RASÛLULLAH (s.a.s.)’İN HİCRETİ -11

Âdem SARAÇ vardisarac@yahoo.com.tr

Sevr Dağı eteğinden hareket eden hicret yolcuları; yine Medine’ye doğru değil, ters istikamete, sahile doğru yol almaya başladılar. Kılavuz olarak tutulan Abdullah bin Uraykıt; sürekli kullanılan yolu değil, nâdiren kullanılan yolu seçtiği gibi, bazen de izlerini tamamen kaybetmek için, patika yollardan bile çıkıp, uygun yerlerden götürüyordu.1

Bir süre böyle zikzak çizip gittikten sonra, ortamın müsait olduğunu görünce Usfân2 tarafına döndüler. Yeterince dinlenip tekrar yola koyuldular.

Her ne kadar ana yoldan değil, ara ve tâlî yollardan gitseler de, yine bazen gelip giden bölge insanlarıyla, bazen de yolcularla karşılaşıyorlardı. Bu durumda Hazret-i Ebûbekir hemen öne çıkıyordu. Çünkü o; meşhur tüccarlardan biri olduğu için, onu tanıyan çoktu. Herhangi biriyle karşılaşınca, karşı tarafın sorusunu beklemeden Hazret-i Ebûbekir, hemen selâm verip hâl hatır soruyordu:

–Ey Ebûbekir! Yanındaki şu güzel insan kimdir?

–Kılavuzumdur, bana yol gösteriyor!3

Karşılaştıkları insanlardan gelen soruya da böyle cevap veriyordu. Bu arada çok ciddî mesaj da veriyordu tabiî. «Kılavuz» derken, sadece gidilen güzergâh kılavuzunu değil; aslında Allah yolunu, Hak ve hakikati gösteren «Hidâyet kılavuzu» anlamını kastediyordu tabiî.

Sevr Dağı’na giderken yaptığı gibi, bu yolculukta da yine bazen öne geçiyor, bazen arkaya geçiyordu. Bazen sağ tarafından gidiyor, bazen de soluna geçiyordu. Her ne kadar güvenilir bir kılavuz ile yol alıyorlarsa da, tedbiri asla elden bırakmıyordu.

Bütün tedbirleri, en ince ayrıntılarına kadar alıp uygulayarak yola devam eden hicret kafilesi, Emec4 denen yere vardı. Bir müddet de burada dinlendikten sonra, ileride ayrılan yoldan ilerlemeye devam ettiler.5

Bir hayli yol aldıktan sonra Kudeyd6 denen yere ulaştılar. Kudeyd’e ulaştıkları sırada Mudlicoğulları’ndan bir adama rastladılar. Hazret-i Ebûbekir; daha önce geçtiği gibi, o adamı da şüpheye düşürmeden başlarından savmayı başardı.

Çok yorulmuşlardı. Mekke müşriklerinin yanında, çevre kabîlelerce de arandıkları için, Mekke’den ayrıldıkları gün ve o günden sonraki gece, durmadan yollarına devam etmişler, hattâ ertesi gün de yarılanmıştı! Kudeyd civarında yolun boşalmış olduğunu, hiç kimsenin gelip geçmediğini görünce, burada doğru dürüst dinlenmeye karar verdiler.

Her biri bineklerinden inip, bir kenara oturarak, bir-iki soluklandıktan sonra, Hazret-i Ebûbekir, gölgesine sığınılabilecek bir yer aradı. Bu bölgede ağaç olmadığından, gölge de yoktu. Yine de uygun bir gölgelik bulmak için etrafı tarayınca; geniş gölgesi olan, uzun bir kaya gördü. Çabucak giderek, oranın emniyetli bir yer olup olmadığına baktı. Gölgesi büyük bu uzun kayanın ve çevresinin emniyetli olduğuna kanaat getirdikten sonra, yol arkadaşlarını çağırdı. Onlar gelinceye kadar, gölgeliği temizleyip, bir sergi sererek dinlenecek yeri hazırladı.7

–Yâ Rasûlâllah! Çok yoruldun. Sen yatıp istirahat et. Biz etrafa göz kulak oluruz.8

Gerçekten de çok yorulmuş olan Peygamber -aleyhisselâm-, o sergi üzerine uzanınca hemen uyudu.9

Hazret-i Ebûbekir; «kendilerini arayan kimse var mı?» diye etrafa bakınırken, bir çobanın sürüsüyle birlikte kayaya doğru gelmekte olduğunu gördü. Anlaşılan, bu çoban da bu büyük kayanın gölgesini biliyor, onun için de buraya doğru geliyordu.

Çobanın iyice yaklaşmasını önlemek için, hemen kalkan Hazret-i Ebûbekir, çobana doğru hızla yürüdü. Onu konuşturup, hem buradan uzak tutmak ve hem de meşgul etmek istiyordu:

–Sen kimin çobanısın ey oğul?

–Şehir halkından, Kureyşli bir adamın çobanıyım.

Hazret-i Ebûbekir, hem çobanı olduğu aileyi ve hem de kendi ailesini sorup, onunla çok güzel bir iletişim kurmuş oldu. Çoban da Hazret-i Ebûbekir’i tanımıştı zaten. Karşılıklı konuşup, uygun bir ortam oluşunca, Hazret-i Ebûbekir isteğini dile getirdi:

–Koyunlarında süt var mı ey oğul?

–Var elbet.

–Bizim için süt sağar mısın?

–Sizin gibi birine kim hayır diyebilir ki, ey Ebûbekir; sağarım tabiî.

Koyunlarından yeteri kadar süt sağan çoban, süt dolu kabı getirip Hazret-i Ebûbekir’e verdi. Ardından da güzel bir harekette daha bulundu:

–Anlaşılan uzun yola çıkmışsınız siz. Burada da biraz dinlenmek istiyorsunuz. Ben sizi koyunlarımla rahatsız etmeyeyim de, başka tarafa gideyim. Siz de bir güzel dinlenin.

–Sen çok iyi bir çobansın ey oğul!

–Siz de çok iyi yolcusunuz ey Ebûbekir!10

Çoban, sürüsü ile gidince, Hazret-i Ebûbekir de, Rasûlullah -aleyhisselâm- uyanıncaya kadar, süt ile beraber bir şeyler daha hazırladı. Bu arada Âmir bin Füheyre ile Abdullah bin Uraykıt, çevre emniyetini alıp, etrafı gözetliyorlardı.11

Rasûlullah -aleyhisselâm- uyanınca, Hazret-i Ebûbekir, hazırladığı şeyleri ikram etti. Gözcüleri de çağırarak, beraberce yiyip içtiler. Bu arada, bir hayli de dinlenmişlerdi.

Hazret-i Ebûbekir; her türlü tedbiri almış olmasına rağmen, yine de çok dikkatli hareket ediyordu. Çobanın güvenilir biri olduğunu anlamıştı. Ama yine de endişe ediyordu. Hem dinlenmişler ve hem de bir şeyler yiyip içmişlerdi. Güneş de batıya doğru eğilmeye başlamıştı.12 Yolcu yolunda gerekti artık:

–Yâ Rasûlâllah! Yolculuk için vakit geldi.13

Rasûlullah -aleyhisselâm-; öyle tatlı gülümsedi ki, her biri bir başka âleme kapı araladı.

Peygamber Efendimiz’in, her davranışı bir başka güzeldi zaten.

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-

_________­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­_______

1 Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek Ale’s-Sahîhayn, c. 3, s. 7-8.

2 Usfân; aslında bir vadi olup, Mekke-Medine yolu üzerinde, Mekke’ye 80 kilometre (iki günlük) kadar uzaklıkta olup, bünyesinde küçük bir kasaba da bulunmaktadır. Bu vadide, o zamanlar su kuyuları ile akarsular da vardı.

3 İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 1, s. 235.

4 Emec; Usfân ile Kudeyd arasında, Huzâa kabîlesine ait ekinlik bir vadi olup, yirmi kadar su kuyusu olan yeşillik bir yerdi.

5 İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c. 2, s. 136.

6 Kudeyd; Mekke ile Medine arasında, Mekke’ye Medine’den daha yakın, su kuyuları çok olan bir yerdir.

7 İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 4, s. 365; Ahmed bin Hanbel, el-Müsned, c. 1, s. 3-4; Ebû Nuaym el-İsfahânî, Delâîlü’n-Nübüvve, c. 2, s. 330.

8 Beyhakî, Delâîlü’n-Nübüvve, c. 2, s. 483; Ebu’l-Ferec İbnu’l-Cevzî, el-Vefâ bi Ahvâli’l-Mustafâ, c. 1, s. 239-240; Muhibbüddîn et-Taberî, Riyâdu’n-Nadrâ, c. 1, s. 95; Zehebî, Târîhu’l-İslâm, s. 324.

9 Ahmed bin Hanbel, el-Müsned, c. 1, s. 3-4; Ebu’l-Ferec İbnu’l-Cevzî, el-Vefâ bi Ahvâli’l-Mustafâ, c. 1, s. 239-240; Muhibbüddîn et-Taberî, Riyâdu’n-Nadrâ, c. 1, s. 95; Zehebî, Târîhu’l-İslâm, s. 324.

10 Ebû Nuaym el-İsfahânî, Delâîlü’n-Nübüvve, c. 2, s. 330; Beyhakî, Delâîlü’n-Nübüvve, c. 2, s. 483; Ebu’l-Ferec İbnu’l-Cevzî, el-Vefâ bi Ahvâli’l-Mustafâ, c. 1, s. 239.

11 İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 4, s, 365.

12 Ebu’l-Ferec İbnu’l-Cevzî, el-Vefâ bi Ahvâli’l-Mustafâ, c. 1, s. 239; Muhibbüddîn et-Taberî, Riyâdu’n-Nadrâ, c. 1, s. 95.

13 Zehebî, Târîhu’l-İslâm, s. 324; Ebu’l-Fidâ İbn-i Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 3, s. 187.