RASÛLULLAH (S.A.S.)’İN HİCRETİ -12-

Âdem SARAÇ vardisarac@yahoo.com.tr

Muhâcirler hicret yolundaydılar. Rasûlullah -aleyhisselâm- ve yol arkadaşları, Medine istikametine doğru yollarına devam ediyorlardı. Kutlu yolcular kutlu yolu alırken; nasipsiz müşrikler de arama tarama çalışmalarını çok daha genişletmişler, uzak köylere ve patika yollara varıncaya kadar adam salmışlardı. Herkes kendi yolundaydı yani.1

Yol boyu bir şey tedârik edemedikleri için, azıkları bitmiş, çok zor bir durumda kalmışlardı. Buna rağmen yollarına devam ediyorlardı. Bu güzergâhta bir şeyler bulabilecekleri Ümmü Mâbed2 adlı kadının çadırına varabilseler, ondan bir şeyler satın alacaklardı.

Ümmü Mâbed Âtike bint-i Hâlid أم معبد عاتكة بنت خالد bin Huleyf/Halef el-Huzâî; akıllı, iffetli, iradesi güçlü bir hanımdı. Amcasının oğlu olan Ebû Mâbed Eksem bin Cevn ile evli olup; Mâbed, Nadra (Basra, Nasra), Huneyde adlı üç erkek ile Haldiyye adlı bir kızları vardı. Bir de Hubeyş bin Hâlid bin Huleyf adlı erkek kardeşi vardı.

Ümmü ve Ebû Mâbed ailesi, kendilerinin de mensup olduğu Huzâa Oğulları kabîlesi yurdunda oturmaktaydılar. Gelip geçen yolculara ürettikleri şeyleri satıp, geçimlerini sağlamak için, Kudeyd mevkiinde çadır kurarak, orada da ikamet ederlerdi. Bütün bunlar İslâm’dan önceydi.3

Ebû Mâbed Eksem; avlanmak veya başka bir iş için çadırından ayrılıp, uzaklara gitmişti. Aile, o günlerde ciddî bir ekonomik sıkıntı içindeydi.

Ümmü Mâbed Âtike; çadırının önündeki gölgeliğe oturmuş, bir şeylerle uğraşıyordu. Yakıcı sıcak altında görebildiği kadarıyla, küçük bir yolcu grubu çadıra doğru gelmekteydi. Belli ki, bir şeyler satın alacaklardı. Bu hep böyle olurdu çünkü. Fakat aksilik, o an için ne satabileceği bir şeyi vardı ve ne de ikrâm edebilecek bir damla sütü. Yine de gelenlere doğru merakla bakarken, bir yandan da, belli belirsiz korku duymaya başladı. Bazen eşkıyâlar da gelir, her şeyi yağmalayıp giderlerdi çünkü.

Dört kişilik bu küçük yolcu kafilesi, çadırın önüne kadar geldiler. İçlerinden biri selâm vererek; izni olursa, burada dinlenmek istediklerini söyledi. Bunların iyi niyetli yolcu kafilesi olduğunu anlayınca, gönül rahatlığıyla izin verdi. Yolcular da develerinden indiler.4

Ümmü Mâbed Âtike, bu gelenleri dikkatle süzmeye başladı. Her birine ayrı ayrı ve tek tek bakarken, bakışları birine takılıp kaldı! Böyle birini ilk defa görüyordu. Öyle güzel, öyle tatlı, öyle farklı bir hâli vardı ki, O’na olan hürmet ve saygısından dolayı, bir anda yerinden kalkıverdi!

–Hoş geldiniz ey güzel yolcular!

–Yiyecek, içecek ve yol azığından, bize satabileceğin ne var ey Ümmü Mâbed?

–Beni tanır gibisin ey yolcu?

–Ben bu yoldan çokça gidip gelirim ey Ümmü Mâbed. Mekke’den Ebû Kuhâfe oğlu Ebûbekir’im ben.

–Şu an için size satabileceğim veya ikrâm edebileceğim hiçbir şeyim yok maalesef ey Ebûbekir!

–Buradan her geçişimizde senden bir şeyler alırdık ama!

–Ben de bir şeyler satıp geçimimi sağlamak için buradayım, ama şu an için gerçekten verebileceğim bir şey yoktur!5

Kadıncağız böyle söyleyince Hazret-i Ebûbekir çok üzüldü. Buradan bir şeyler satın alabileceğini düşünmüştü çünkü.

O âna kadar bir şeye karışmayan Rasûlullah -aleyhisselâm-, birkaç adım ilerleyerek, çadırın gölgeliğinde yatmakta olan bir koyunu görünce sordu:

–Süt bulunur mu sizde?

Ümmü Mâbed Âtike, bu soruyu soran zâta döndü. Geldiğinden beri gözlerini O’ndan ayırmamıştı. Hazret-i Ebûbekir ile konuşunca dönmüştü sadece. O’ndan böyle bir soru gelince, tekrar dönüp baktı. Bu güzel insana; «Hayır!» demeye utanıyordu. Ama gerçekten o an için bir şeyi yoktu:

–Yoktur vallâhi, olsaydı verirdim!

–Şu koyunun hâli ne böyle, burada niye duruyor?

–O; arık koyun olup, sürüsünden geri kalmış, dermansız, güçsüz bir hayvancıktır! Açlıktan tâkati kalmadığı için, sürüyle birlikte gidemedi zavallı.

–Onun sütü var mıdır?

Ümmü Mâbed Âtike, bu soruyu çok garipsemişti. Her yönüyle çok mübârek bir zât olduğunu anladığı bu şahıs, böyle bir koyunda süt olmayacağını bilmiyor muydu yani? Garipseyerek cevap verdi:

–O, ayakta zor duruyor; sütü nasıl olsun? O, bundan tamamıyla mahrumdur!

–Benim onu sağmama izin verir misin?6

Bu mübarek zât, olması imkânsız olan bir şey istiyordu. Zayıflıktan derisi sırtına yapışmış, kalkıp yürümeye bile tâkati olmayan bir koyundan süt çıkar mıydı hiç? Buna rağmen kırmamak için izin verdi:

–İzin veririm elbet! Ama eğer Sen onda süt bulabileceğini sanıyorsan, bir damla süt bile bulabilirsen, işte koyun; sağ!

Rasûlullah -aleyhisselâm-, hâlsiz bir şekilde yatmakta olan koyunun yanına vardı. Koyuna tebessümle bakıp okşayarak, sırtını sıvazladı önce. Sonra da bir yandan duâ etmeye, bir yandan da bu zayıf ve sıska koyunu boydan boya sıvazlamaya başladı. Hâdiseyi seyreden kadıncağız, ümitsizce ve çaresiz gözlerle bakıyordu.

Yerinden bile kalkamayan bu zayıf koyunu sevip sıvazlayarak duâ eden bu mübârek zât karşısında, koyun bir anda kalkıp melemeye başladı! Mübârek zât o nur bakışlarıyla bakarken, mübârek elleriyle, bu sefer de alt kısmını ve memelerini sıvazlamaya başladı. Kırışıp büzüşerek tamamen kurumuş koyunun memeleri, bir anda sütle doluverdi! Besmele ile beraber duâ eden Peygamberimiz -aleyhisselâm-, koyunun canlanıp memelerinin de sütle dolduğunu görünce, önce şöyle buyurdu:

–Ey Allâh’ım! Bu koyunu bu aileye bereketli kıl!7

Sonra da, şaşkınlıkla beraber büyük bir hayranlıkla bakan kadına döndü:

–Bana büyükçe bir kap veriniz!8

Ümmü Mâbed Âtike, hâlden hâle giriyordu. Böyle bir şeyi ilk defa görüp yaşıyordu çünkü. Şaşkınlığı artarken, çadıra girip büyükçe bir kap getirdi.

Getirilen kabı alan Rasûlullah -aleyhisselâm-, yine besmele çekerek koyunu sağmaya başladı. Az önceki o kuru memeler, bitip tükenmek bilmeyen bir süt pınarına bağlanmış gibi oldukça bol süt veriyordu.

Sağdığı sütü önce, şaşkın bakışlarla meseleyi çözmeye çalışan Ümmü Mâbed Âtike’ye verdi. Belli ki, bu mübârek zât, aç olduğunu da anlamıştı! Bunun için hiç itiraz etmeden, süt kabını aldığı gibi kanasıya içip bitirerek, kabı tekrar O’na verdi.

Rasûlullah -aleyhisselâm-; aynı şekilde sağdığı sütü, kılavuzluk yapan Abdullah bin Uraykıt’a verdi. Abdullah da kana kana içti. Tekrar süt sağıp, Âmir bin Füheyre’ye verdi. O da alıp kana kana içti. Yine sağarak Hazret-i Ebûbekir’e verdi. O da alıp içti. Tekrar sağan Rasûlullah -aleyhisselâm-; en son kendisi içerek, güzel bir espri de yaptı:

–Kavmin sulayıcısı, onlardan sonra içer!9

Yine koyuna dönüp sağarak, kabı iyice doldurdu. Ağzına kadar dolan süt kabını Ümmü Mâbed Âtike’ye uzattı. Kadıncağız şaşkınlık şoku yaşayarak, süt dolu kabı alıp içeri götürdü. Olanlara inanamıyordu bir türlü!

Peygamber Efendimiz, her yönüyle bir başka güzeldi çünkü!

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-
________________________

1 İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 4, s. 366; Ahmed bin Hanbel, el-Müsned, c. 1, s. 3.

2 Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, c. 1, s. 309, c. 2, s. 103-104; İbn-i Abdilberr, el-İstiâb fî Mârifeti’l-Ashâb, c. 4, s. 1759, 1876, 1958-1962; İbnu’l-Esîr, Üsdü’l-Ğābe fî Mârifeti’s-Sahâbe, c. 6, s. 292-293, c. 7, 182-183; İbn-i Hacer el-Askalânî, el-İsâbe fî Mârifeti’s-Sahâbe, c. 4, s. 180, 497-498.

3 İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c. 1, s. 487-488; İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 1, s. 230-232, c. 8, s. 288-289; Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, c. 1, s. 309, c. 2, s. 103-104; İbn-i Hibbân, es-Sîretü’n-Nebeviyye ve Ahbâru Hulefâ, s. 133-137; Taberânî, el-Mu‘cemu’l-Kebîr, c. 4, s. 48-51, c. 24, s. 349; Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek Ale’s-Sahîhayn, c. 2, s. 183, c. 3, s. 8-10; Ebû Nuaym el-İsfahânî, Delâîlü’n-Nübüvve, c. 1, s. 282-285; İbn-i Abdilberr, el-İstiâb fî Mârifeti’l-Ashâb, c. 4, s. 1759, 1876, 1958-1962; Süheylî, Ravdu’l-Unûf, c. 2, s. 234-236; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe fî Mârifeti’s-Sahâbe, c. 6, s. 292-293, c. 7, 182-183; Ebu’l-Fidâ İbn-i Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 3, s. 188-192, c. 6, s. 31-33; İbn-i Hacer el-Askalânî, el-İsâbe fî Mârifeti’s-Sahâbe, c. 4, s. 180, 497-498; Halebî, İnsânü’l-Uyûn, c. 2, s. 47-51; Mehmet EREN, «Ümmü Mâbed», DİA, c. 42, s. 325-326.

4 Kudeyd, Mekke’ye yaklaşık 130 kilometre mesafedeydi.

5 Muhibbüddîn et-Taberî, Riyâdu’n-Nadrâ, c. 1, s. 101; İbn-i Seyyidi’n-Nâs, Uyûnü’l-Eser, c. 1, s. 188; Zehebî, Târîhu’l-İslâm, s. 437-438; Ebu’l-Fidâ İbn-i Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 3, s. 192.

6 İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 1, s. 230; Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek Ale’s-Sahîhayn, c. 3, s. 9; Ebû Nuaym el-İsfahânî, Delâîlü’n-Nübüvve, c. 2, s. 338.

7 Süheylî, Ravdu’l-Unûf, c. 4, s. 226; Ebu’l-Ferec İbnu’l-Cevzî, el-Vefâ bi Ahvâli’l-Mustafâ, c. 1, s. 242; Ebu’l-Fidâ İbn-i Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 3, s. 192.

8 Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek Ale’s-Sahîhayn, c. 3, s. 9; Ebû Nuaym el-İsfahânî, Delâîlü’n-Nübüvve, c. 2, s. 338; Süheylî, Ravdu’l-Unûf, c. 4, s. 226; Ebu’l-Ferec İbnu’l-Cevzî, el-Vefâ bi Ahvâli’l-Mustafâ, c. 1, s. 242.

9 İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 1, s. 230; Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek Ale’s-Sahîhayn, c. 3, s. 9; Ebû Nuaym el-İsfahânî, Delâîlü’n-Nübüvve, c. 2, s. 338; Süheylî, Ravdu’l-Unûf, c. 4, s. 226; İbn-i Abdilberr, el-İstiâb fî Mârifeti’l-Ashâb, c. 4, s. 1958-1959; Ebu’l-Ferec İbnu’l-Cevzî, el-Vefâ bi Ahvâli’l-Mustafâ, c. 1, s. 242; Muhibbüddîn et-Taberî, Riyâdu’n-Nadrâ, c. 1, s. 101; İbn-i Seyyidi’n-Nâs, Uyûnü’l-Eser, c. 1, s. 188; Zehebî, Târîhu’l-İslâm, s. 437-438; Ebu’l-Fidâ İbn-i Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 3, s. 192; Haysemî, Mecmau‘z-Zevâid, c. 6, s. 55-56; İbn-i Hacer el-Askalânî, el-İsâbe fî Mârifeti’s-Sahâbe, c. 4, s. 497-498; Diyârbekrî, Târîhu’l-Hamîs, c. 1, s. 333.