yaftası vuruldu. En güzel ve en faydalı hasletler de her yerden tasfiye edildi, bazı eğitim ortamlarından bile. Çocuklar sıkılmasın denilerek o kadar faydalı şeyler çöplere döküldü ki, şimdi zararların hangisini ayıklayacağını şaşırdı insanlar. Huzurun temel mayası hakkında bile sıkıcı denildi. Evlerimiz artık sıkıcı olmasın denilerek huzur da dışarı atıldı yuvalardan.

Yetmedi;

Türlü türlü muzırlık da, keyif ve rahatlık zannettirilerek her yere, her yuvaya öyle veya böyle dâhil edildi. Kötülükler ve günahlar da süslenip püslendi, göz kamaştırıcı iyiliklermiş gibi maskelendi.

Sonra sancılı vaziyete rağmen içine düşülen tuzağın adı;

“‒Bana ne?” oldu.

O tuzaktan kurtulup da dert rüzgârına kapılanlara çekilen set:

“‒Sana ne?” oldu.

Bunlar, hep;

Yetiştiremeyen mekteplerin acziyet ifadesi.

Bu duruma;

Sadece balon gibi şişen lâfların içinden gerçek bir çare çıkmaz.

Mesele; mâzîmizi dolduran âbide şahsiyetlerin tekrar yetişeceği bir eğitimi, ama gerçekten millî ve mânevî bir terbiyeyi dert edinmek ve buna ter dökmek. Nesillerin inkişâfı için lâzım olan tüm ortamlarda, bilhassa ailede ve eğitim müesseselerinde bu şart:

Tahsil hayatının olmazsa olmaz zarûreti:

Yetiştirici mektep hüviyetimizi yeniden kazanmak.

Yeniden o mektep hüviyetiyle ihyâ olmak ve ihyâ etmek.

Zira;

Ancak o mektep hüviyeti; fert fert, aile aile ve nesil nesil bu milleti ve memleketi bambaşka bir sağlamlık ve yıkılmaz bir mahiyet içinde daima inşâ edecek ve dipdiri tutacaktır.

Mâlûm;

Zulüm bataklığına dönen bir dünyada sarılacak o kadar yaralar var ki… Enkaza dönmüş hayat vasıtalarında tamir edilecek o kadar ârızalar var ki… Medeniyetimizi temsil eden şâheserlerimiz içinde restore edilecek o kadar emânetler ve miraslar var ki… Pandemiden kavrulan bir imtihan devranında şifâ bekleyen o kadar hastalar var ki… İç ve dış nice âfetlerin, maddî ve mânevî yangınların vurduğu ve yıprattığı akıllarda, şuurlarda, gönüllerde, îmanlarda, ahlâklarda ve istikametlerde o kadar ihtiyaçlar var ki…

Gönül gönül;

İnşâ edebilenlere ne mutlu!

Yuva yuva;

İhyâ edebilenlere ne mutlu!

Sınıf sınıf;

Îmar edebilenlere ne mutlu!

Bunun için;

Müjde müjde gece-gündüz koşanlara ne mutlu!

Yâ Rab,

Nasîb et!

Âmîn…