İYİ BİR SATICI MIYIZ?

Nurlan MEMMEDZADE nmemmedzade@gmail.com

Bu satırları okuyorsak, yine bir Ramazân’a ulaşmak üzereyiz veya ulaştık demektir.

“Allâh’ım! Receb’i ve Şaban’ı bizim için mübârek kıl ve bizleri Ramazân’a kavuştur.” (Ahmed, I, 259)diye etmiş olduğumuz duâmız bu sene de kabul gördü, hamdolsun. Kısacık ömrümüze bereket katan, dünya ve âhiretimiz için sayısız fâideler ihtivâ eden Ramazân-ı şerif… On bir ayın sultanı… Tüm dünyaya insanlığı öğreten yüce kitâbımız Kur’ân-ı Kerîm’in nâzil olduğu, bin aydan daha hayırlı Kadir Gecesi’nin de içinde bulunduğu mübârek bir ay…

Hani her geçen gün biraz daha fazla duymaya başladığımız; «Falanca üründe yüzde bilmem kaç indirim!», «Mobilyada bahar kampanyası!», «Falanca mağazada bayram indirimi!» gibi özel kampanya ilânları gündemimizi zaptetmiş durumda. Özel günlerde sık sık giyim kuşamdan gıdâya kadar neredeyse her şeyin indirimlerle satıldığı fuarlar düzenlendiğine şâhit olmaktayız. İşte Ramazân-ı şerif de inananlar için yılda bir kere düzenlenen özel bir fuar gibidir aslında. Fakat âhiret fuarı diyebileceğimiz bu pazarın, diğerlerinden bir farkı var. Bu pazarda satan biz, alansa Âlemlerin Rabbi olan Cenâb-ı Hak’tır. Aslına bakarsak, pazara çıkardıklarımızın sahibi de yine O’dur. Ve bizden aldıkları karşılığında verecekleri, «yüzde yirmi, otuz, yetmiş…» gibi belli bir oranla kısıtlanmamaktadır. Zira kendisi öyle buyuruyor:

“Âdemoğlunun her bir ameli kendisi içindir, oruç hâriç. Zira o, Ben’im içindir ve karşılığını Ben veririm…” (Buhârî, Savm, 3; Müslim, Sıyâm, 161, 162)

Yani tutulan bir orucun ve oruçlu iken yapılan bir amel karşılığında verilecek mükâfâtın değerini Allah’tan başka hiç kimse bilemez. Hattâ melekler bile Rabbimiz’in oruç karşılığında bize vereceklerinden habersizdir. Üzerimize gölgesini salan ilâhî rahmet ne kadar da büyüktür. Hayır hasenat yolunda sarf edeceğimiz malın ve canın sahibi de O, bize bu malı sattıran ve satacağımız en kârlı mevsimi bildiren de O, üstelik sattığımızı akledemeyeceğimiz kadar yüksek fiyatla bizden alarak mahşer günü yüzümüzü güldürecek olan da O’dur.

Fakat her şeyin bir usûlü olduğu gibi bu alışverişten kârlı çıkmak için de dikkat etmemiz gereken bir kaç mühim husus vardır. Meselâ; bizim gibi dünya pazarına kendi malını satmaya gelen diğer satıcılarla cedelleşmemek, başkalarının malına bakarak haset etmemek, kavgadan uzak olmak, boş zamanlarımızı diğer satıcılarla gıybet ederek geçirmemek, dilimizi kötü sözlerden muhafaza etmek, yalandan ve dolandırıcılıktan uzak olmak gibi… Zira bu gibi hususlar sattığımız malı zedeleyen veya direkt satışımıza yansıyan unsurlardır. Kim, malının kusurlu olmasını ister ki?!.

Diğer taraftan malımızı satarken güler yüz sergilememiz, vitrine çıkardıklarımızın temiz ve güzel olmasına özen göstermemiz, teslim ederken ambalâjına dikkat etmemiz, işimizi sevgiyle yapmamız, hâlis niyet taşımamız da bu alışverişi etkileyici esas hususlardandır. Yüzü sirke satan birinden, kim birşey almak ister ki?!. Veya niyetinden şüphe edilen bir adamla ticârî ilişkiler kurulabilir mi?!.

Ey dost! Burada Tevbe Sûresi’nin 111. âyet-i-kerîmesinde buyurulan;

“Şüphesiz ki Allah, mü’minlerden canlarını ve mallarını onlara vereceği cennet karşılığında satın almıştır…” gerçeğinden yola çıkarak Allah Teâlâ ile kulu arasındaki amel-sevap ilişkisini temsilî yolla bir daha hatırlamak istedik. Zira yapmış olduğumuz her bir amelimizi ticârî bir metâ gibi yüce Rabbimiz’e sunduğumuzun farkına varmalı, herşeyimizle O’na lâyık olmaya çalışmalıyız. Mânevî kâr mevsimi olan Ramazân-ı şerif fuarından elde edeceğimiz kazancın sadece açlık ve susuzluk olmasını istemiyorsak; orucu sadece midemize değil, diğer uzuvlarımıza da tutturmamız îcap eder. Dilimizi, gözümüzü, elimizi, en başlıcası ise kalbimizi oruca yakışmayan amel ve düşüncelerden muhafaza etmeliyiz. Hazret-i Rasûlullâh’ın;

“Oruç kalkandır.” (Buhârî, Savm, 2) hadîsine dikkatle kulak kesilmeli, kulluğumuzu zedeleyen günah ve hatalara karşı tuttuğumuz orucu kalkan etmeliyiz ki; yarın kıyâmet gününde de cehennem ateşine siper olabilsin. Rabbimiz’le alışverişimizde sattıklarımız «kabûl-i hasen» görsün.