EVLERE DÖNÜN!..

Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI tali@yuzaki.com

Nisan ayında elinizde olacak bu yazıda niçin kadınlar mevzuunu ele alıyoruz? Çünkü geçtiğimiz ay memleketimizin gündeminde bu mevzuda mühim hâdiseler yaşandı.

Önce ülkemizin rûhâniyete düşman çamurlu bir mevkûtesinde bir yazı çıktı:

Kızları baba evini terk etmeye çağıran bir yazı… Kız evlâtları; heveslerin peşinde sokaklarda dans etmeye, babaları kızdıracak işler yapmaya, kadîm ahlâkı yıkmaya çağıran bir yazı. Evlerin sokaklardan daha tehlikeli olduğunu iddia eden bir yazı…

Elhamdülillâh bu yazı her kesimden ağır tepkiler aldı. Fakat en güzel cevap, müteâkip haftalarda İstanbul Sözleşmesi’nin iptali haberiyle geldi.1

İki hâdise arasında bir alâka var mı?

İstanbul Sözleşmesi’nin, müslüman Türk aile yapısının ruh köküyle uyuşmadığını, uzunca bir süredir; nice müslüman âlim, mütefekkir ve kanaat önderi yazıyor, çiziyor ve söylüyordu. Fakat;

“Çarpın baba evinin kapısını, sokaklara çıkın!” fütursuzluğundaki bu yazı, fesih iradesini silkindiren sanki son bir damla oldu.

Şeytan süslemeleri her zaman dâvâ ve iddiaları bulandırır. En azılı ahlâk düşmanları, yaptıkları zehirli telkinlere; «ferdin hürriyetini koruma», «varoluşun özgürce ifadesi» gibi süslü etiketler yapıştırırlar. Fakat bu yazar, merâmını gayet açık ve seçik ifade etti. Dobra olayım, derken her şeyi fâş etti. Eteğindeki bütün çamurları ortaya döktü. Bir aile büyüğüne, babaya itaati; sokaklara düşüp de bulaşılabilecek bütün rezilliklerden daha beter göstermeye çalıştı. Yaptığı telkinle, tecavüze uğrama ihtimaliyle bile alay etti.

Yazarın bir bildiği mi var? Gerçekten evlerde çok kötü şeyler mi oluyor. Onları mı kastediyor?

İnsanın olduğu her yerde iki kutup arasındaki her manzara görülebilir: En iyi de en kötü de. Çünkü insan hayvandan beter de olur melekten âlâ da.

Evet mukaddes ve mübârek annelik ve babalık makamlarına hasbelkader vâsıl olmuş, fakat o emin ve korunaklı olması gereken yerlerde de çirkin işler yapmış kötü örnekler vardır. Nice kātiller bile evlâtlarına merhametlidir. Nice ırz düşmanları, kendi yakınlarını mahremiyet ve masumiyet içinde yaşatmak isterler. Fakat nâdirattan da olsa toplumun tefessühü, aile içi günahlara da yansımaktadır.

Fakat ne kadar? Hangi sayıda?

Hüküm çoğunluğa göre verilir. Bir çürük elmaya bütün elma ağaçları fedâ edilir mi? Az sayıda vakanın üzerine üst üste büyüteçler koyup da evleri sokakla eş, hattâ sokaktan daha az güvenli yerler olarak ilân etmenin arkasındaki maksat nedir? Böyle bir maksattan hâsıl olacak, olması beklenen netice nedir?

Aynı yazar daha evvel, bir kısmı evlerde yaşanmış şenaatleri anlatan yaşanmış hikâyeler kaleme almış. Bu kitap hakkında verdiği mülâkatında kendi babasını anlatırken;

“Babam feodal değildi. Benim babamla münasebetim iyiydi. Ama yaşadığım ülke böyle değil…” tarzında cümleler kurmuş.2

Feodalite Orta Çağ Avrupa’sının derebeylik düzeni. Sol ağızlar, Anadolu aile yapısına feodalite yakıştırması yapıyorlar. Yani anne-babaya muhabbeti, aile büyüklerine itaati, bir zorbanın serfleri / marabaları üzerindeki hegemonyasına benzetiyorlar. Yani aslında bu saldırıda bir beyaz Türk’ün; köylü, ezik ve mağdur halkına güya el uzatmasına şâhit oluyoruz! Onları esâretten kurtarışına şâhitlik ediyoruz!.. Peh peh!..

Zulme uğrayan kızlar onlar için, sadece bir propaganda malzemesi. Yaşanan her cinayet onlar için, haksız dâvâlarına haklılık sağlayacak birer sözde delil. Öyle ki neredeyse her cinayette ellerini ovuşturarak köşelerinden fırlayıp;

“Biz dememiş miydik aile tehlikeli bir yerdir!” diyor ve sırıtmalarını zor bastırıyorlar.

Hâlbuki ev son kaledir. Evin alternatifi yine evdir. Annenin evinin alternatifi olsa olsa teyzenin evidir, anneannenin evidir. Baba ocağının alternatifi dede bucağıdır.

Bir hastahânede mikrop kapan oldu diye;

“–Ey hastalar! Hastahâneleri terk edin! Şifâyı çöplüklerde arayın!” demek gibi olur bunun aksi.

Bir mahkemede yanlış karar çıktı diye;

“–Ey adâlet arayanlar! Mahkemelerden vazgeçin! Mafyalarda, çetelerde, hakkāniyet kovalayın!” demek olur bu.

Yenişafak’tan Ergun YILDIRIM da cevaplar verdi bu yazara: Öz babaları mafya babalarıyla değiştirmeye çalışmanın mânâsızlığını vurguladı. Anarşi tavsiyesinin, gerçeklerden uzak ham bir hayal olduğu tespitinde bulundu.3

Son zamanlarda sadece bu yazar tarafından değil; birçok mecrâdan aileye, anne-babaların evlâtlar üzerindeki tesirleri üzerine sürdürülen bir propaganda var. Milyonlar tarafından seyredilen iki dizi film, bir psikiyatrın kitaplarını esas alıyor. İşlenen hâdiselerin çoğunun ortak noktası ihmalkâr hattâ kötü niyetli anne-babaların perişan ettiği hayatlar…

Psikoloji son derece belirsiz, muğlâk bir saha. Yirmi tane kadını öldürmüş bir seri katili; «Annesi küçükken saçını okşamamış da ondan…» gibi bir cümleyle acınacak bir mağdura dönüştürüp, kim bilir nelerle pençeleşirken evlâdını bir nebze ihmal etmiş anneyi, kātil sandalyesine oturtuveren yönleri var psikolojinin. «Seninle Başlamadı» kitabı gibi meseleye karmik / reenkarnasyoncu bağlantılarla bakmaya kalkışanlar bile var. Aile Terapisi de hâkezâ. Şahsen benim geldiğim nokta; bizim kültürümüzün yegâne psikoloji tasavvurunun, tasavvuf olduğudur. Gerisi şeytan iğvâsı ve nefis vesvesesi.

Evet; aile öyle mukaddes bir çerçeve ki, milyon kilometre çapındaki beyaz bir çarşafta bir minicik siyah nokta görse, bütün o çarşafı buruşturup çöpe atası geliyor bazılarının. Hâlbuki büyük denizler, küçük kirlerle necâsete bulanmazlar.

Bakanlık açıklaması:

“1 milyon kişi başına kadın cinayeti oranları; dünyada 13 kişi, Avrupa’da 7 kişi, Türkiye’de 3,8 kişi.”

Yüreğiniz elveriyorsa, sadece toplu taşıma araçlarında yaşanan taciz vakalarının da gerçek istatistiğini koyun bakalım ortaya!.. Sonra mektepleri, sonra işyerlerini, sonra da sokakları!

Ondan sonra oturun da kıyaslayın! Evler mi daha güvenliymiş sokaklar mı?

Diyecekler ki, evlerde olanlar fâş olmuyor. Fâş olmama ihtimaline binâen evlerde olduğu ortaya konmuş vakaları 3’le çarpın 5’le çarpın yetmedi 10’la çarpın! Yine de sokakların, batakların suç hacminin kenarından bile geçemez.

Fakat problemler dramatikleştirilerek, ajitasyon / hissî istismar yoluna gidilerek pireler deve yapılarak aile müessesesi karalanmak isteniyor.

Yazının bozuk bir fikri de şu: Kadınlar ne kadar çok sokağa çıkar, ne kadar cesur olur, tehlikelerle yüzleşirse kötülük o kadar zayıflar. Hâlbuki haberlerde daima duyuyoruz: Sokağa çıkan değil; kariyerinin zirvesine tırmanan, Hollywood şöhretine ulaşan kadınlar bile tacizlere uğrayabiliyor. Ülkemizde bile, akademide karmaşık aşk cinayetleri işlenebiliyor. Bu bir fobi değil ki üstüne gidince geçsin! Bu bir hakikat. Kötülük gerçekten var. Komediye bakın ki; bu yazı, iki senedir eğitim müesseselerinin bile açılamadığı ve herkese; «Evde kal!» telkinlerinin yapıldığı bir zamanda yazıldı. Evde kalmak nasıl maddî mikroplardan koruyorsa, kalbinde hastalık bulunanların her zaman var olacağı bir dünyada mânevî mikroplardan da korur.

Bir başka nokta:

Yazara göre, babalar bugün kötü ve tehlikeli. Peki bugünün ailelerini oluşturan insan profilini kim yetiştirdi? Bundan 88 yıl önce, Onuncu Yıl Marşı’nda -hâşâ-; «…On beş milyon genç yarattık…»
diyen anlayıştan başka bir zihniyeti mes’ul tutamayız son bir asrın aile yapısını oluşturan insan profilinin yetiştirilmesinden. Mektep, akademi, neşriyat, televizyon ve sokak… Hepsi aynı sazı çalıyor. Gerçi o sol ağızla feodaliteyi mes’ul tutuyor. Fakat o feodal yapıyı bir asırdır değiştiremeyen, dönüştüremeyen de yine kendi kafası. Onun feodal dediği Anadolu insanı da bugün gerçek köklerinden beslenemiyor ki! Dergâhı yıkmış, medreseyi kapatmış, mâneviyatçıları susturmuş, meydanı batıcılara, bölücülere, anarşistlere ve nefsâniyetten başka hiçbir bildiği olmayan kalabalıklara bırakmışsın.

Aslında sadece bu yazar değil, bir asırdır gazete;

“–Artist olmak için evleri terk edin!” diyor. Sinema;

“–Şöhret kovalamak için evleri terk edin!” diyor. Televizyon;

“–Hevâ ve heveslerinizin peşine düşün!” diyor. Radyo;

“–Çıkın sokaklarda dans edin!” diyor, şimdi de internet «düşülecek» sokaklara navigasyon hizmeti veriyor!..

Hattâ şöyle bir nükte aktarılır:

Bir Fransız yazar, M. Âkif’e;

“–Kadınlarınızı evden çıkarmadığınız doğru mu?” diye sormuş da, hazırcevaplığıyla meşhur şairimiz şöyle cevap vermiş:

–Daha önceleri öyleydi, fakat şimdi dışarı çıkardık ve bir türlü içeri sokamıyoruz!

Sokağa düşmenin yolu; tahsil diye gösteriliyor, iş diye gösteriliyor, kendi ayakları üzerinde durmak diye gösteriliyor. Fakat ayakları üzerinde duramayıp yere kapaklanan her kadın vakasında yine suçlu, feodalite (!) oluyor. Yani örf-âdetlerimiz oluyor, geleneğimiz oluyor, dînimiz, inancımız oluyor.

Anlayın artık! İnsanı bozduysa yine bu telkinleriniz bozdu. Şiddeti topluma yine sizin yazdığınız ve çektiğiniz diziler pompaladı. O bozuk insan baba olursa da anne olursa da aynı ârızalarla anne oluyor, baba oluyor. Kızına tasallut eden babaların kāhir ekseriyeti ayyaş! Hani şu “ulusal” içeceğiniz olan rakının sarhoşu. Ekranlarda saniye başı dürtüklenen, uyandırılan yılanlar, masum çocuklara uzandı ise bu da yine sizin suçunuz. Ve bunun çaresi o çocukları sokağa salmak değil. Yine insanı ıslah etmek. Aileyi güçlendirmek. Ahlâkı ayağa kaldırmak. Emr-i bi’l-mârufu kuvvetlendirmek. Hakkı tavsiye edebilmek.

Problemli ailenin çaresi, huzurlu ailedir. Şiddete teslim olmuş ailenin çaresi, rahmet dolu ailedir. İstismârın kol gezdiği ailenin tedavisi, emânetin ve mes’ûliyetin hâkim olduğu ailedir. Hiçbir zaman hiçbir ailenin alternatifi sokak değildir. Yine ailedir.

Türkçemiz «kötü yola düşmek» diye bir tabirle ifade etmiştir ki, bugün batakhânelerde perişan olan nice evlât; zamanında bu yazarın hadsizce tavsiye ettiği gibi bir hevesin, bir arzunun belki de bir öfkenin, alınganlığın peşine düşerek bu noktaya gelmiştir.

Mahremiyeti, ahlâkı ve masumiyeti insanlığa öğreten İslâm’dır. Bunların yıkılmasına karşı maddî ve mânevî tedbirleri tâlim eden İslâm’dır. Anne-babaya, evlâdına karşı mes’ûliyetlerinden dolayı îkaz eden İslâm’dır. Evlâtlara da anne-babaya ihsân üzere olmasını emreden yine İslâm’dır.

İnsanlığa en büyük çağrıyı yapan İslâm, hiçbir güç karşısında borçlu olmayan Allâh’ın yoluna davet ederken müşrik kalmakta ısrar eden anne-babayı bile incitmeye izin vermedi. “Onlara şirk koşma telkinleri hususunda itaat etme ama onlara dünyada sahip çık!” (Bkz. Lokmân, 15) dedi.

Ne büyük incelik!.. «Müşrik de olsa o senin annen, o senin babandır.» dedi.

“Müşrik babanın suratına vur kapıyı çık!” dese, Allâh’ın hakkı ve hatırı elbette herkesten âlî olduğu için kimse bir şey diyemezdi.

Lâkin Kur’ân şunu öğretti:

Anne ve baba; zâhir ve bâtın plânında Allah’tan sonra insanın en büyük vefâ borçlusu olduğu iki varlıktır. Birçok âyette anne-babaya ihsan, Allâh’a tevhid üzere kulluk emrinden hemen sonra gelir. Her şeyini borçlu olduğu anne-babasına vefâyı yitiren gafil, gözle görmediği yaratıcının hakkını çiğnemekte çok daha rahat davranır.

Bu anne-baba yaşlansa, bıkkınlık doğurabilecek söz ve davranışlar sergilese; evlâtlar yine hürmet, muhabbet ve ihsanda fire vermeyecekler, değerli sözlerle hitâba devam edecek ve mütevâzı bir merhamet sergileyeceklerdir.

Bugün x kuşağı, z kuşağı lâkırdıları var. Herkes yeni nesillerin, üstelik internet üzerinden organize olan yıkıcı davranışlarından tedirgin ve şikâyetçi.

Başa bağlılık ve aile büyüklerine itaat, nesiller üzerine operasyonlar yapılmasına karşı da bir muhafaza kalkanıdır. Bu kalkanı delme çağrıları ise asla iyi niyetli değildir.

Ölçü Kur’ân ve Sünnet olursa ve sürekli bu ölçülerle gözden geçirilirse; bu gelenekler de, şikâyet edilecek feodalite zulmüne âlet edilmezler.

Zaman hızla değişiyor. İnsanlığın daha dijital, daha teknolojik geleceğinde aile olacak mı yoksa büyük aileden çekirdek aileye oradan da bir başına yaşayan, milliyetsiz, cinsiyetsiz, ünsiyetsiz, vefâsız, ekmek yediği kapıyı tekmeleyici anarşist bir insan portresi mi çıkacak?

Buna cevabı şu tespitten sonra vermiş olacağız:

Yazarın bu sivri dili kullanmasının bir sebebi de; «Çivi çiviyi söker.» psikolojisi. Bir başka yazısına da; «Bırakın evi b.k götürsün!» başlığı atmış aynı yazar. (10 Mart 2015) Yani; “Ey kadınlar! Size verilen; «Evi temiz tut!» telkinlerini kökünden yıkın!” demeye getiriyor.

Onun dediklerini da tam tersinden telkin etmeli:

Ey hanım kızlar! Evlerinize dönün!

Size değeri dışarıda, sokakta, kariyerde va‘dedenlere inanmayın!

Gerçek değer takvâdadır. Onun anahtarı ve kılavuzu Kur’ân’a kulak verin.

Bakın o ne diyor:

“Evlerinizde oturun, eski câhiliyye âdetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın! Namazı kılın, zekâtı verin, Allâh’a ve Rasûlü’ne itaat edin!

Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.

Evlerinizde okunan Allâh’ın âyetlerini ve hikmeti hatırlayın! (Bunları müzâkere edin, tahsilse bunları tahsil edin!)

Şüphesiz Allah, her şeyin iç yüzünü bilendir ve her şeyden haberi olandır.” (el-Ahzâb, 33-34)

_______________

1 İstanbul’a ihânetti,
Aileye hıyânetti.
Gördü cumhur fecaati,
Duydu Reis iptal etti.
Koptu bir «ah» düştü tarih: -6

«Fesih değil sanki fetih…» 1448-6= 1442

2 t.ly/hWDQ

3 t.ly/oqFA