BU ÖMÜR, ÂHİRET İÇİN…

M. Ali EŞMELİ seyri@seyri.com seyri@yuzaki.com

Yüce Allah, pek çok âyette;

بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ

«Allâh’a ve âhiret gününe îmân»ı birlikte zikretmektedir.
Çünkü;

Akıllar ve gönüller, âhiret ufkuna göz göz açılmadıkça; insanoğlu, gerçek îmânı da, gerçek hayatı da ve kendisini yoktan var eden yüce Allâh’ı da hakkıyla idrâk edemez.

Çünkü;

Dünya, insanın imtihan yurdu. Âhiret ise o imtihanda yaptıklarının değerlendirilmesi, hesabının görülmesi ve neticelerin tecellî etmesidir. Yani hayatın asıl tecellîleri âhirette. Sırat orada, mîzan ve hesap orada. Ceza orada, mükâfat orada. Cennet ve cehennem orada.

Bu hakikatleri;

Bir kimse, mü’min de olsa eğer idrâkinin dışında tutarsa; yani âhiret inancına hakkıyla sahip olmazsa, gerçek bir îman hayatı yaşayamaz. İmtihan üzere yapılması gerekenleri doğru düzgün edâ etmez. Zira, sonrasını yok sandığı yani; «Ceza ve mükâfat ekseninde gerçek bir karşılığı yok.» diye düşündüğü bir imtihanda kimsenin gayret teri dökmeyeceği hasebiyle ömrü dolduran âhirete müteallik imtihanları gereksiz bir formalite gibi vehmeder ve bu yönde gaflet içinde yaşar. Herkesin âhirete göçtüğünü gördüğü hâlde bu gafletten çıkamaz. Ancak ne kadar gafil de olsalar, bütün insanlığın sırayla teker teker ya da toplu şekilde ölüm virajına girmeleri ve dönüşü olmayan mutlak bir yere göç etmeleri, içlerini kemirir durur. Onların bu hâllerini ve ebedî gerçeği Hazret-i Allah şöyle beyan buyurur:

“‒Birbirlerine neyi soruyorlar?”

“‒(İnanıp inanmamakta) ayrılığa düştükleri büyük haberi mi?”

“‒Hayır! Anlayacaklar!”

“‒Yine hayır! Anlayacaklar / ileride mutlaka bilecekler!” (en-Nebe’, 1-5)

Çünkü;

“Bu dünya hayatı;

•Sadece bir eğlence ve

•Oyundan ibarettir.

Âhiret yurduna gelince;

•İşte gerçek hayat odur.

Keşke bilselerdi!” (el-Ankebût, 64)

Gafiller bilseydi;

Dünyanın geçici olan bütün debdebe ve saltanatı karşısında gözleri hiç kamaşmazdı. Sadece; «Bu dünya, aldatıcı gölge bir âlem.» derlerdi.

Ya da Hazret-i Yûnus gibi şöyle derlerdi:

Aşkın aldı benden beni, bana Sen’i gerek Sen’i,
Ben yanarım dün ü günü, bana Sen’i gerek Sen’i.

Ne varlığa sevinirim, ne yokluğa yerinirim,
Aşkın ile avunurum, bana Sen’i gerek Sen’i.

Ya da Hazret-i Hüdâyî gibi şöyle derlerdi:

Neyleyeyim dünyâyı,
Bana Allâh’ım gerek…
Gerekmez mâsivâyı,
Bana Allâh’ım gerek…

Bu şekilde insanı, insân-ı kâmil yapan gerçek medeniyet hiç şüphesiz ki İslâm’dır.

İslâm medeniyetinde yetişenler; Hazret-i Mevlânâ, Şâh-ı Nakşibend, Hazret-i Yûnus ve Hazret-i Hüdâyîler gibi nice âbide şahsiyetler oluşturmuşlardır ki, insanlık tarihinin asr-ı saâdetten sonra en güzel mazhariyetleridir.

Câlib-i dikkattir ki;

Hazret-i Mevlânâ ve Hazret-i Yûnus gibi şahsiyetleri olmayan milletler, dünyaya hiçbir zaman gerçek bir merhamet ve adâlet tevzî edememişlerdir. Her virajda daima bencilce menfaatleri hortlamış ve küfrün en hümanist geçinenleri bile eninde sonunda en kanlı zulümleri insafsızca irtikâb eden gaddarlıklar sergilemişlerdir, hâlâ da sergilemektedirler.

Batı dünyasının İslâm’a yıllarca kucak açmış görüntüsü de şimdilerde İslâm’ı bütün güzelliklerine rağmen tam tersi gösterip de her hususta iftiralara muhatap etmeye çalışmaları, memleketlerini müslümanlar için yaşanamaz hâle getirmeye uğraşmaları hep bundandır. Suriye’deki katliâmlar bundandır. Filistin’de, Gazze’de yaşananlar bundandır. Irak’ın, Keşmir’in, Afganistan’ın ve Afrika’nın hâli bundandır.

Hepsinin temelinde de âhiret inancı ve hesabından bîgânelik vardır.

Hazret-i Mevlânâ’ya kulak vermeli:

“Âhireti inkâr edenin, delili her an şudur:

‒Eğer başka bir dünya olsay­dı, onu görürdüm.
Fakat;

Bir çocuk, aklı erecek şeyleri görmüyor, bilmiyor; bir akıllı, akıl hak­kında bir şey söylemesin mi?

Musa’nın asâsı bahsinde, baş gözü ile can gözü savaşta idi. Can gözü galip oldu. Üstün geldi de, reddedilmeyecek delil gösterdi.

Ey gafil!

Haberin yoksa yürü git! Kendi hâline ağla, feryâd et! Çünkü sen âhirete göçmeyi, dirilip haşrolmayı inkâr ediyorsun.

Kendi yıkık gönlüne, yıkık dînine ağla, feryâd et! Çünkü senin gönlün şu eski ve köhne dünyadan başka bir şeyi görmüyor.

Nerede îmânın yüzüne düşürdüğü nur? Nerede dînin sana lutfettiği mutluluk, Allâh’ın lütuf ve ihsan denizine daldığın hâlde neden elin, avucun boş? Nerede cömertlik?

Azıcık olsun; uykuyu, yemeyi, içmeyi bırak da Hak’la buluşacağın zaman için bir armağan hazırla…”

Mesele;

Âhiret inancının şuur ve hayat hâline gelmesidir.

Yâ Rab,

Nasîb et!

Âmîn.