Muzdaripleri Sevindir ki Ümmete; BAYRAM OLSUN!..

M. Ali EŞMELİ seyri@seyri.com seyri@yuzaki.com

Her yerde bir vâkıanın ızdırâbı.

Bu çağda;

Dünya muzdarip dolu.

Memleketler muzdarip. Diyarlar muzdarip. Sokaklar muzdarip. Yuvalar muzdarip. Mektepler muzdarip. Mâbedler muzdarip. Anneler-babalar muzdarip, evlâtlar muzdarip, milletler muzdarip.

Dünya;

En başta devrânı kasıp kavuran kudurmuş zulümlerden muzdarip. Nesilleri mahveden fikrî ve kalbî kötülüklerden muzdarip. Terazisi bozuk olan ve ruhları perişan eden sapkın inançlardan muzdarip. İnsanı insanlıktan çıkaran duygulardan, bencilliklerden, hayâsızlıktan, gafletten ve modern câhiliyyeden muzdarip. Saçılıp savrulmuş dağınık kafalardan muzdarip. Bir yanda yokluğun en şiddetlisinden bir yanda varlığın lüks içinde çılgınlıklarından muzdarip. Gamsızlardan, cânîlerden, hâinlerden, nankörlerden, gaddarlardan, vahşîlerden ve insanlık damarını vampir gibi kurutanlardan muzdarip.

Dünya;

Bozulan kardeşliklerden muzdarip. Mü’minin mü’mine olan düşmanlıklarından muzdarip.

Mâneviyat ve merhameti öldüren acımasız materyalizmden ve hunhar kapitalizmden muzdarip.

Nesillerin gözlerini kamaştırıp özlerini mahveden sinsi fikirlerden, tuzak akımlardan, sahte felsefelerden muzdarip.

Hakkı bâtıldan ayıramayan, hakikati ve hikmeti idrâk edemeyen çapsız, ruhsuz ve vurdumduymaz olan kıt akıllardan muzdarip.

Enkazlar arasında acı acı yankılanan sesli-sessiz feryatları işitemeyen kulaklardan ve hissedemeyen gönüllerden muzdarip.

Çare olamayan ilâçlardan muzdarip. Maddî ve mânevî virüslerden, mikroplardan muzdarip. Son olarak da cihan çapında bir imtihan olan pandemiden, covid-19’dan muzdarip.

Savaşların ve zulümlerin görünmeyen katliâm arenalarında hiç ulaşılamayanlar, unutulanlar, göze çarpmayanlar, âh onca fark edilmeyen mâsumlar, mazlumlar, mahrumlar ve perişan yürekler daha bir muzdarip.

Bu hengâmda;

Kimi zulmün muzdaribi, kimi adâletin. Kimi acımasızlığın muzdaribi, kimi merhametin. Kimi gaddarlığın muzdaribi, kimi şefkatin. Kimi kötülüklerin muzdaribi, kimi ahlâkın. Kimi cehâletin muzdaribi, kimi bilginin. Kimi yalancılığın muzdaribi, kimi doğruluğun. Kimi zenginliğin muzdaribi, kimi fakirliğin.

Ya bunca ızdıraplar içinde bayram rûhu ve şuuru?

Diş ağrısından kıvranan bir kimseye en leziz tatlı sunulsa makbul olur mu?

O hâlde;

Izdırapların dinmesi, dindirilmesi, her şeyden önce bir şart.

Muzdaripleri sevindirmek, zarûrî bir çare. Zaten bayram da, bu sevindirme neticesinde oluşan candan bir sevincin tecellîsi.

Öyleyse her hâlükârda;

Evvelâ muzdaripleri sevindirmeli ki, ümmete bayram olsun!

Asr-ı saâdetten beri Kur’ânî ve nebevî terbiye, tavsiye, tâlimat ve tatbikat, daima bu yönde olmuştur.

Hadîs-i şerifte buyurulur:

Bir kimse; bir mü’minden dünya sıkıntılarından birini giderirse, Allah da kıyâmet gününde o mü’minin sıkıntılarından birini giderir.

Bir kimse; darda kalana kolaylık gösterirse, Allah da ona dünya ve âhirette kolaylık gösterir.

Bir kimse; bir müslümanın ayıbını örterse, Allah da onun dünya ve âhiretteki ayıplarını örter.

Mü’min kul; din kardeşinin yardımında olduğu sürece, Allah da o kulun yardımındadır.

Bir kimse; ilim elde etmek için bir yola girerse, Allah da ona cennetin yolunu kolaylaştırır.

Bir cemaat; Allah Teâlâ’nın evlerinden bir evde toplanıp Allâh’ın kitâbını okur ve onu aralarında müzâkere eder, anlayıp kavramaya çalışırlarsa, üzerlerine sekînet iner ve kendilerini rahmet kaplar. Melekler onları kuşatırlar, Allah Teâlâ da onları kendi nezdinde bulunanların arasında anar.

Amelinin kendisini geride bıraktığı kişiyi, nesebi öne geçirmez.” (Müslim, Zikr, 38. Ayrıca bkz. İbn-i Mâce, Mukaddime, 17)

Malûm;

Dünya sıkıntıları, her çeşittir. Maddî veya mânevîdir. Aklî veya kalbîdir. Gerek îman bahsindedir, gerek ibâdetler bahsinde. Bazen zulmün pençesinde, bazen gafletin. Ya darlığın ya da genişliğin sıkıntılarıdır. Kimi vakit sapık inançların kıskacında bin bir sıkıntıya dûçâr olur dimağlar. İnsanı; kâh tokluğun sıkıntıları vîran eder, kâh açlığın sıkıntıları perişan eder.

Hepsini dindirmenin usûlü ve yolu vardır elbette. Fakat hepsinin de genel mânâda ifadesi, açlık etrafında temsil edilebilir. Bu meyanda;

İnanç buhranında sapkın felsefelerin rüzgârına kapılıp da hakka karnı tok duran kimselerin sıkıntısı, aslında gerçek inanca karşı çektikleri şiddetli bir açlıktır. Rezîlet girdaplarında boğulanların sıkıntısı, hakikatte ahlâk ve edebe karşı içlerindeki dayanılmaz açlıktır. Zâlimlerin de mazlumların da sıkıntısı, yegâne çare olacak ilâhî adâlete dair açlıklarıdır. Maddî ve mânevî pandemilerde inleyen hastaların sıkıntısı, kendilerini gerçek şifâya mazhar edecek olan gerçek bir dermana olan açlıklarıdır. Bir lokma rızka muhtaçların da sıkıntısı, karınlarının doyup doymayacağı, yani açlıklarıdır.

Bu sebeple Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Ebû Zer -radıyallâhu anh-’a buyurmuştur ki:

“Ey Ebû Zer! Çorba pişirdiğin zaman suyunu çok koy ve komşularını gözet!” (Müslim, Birr, 142. Ayrıca bkz. İbn-i Mâce, Et‘ıme, 58; Tirmizî, Et‘ıme, 30)

Yine -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in;

“Komşusu açken tok yatan kimse mü’min değildir.” (Heysemî, Mecmau’z-zevâid, VIII, 167) beyanı pek mânidardır.

Yine buyurmuştur:

“Ey müslüman kadınlar! Komşu hanımlar birbiriyle hediyeleşmeyi küçümsemesin! Alıp verdikleri şey bir koyun paçası bile olsa!..” (Buhârî, Hibe, 1, Edeb, 30; Müslim, Zekât, 90. Ayrıca bkz. Tirmizî, Velâ, 6)

Yine buyurmuştur:

“Kocasız kadınlarla, yoksulların işlerine yardım eden kimse; Allah yolunda cihâd etmiş gibi sevap kazanır.” (Buhârî, Nafakât, 1, Edeb, 25, 26; Müslim, Zühd, 41. Ayrıca bkz. Tirmizî, Birr, 44; Nesâî, Zekât, 78; İbn-i Mâce, Ticârât, 1)

Yine buyurmuştur:

“Fakirleri kollayıp gözetiniz. Aranızdaki zayıflar sayesinde Allah’tan yardım görüp, rızıklandığınızdan şüpheniz olmasın.” (Ebû Dâvûd, Cihâd, 70. Ayrıca bkz. Tirmizî, Cihâd, 24; Nesâî, Cihâd, 43)

Yine buyurmuştur:

“Her Allâh’ın günü iki melek iner.

Bunlardan biri;

«‒Allâh’ım! Malını verene yenisini ver!» diye duâ eder.

Diğeri de;

«‒Allâh’ım! Cimrilik edenin malını yok et!» diye bedduâ eder.” (Buhârî, Zekât, 27; Müslim, Zekât, 57)

Kezâ O -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, işaret parmağıyla orta parmağını göstererek buyurmuştur ki:

“Kendi yetimini veya başkasına ait bir yetimi himâye eden kimseyle ben, cennette şöyle yan yana bulunacağız.” (Müslim, Zühd, 42)

Yine buyurmuştur:

“Ey insanlar! Birbirinize selâm veriniz, yemek yediriniz, insanlar uyurken geceleyin namaz kılınız. Böyle yaparsanız selâmetle cennete girersiniz.” (Tirmizî, Et‘ıme, 45, Kıyâmet, 42. Ayrıca bkz. İbn-i Mâce, İkāmet, 174, Et‘ıme, 1)

Yine buyurmuştur:

“Sizden önceki ümmetlerden bir adam hesaba çekildi; hayır nâmına hiçbir şeyi bulunamadı. Fakat bu adam insanlarla düşer kalkardı ve zengin bir kimse idi. Hizmetçisine, darda kalan fakirlerin borcunu affetmesini emrederdi. Azîz ve Celîl olan Allah;

«‒Biz affetmeye ondan daha lâyıkız; onu affediniz!» diye ferman etti.” (Müslim, Müsâkāt, 30. Ayrıca bkz. Ahmed, IV, 120)

Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- yine buyurmuştur:

“Makbul olduğunda şüphe bulunmayan üç duâ vardır:

•Mazlumun duâsı;

•Misafirin duâsı;

•Babanın çocuğuna duâsı.” (Ebû Dâvûd, Vitr, 29; Tirmizî, Birr, 7, Daavât, 47. Ayrıca bkz. İbn-i Mâce, Duâ, 11)

Bütün bunlar gösteriyor ki;

Muzdaripleri sevindirmek, Hak katında bizim zannettiğimizden daha mühim.

O vakit idrâk etmeli;

Acaba muzdaripleri sevindirecek olan gönüldeki ulvî fazîletin temel özelliklerinden biri olan birr / iyiliğin kemal noktası, neye bağlı?

Âyette buyurulur:

“Birr denilen iyilik, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Birr nâmındaki asıl iyilik, o kimsenin yaptığıdır ki;

•Allâh’a,

•Âhiret gününe,

•Meleklere,

•Kitaplara,

•Peygamberlere inanır.

(Bu îman kıvâmı içinde Allâh’ın rızâsını gözeterek;)

‒Yakınlara,

‒Yetimlere,

‒Yoksullara,

‒Yolda kalmışlara,

‒Dilenenlere ve

‒Kölelere;

•Sevdiği maldan harcar,

•Namaz kılar,

•Zekât verir.

•Antlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirir.

•Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder.

İşte doğru olanlar, bu vasıfları taşıyanlardır.

Müttakîler / takvâ sahipler ancak onlardır!” (el-Bakara, 177)

Yine buyurulur:

“(Ey mü’minler!)

•Allâh’a ibâdet edin ve

•O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın.

‒Ana-babaya,

‒Akrabaya,

‒Yetimlere,

‒Yoksullara,

‒Yakın komşuya,

‒Uzak komşuya,

‒Yanınızdaki arkadaşa,

‒Yolcuya,

‒Elinizin altındakilere;

•İhsanda bulunun / iyilik edin!

Şüphesiz Allah, kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez.” (en-Nisâ, 36)

Hâsılı;

İhsan sahibi olmak. İyiliğin kemal noktası olan birr ehli olmak. Bu hasletler, îman ve insâniyetin özü kıvâmında yüksek fazîletlerdir. Bunlar, büyük bir olgunluk ve şahsiyet ister. «Mal canın yongası» tabirinden anlaşılacağı üzere canından koparıp vermeyi gerektirir. Bu bakımdan çok üstün bir ahlâk-ı hamîdedir ve Cenâb-ı Hak, her mü’minin bu ahlâk-ı hamîdeye bürünmesini murâd eyler. Sonsuz müjdeler ve ebedî huzurun yegâne şartlarından biri budur.

Lâkin bu yolda kulun imtihanı Kur’ânî tabirle «sarp yokuş» diye isimlendirilmiştir. Sarp yokuş; gafillerin aşamadığı, ancak ehl-i takvâ olanların aşabildiği zirve. Sarp yokuş, Beled Sûresi’nin 12-18’inci âyetlerinde bahsedilen ilâhî bir hikmet ve îzah itibarıyla şunlar:

•Köle âzâd etmek.

«Bugün kölelik kalktı» diye düşünüyor insanlar. «Geçmiş zamanların meselesi bu» diye zannediyorlar. Oysa dünkünden daha ağır kölelikler var şu âhirzamanda. Nice zayıflar, çılgın ve azgın güçlülerin âzâd edilmesi imkânsız köleleri hükmünde. Hem tenleriyle hem akıllarıyla, hem gönülleriyle hem de canlarıyla köle vaziyetindeler. Kâh kanları emiliyor, kâh canları alınıyor. Zâlimlerin pençesinden kurtulamayan köleler dolu şimdiki modern dünya. Hepsi de âzâd olmayı bekliyor. Devrânın koca koca devlerinden onların kurtarılıp da âzâd edilebilmeleri ise, tam bir sarp yokuş…

•Şiddetli bir açlık gününde kendi yakınındaki yetimi doyurmak.

Onlara ulaşabilmenin, onlardan haberdar olabilmenin ve candan koparıp can olabilmenin zorluğu, tam bir sarp yokuş…

•Yerde sürünen bir yoksulu doyurmak.

Vahşî sırtlanların zulüm pençesi altında yerde sürünen bir yoksulu o tehlikeli ortamdan çekip de doyurabilmek, hakikaten sarp yokuş. Dev güçlerin tüm girişleri engellediği bombardıman bölgelerinde açlıktan yerlerde sürünen yoksulları doyurabilmek, gerçekten sarp yokuş…

•Îmân edenlerden olmak.

Bir sürü sapık inancın; akılları ve gönülleri tuzak tuzak yuttuğu ve hak ile bâtılın karmakarışık hâle geldiği hengâmda bütün bunlardan arınıp da temiz, berrak ve doğru bir müstakîm îman ve hidâyet ehli olabilmek, zorun da zoru bir sarp yokuş…

•Birbirlerine sabrı tavsiye edenlerden olmak.

Yaşanan yığınla olumsuzluklar, kötülükler, nefsin hiç istemediği sorumluluklar ve dikenlik dolu bir güzergâh içinde öfke balonlarını en dayanılmaz hâdiselerde bile patlatmadan sabırlı olmak, hele ki sabr-ı cemîl denilen râzılıklar ile sabırlı olmak, hattâ bu takdir ve kaderi candan beğenerek ve hayran olarak sabırlı olabilmek, sonra da bu sabrı başkalarına da bu kıvamda kazandırabilmek, hakikaten sarp bir yokuş…

Ve;

•Birbirine merhameti tavsiye etmek / acımayı öğütlemek.

Mazluma merhamet etmenin hırçın zâlimleri kudurttuğu hengâmda, mücadele ortamlarında ve bombardıman dolu tuzakların ortasında her engele ve çengele rağmen merhamet kahramanı olabilmek ve bunu başkalarına da kazandırabilmek; hele gaddarlığı sevenlere merhamet aşısı yapabilmek, en cânî vicdanlara da acıma duygusu katabilmek ve kātilleri bile merhamet âbideleri hâline dönüştürebilmek, gerçekten sarp bir yokuş.

Ne mutlu bu yokuşları aşabilenlere!

Ne mutlu muzdaripleri sevindirerek gerçek ve ebedî bayramlara mazhar olabilenlere!

Yâ Rab,

Nasîb et!

Âmîn…