BİR TOPLULUK KENDİ HÂLİNİ DÜZELTMEDİKÇE…

Raif KOÇAK raifkocak@gmail.com

Memleketin her yanını dolaşmak ve insanlara hâllerinden memnun olup olmadıklarını sormak gibi bir imkânımız olsaydı; kendi nefsimiz de dâhil olmak üzere, zannederim kāhir ekseriyetin hâlinden memnun olmadığını söylememiz mümkün olacaktı. Zira kimi geçim darlığından veya hayat pahalılığından şikâyet ederken, kimi güvenlikten, kimi adâletten, kimi de idarecilerden yana şikâyetlerini sayıp dökecekti. İnsanız, elbette bazı şeylerden muzdarip olmamız normal. Ancak; şikâyetçi olduğumuz mevzulara, bizim ne kadar dahlimizin olduğunu tetkik etmemizin de üzerimize düşen bir vazife olduğunu düşünüyorum.

İnsanoğlu fıtrat itibarı ile cemiyet hâlinde yaşamaya mecbur. Dînimiz; üç kişiyle dahî bir yolculuğa çıkılması hâlinde, mutlaka birisinin emir tayin edilmesi gerektiğini emrediyor. (Bkz. Ebû Dâvûd, Cihâd, 80)

İnsanlar; cemiyet içinde yaşarken can, mal, nesil, akıl ve din emniyetini sağlamak, hayatlarını düzenli yaşamak ve ihtiyaçlarını karşılamak için muhakkak kendi aralarından bazılarını idareci olarak seçmek zorunda. Bu seçimi yaparken, herkes; kendisine yakın olan hem cemiyetin hem de kendinin problemlerini en iyi bilen ve bu problemlere çare bulacak kabiliyetteki insanları seçmeye çalışıyor.

Seçmek lügatte «intihap» diye geçiyor. Bir şeyin en iyisini seçmek mânâsında kullanılıyor. Eskiden «seçmen»e «müntehip», «seçilen»e ise «müntehap» denilirdi.

Ezcümle; cemiyeti idare etmesi için seçilen insanlar, yönettikleri cemiyetin bir nevî iç dünyasının dışa yansımasıdır. Cemiyet süt gibi olursa idarecisi kaymak gibi, katran gibi olursa idarecisi zift gibi olur.

Bu hususta Hazret-i Mevlânâ;

“İdareci bir havuza benzer; halk da bu havuza bağlı su boruları gibidir…” buyuruyor. Malûmunuz bir havuza su doldurmak için borulardan faydalanılır. Şayet borular kirli olursa; içinde taşıdığı su temiz dahî olsa, o suyu kirletir ve neticede havuza kirli su dolar. Biz her ne kadar yöneten ve yönetilenin ayrı hususiyetlerde olduğunu düşünsek de aslında ikisi birbirinin mütemmim cüz’ü mesâbesindedir.

Cemiyet olarak yaşadığımız türlü sıkıntıların ve olumsuzlukların sebebini hep dışarıda aramaya meyilliyiz. Suçlu, ne hikmetse hep bizim dışımızdaki birileri oluyor. Hâlbuki biraz tefekkür edecek olsak; aslında yaşadığımız onca sıkıntının, belâ ve musîbetin sebebinin, kendi hatalarımız dolayısıyla başımıza geldiğini anlayacağız. (Bkz. er-Rûm, 41)

Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerim’de;

“…Bir toplum, içinde bulundukları iyi hâli değiştirmedikçe, Allah, onlara olan nimetini değiştirmez…” (er-Ra‘d, 11) buyuruyor. Yine bir başka âyetinde;

“…Bir toplum, kendisinde bulunan güzel ahlâk ve meziyetleri değiştirmedikçe Allah da onlara verdiği nimetleri değiştirmez…” (el-Enfâl, 53) buyuruyor.

Allah Teâlâ, insana sayısız nimet vermiş ve bu nimetlerin devamı için de belli şartlar koymuş. Âyetlerde; nimetlerin elden gitmesine sebep olarak, insanın yaratılışta kendine verilen hususiyetleri ve meziyetleri terk etmesi ve değişmesi gösterilmiş.

Peki; «Bunca nimete muhatap olan insan, neden ve nasıl kendisindeki güzel ahlâk ve meziyetleri terk ederek, bu nimetleri elinin tersiyle iter, o nimetlerden yüz çevirir?» diye baktığımız zaman; aslında çok da önemsemediğimiz, bize küçük gelen bazı işlerin birikerek, ne denli büyük neticelere sebep olduğunu ibretle görürüz.

«Nedir bize küçük gelen işler?» denilirse;

•Sahip olduğu değerleri bırakıp başkalarına özenmek;

•Kendine verilen nimetlerin şükrünü edâ etmemek;

•O nimetleri gerektiği yerde ve gerektiği şekilde kullanmamak;

•Kendine emânet olarak verilen nimetlerden dolayı şımarmak;

•Bu nimetlerin Allâh’ın bir lutfu değil, kendi çabası veya meziyetleri sebebiyle verildiği zehâbına kapılmak;

•Elindeki serveti, gücü, kudreti ve ilmi, yeryüzünün ıslahı için değil, zulüm için kullanıp fıtratı bozarak nesli ifsâd etmek… diye özetleyebiliriz.

Allah Teâlâ rahmeti gereği; tarih boyunca hiçbir dönemde âdil bir toplumun başına, zâlim bir idareci vermemiştir. Adâleti, merhameti ve ahlâkı ile meşhur olmuş idarecilere baktığımız zaman, tebaasının da aynı hususiyette olduğunu görmemiz mümkün.

Bizi yönetmesi için seçilen insanların da nihayetinde iki eli, iki ayağı ve bir başı mevcut. Onların diğer insanlara nazaran öne çıkan hususiyeti; insanların bir araya gelmesi, güçlerini birleştirmesi, birisini ön plâna çıkarıp, onu idareci olarak seçmesi olabilir. Bu seçimde dikkat edilmesi gereken en önemli husus; seçilen kişi âdil olursa, onu seçenler de adâlet dağıtıyor demektir; aksine zulmediyorsa, onu seçen eller de ona ortak demektir.

Şikâyet ettiğimiz şeylerin değişmesini ve düzelmesini istiyorsak; evvelâ kendimize dönüp;

«–Fert ve cemiyet plânında nerelerde hata yapıyor, neleri eksik bırakıyoruz?» bunu tam mânâsı ile idrak etmek ve gereğini yapmak zorundayız. Düzelme fertten başlayıp, cemiyete yayılacak.

•Evvelâ bizi yaratan Allah Teâlâ’nın hakkına riâyet edilecek. O’nun haram ve helâlleri ile aramızdaki mesafe ayarlanacak.

•Yaratılan bütün mahlûkata, rahmet ve merhamet ile muamele edilecek.

•Nesli ifsâd eden içki, zinâ gibi büyük günahlarla ciddî mânâda mücadele edilecek.

•Cemiyetin en büyük belâsı fâiz illetini ortadan kaldırmak için, çareler düşünüp gayret edilecek.

•Ölçüde, tartıda ve alışverişte hile yapılmasına engel olunacak.

•Bizim ile irtibatı olan; insan, hayvan ve nebatat olmak üzere her ne varsa, onlara Allah Teâlâ’nın emrettiği Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in gösterdiği şekilde muamele edilecek.

Biz düzelince, şikâyet ettiğimiz her şeyin düzeldiğini ve râzı olacağımız kıvâma geldiğini göreceğiz.

Allah Teâlâ; emri gereği dosdoğru olmayı, verdiği güzel ahlâk ve meziyetleri değiştirmeden nimetlerine daima lâyık olmayı nasip etsin.