Ümmet-i Muhammed Üşürken; ISINMAYA HAKKIMIZ VAR MI?

M. Ali EŞMELİ seyri@seyri.com seyri@yuzaki.com

Soğuk kış günlerindeyiz.

Sıcacık evlerimizde otururken soğuk altında inleyenleri ne kadar hissedebiliyoruz? Dünyanın âfet ve savaş bölgelerinde buz gibi çadırlarda hayata tutunmaya çalışan mahrumların hâli yüreklerimizi ne kadar dağlıyor? Soğuktan ölenlerle sıcaktan gülenler arasındaki ilâhî imtihanları kazanabiliyor muyuz?

Bu sualleri;

Bir-iki kere tefekkür edip geçiştirmek yeter mi? Birkaç kuruş destek olmak, çare mi?

Her gün hatırlanması gereken ve her gün çare olunması gereken üşüyen gönüller ne olacak?

Hazret-i Mevlânâ niçin;

“–Dünyada üşüyenler var. Ben ısınamıyorum.” demekte?

Anlamak gerek;

Dünya hangi çağı yaşarsa yaşasın üzerinde daima müreffehler de var, muhtaçlar da. Zâlimler de var, mazlumlar da. Zenginler de var, yoksullar da. Yetimler, mahrumlar, mağdurlar ve mâsumlar hiç eksik olmaz devrânın nice köşelerinde.

Buna rağmen şehir hayatının konforu ve rehâveti içerisinde;

“‒Yahu fakir fukarâ kalmadı artık!” diyebilenler varsa; onlar, yanı başındaki feryatları duyamayanlardır. Göz önündeki âcizleri ve nice hazin tabloları baka baka göremeyenlerdir.

Her yerde;

Bitmek bilmeyen mâtemler, hep var. O mâtemlerin civarında yükselen sessiz feryatlar ve figanlar, hep var.

Üşüyen mâsumlar, hep var.

Çöplükte ekmek arayanlar, hep var.

Şefkat gözüyle bakabilenler görüyorlar. Görebilenler, neler neler fark ediyorlar.

Geçen ay hayırsever bir dostum anlattı. İstanbul’un bir köşesinde garip bir aileye denk gelmiş. Baba yok. Yaşlı bir anne ve çocukları. Baraka gibi bir ev, çatısı da açık. Kadıncağızın bütün duâsı şu:

‒Yâ Rabbî, ne olur yağmur ve kar yağmasın da şu yavrucağızlar ıslanıp üşümesin, perişan olmasın!

Herkes kuraklıktan dolayı yağmur yağsın diye duâlar ederken, o zavallı yağmasın diye gözyaşı dökmekte.

Şükür ki;

Yeni yağan kar ve yağmurlardan önce Allah onun ihtiyaçlarının giderilmesine vesileler göndermiş ve o zavallı ailenin üşümemesine çare ihsân eylemiş.

Merhamet gözüyle bakmak lâzım. O vakit meçhul mahrumlar, malûm oluyor.

Rahmet gözüyle nazar etmek lâzım. O vakit kimselerin fark edemedikleri ayân oluyor.

Zaten;

Sıcak ortamlardan ziyade soğuk ortamlara göz kesilenler, ancak görebilenler ve fark edebilenler. Enkazlardan, yoklukların cirit attığı yerlerden gözlerini ayırmayan, ayıramayanlar, yine onlar.

Çünkü biliyorlar ki;

Bir mü’minin yüreği mahrumlar ve muhtaçlar hususunda apayrı bir hassâsiyete sahip olmak zarûretinde. Çünkü Cenâb-ı Hak, kullarından bu yönde bir basîret istiyor. Çünkü Cenâb-ı Hak, muhtaçları ve mahrumları, imkân sahiplerine zimmetlemiş; hem de yüce bir hikmetle.

Şu hadîs-i kudsî ne kadar mânidar:

“Allah Teâlâ, kıyâmet gününde şöyle buyuracak:

–Ey Âdemoğlu! Hastalandım, Ben’i ziyaret etmedin.

Âdemoğlu diyecek ki:

–Sen Âlemlerin Rabbi iken ben Sen’i nasıl ziyaret edebilirdim?

Allah Teâlâ buyuracak:

–Falan kulum hastalandı, ziyaretine gitmedin. Onu ziyaret etseydin, Ben’i onun yanında bulurdun. Bunu bilmiyor musun?

Yine buyuracak:

‒Ey Âdemoğlu, Ben’i doyurmanı istedim, doyurmadın.

Âdemoğlu diyecek ki:

–Sen Âlemlerin Rabbi iken ben Sen’i nasıl doyurabilirdim?

Allah Teâlâ buyuracak:

–Falan kulum senden yiyecek istedi, vermedin. Eğer ona yiyecek verseydin, verdiğini Ben’im katımda mutlaka bulacaktın. Bunu bilmez misin?

Yine buyuracak:

‒Ey Âdemoğlu! Senden su istedim, vermedin.

Âdemoğlu diyecek ki:

–Ey Rabbim! Sen Âlemlerin Rabbi iken ben Sana nasıl su verebilirdim?

Allah Teâlâ buyuracak:

–Falan kulum senden su istedi, vermedin. Eğer ona istediğini verseydin, verdiğinin sevâbını katımda bulurdun, bunu bilmez misin?” (Müslim, Birr, 43)

Demek ki;

Hasta ziyareti, Allâh’ı ziyaret derecesinde mühim.

Muhtacı doyurmak, âdeta Allâh’ı doyurmak değerinde mühim.

•Susuzlara su vermek, âdeta Allâh’a su vermek makamında mühim.

Bunlar;

İnce bir idrak meselesi. Ama Allâh’ın dikkat çekerek mü’min kullarından istediği ince bir idrak.

Çünkü;

Hastayı, aç olanı ve susuz olanı, yani garipleri ve mahrumları görmeyen kimseler, kendilerinin de ebediyyen yüce Allâh’a nasıl muhtaç olduğunu göremezler.

Ancak;

Görebilmek ve muhtaçlara derman olabilmek, insanı;

•Cömert eyler ki, Allâh’ın ahlâkıdır,

•Merhamet sahibi eyler ki, Allâh’ın ahlâkıdır,

•Şefkat sahibi eyler ki, Allâh’ın ahlâkıdır,

Bencillikten uzak bir diğergâm eyler ki, Allâh’ın ahlâkıdır,

Hâline râzı eyler ki, Allâh’ın rızâsıdır.

•Kibirli bir müsrif değil, mütevâzı bir şükredici eyler ki; Allâh’ın sevgisini kazandırır.

Unutmamalı ki;

İnsan; cihan hükümdarı da olsa, dünya ve âhirette Allâh’ın merhametine muhtaç. En kudretli insan bile, ebediyyen rahmete muhtaç. Herkes, Allâh’ın affına muhtaç.

Herkes Allah’tan merhamet, şefkat, rahmet ve af dilencisi.

Şayet;

‒Afv-ı ilâhîye muhtaç bir dilenci, kendisi affedici bir gönül değilse…

‒Rahmet-i Rahmân’a muhtaç bir dilenci, kendisi rahmetten uzaksa…

‒Şefkat-i Mevlâ’ya muhtaç bir dilenci, kendisi gaddarsa…

‒Merhamet-i Mevlâ’ya muhtaç bir dilenci, kendisi merhametli değilse…

Netice ne olur?

Cevap, hadîs-i şerîfte:

مَنْ لَا يَرْحَمِ النَّاسَ لَا يَرْحَمْهُ اللّٰهُ

“İnsanlara merhamet etmeyen kimseye Allah merhamet etmez.” (Buhârî, Tevhîd, 2, Edeb, 27; Müslim, Fedâil, 66; Tirmizî, Birr, 16)

O hâlde;

Üşüyenlere karşı duyarlı değilsek, ısınmak hakkımız değil.

O hâlde;

“Sadakalar (zekâtlar), Allah’tan bir farz olarak ancak;

‒Fakirlere / yoksullara,

‒Düşkünlere,

‒Zekât toplayan memurlara,

‒Kalpleri İslâm’a ısındırılacak olanlara,

‒(Hürriyetine kavuşturulacak) kölelere, (bugün dünkü mânâda kölelik yok belki, fakat modernize edilmiş mânâda dünkünden beter bir kölelik sistemi işliyor dünyada.)

‒Borçlulara,

‒Allah yolundakilere ve

‒Yolda kalmışlara mahsustur.

Allah; hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (et-Tevbe, 60)

âyetinde madde madde sayılan kimselere karşı duyarlı bir mes’ûliyet içinde değilsek, ısınmak hakkımız değil.

Yani;

Üşüyenleri ısıtmıyorsak, ısınma hakkımız yok.

Isıtmak deyince…

Rûhu ısıtmak. Rûhun sıcaklığı ile. Gönlü ısıtmak, gönül ile. İdrâki ısıtmak, hikmet ve irfân ile.

Bunun için;

Sıcak bir çehre lâzım.

Sıcak bir gönül lâzım.

Sıcak bir ruh lâzım.

Zira bugün;

Îmanlar da soğukta üşüyor. Onları takvâ ile ısıtmak lâzım.

Kezâ;

Çehreler var; soğuk, buz gibi. Tüm buzları eritmek ve sîmâları ısıtmak lâzım…

Isıtmak deyince…

Başa kakmamakla başlar bu. Sıcaklığın en güzel nişânesi, teşekkür edâsı içinde mahrumları kucaklamak. Çünkü başa kakılan bir infak, muhatabın kalbini buz gibi eyler. Asla ısıtmaz. Yani üşüyenleri ısıtmanın yolu âyet-i kerîmedeki şu hakikat:

“Mallarını Allah yolunda harcayıp da arkasından başa kakmayan, fakirlerin gönlünü kırmayan kimseler var ya, onların Allah katında has mükâfatları vardır. Onlar için korku yoktur, üzüntü de çekmeyeceklerdir.” (el-Bakara, 262)

Allah îkaz ediyor:

“Ey îmân edenler! Allâh’a ve âhiret gününe inanmadığı hâlde malını gösteriş için harcayan kimse gibi, başa kakmak ve incitmek sûretiyle, yaptığınız hayırlarınızı boşa çıkarmayın…” (el-Bakara, 264)

Bir başka îkaz:

“Ey îmân edenler! Kazandıklarınızın iyilerinden ve rızık olarak yerden size çıkardıklarımızdan hayra harcayın. Size verilse, gözünüzü yummadan alamayacağınız kötü malı, hayır diye vermeye kalkışmayın. Biliniz ki Allah zengindir, övgüye lâyıktır.” (el-Bakara, 267)

İşin aslı:

خَيْرًا لِاَنْفُسِكُمْ

“…Kendi hayrınız için…” (et-Teğâbün, 16)

Yani kul, ne yapsa, kendisi için yapmış oluyor. Başkasına şefkatle, aslında kendisine şefkat kapısı açılıyor. Başkasına merhamet sayesinde, kendisine merhamet nasîb oluyor.

Öyleyse, ey gönül:

İmdâdı hesâb et,
Nefsin viresinde:
Zengin ve fakir evde, kader mutfağı işler,
Dem, sofra kurar; türlü kuşun kursağı işler,
Rızkın, yine hem yükseği hem alçağı işler,
Bir gün acı, bir gün balı kaymaklı yarınlar.
                                      Kaymaklı yarınlar!

Yorganda değil, suç,
Gaflet piresinde:
Bâzen nice şer zannederek hayrı kesersin,
Bâzen de hayır zannederek şerre esersin!
Kendin şaşırırsın, ama Allâh’a küsersin,
Bundan cüce eyler, yüce mihraklı yarınlar.
                                        Mihraklı yarınlar!

Kaç kitle, figānın,
Kaç cenderesinde:
Kaç ilme yalan uğruna çağ atlatılırken,
Cellâtçı modernizme ödül çatlatılırken,
Dünyâyı yutan kahkahalar patlatılırken,
Ağlar mı garipten yana mutfaklı yarınlar?
                                     Mutfaklı yarınlar!

Sen, ey ulu şefkat,
Bir his veresin de:
Koşsun bu gönüller, kanayan cümle diyâra,
Koşsun bu yürekler yeniden şevk ile yâra,
Vicdânı bozan duygu, bugün gelsin ayâra,
Koşsun fukarâ semtine erzaklı yarınlar.
                                      Erzaklı yarınlar!

Tektir, biri şaşma,
Bin sâiresinde:
Bin türlü akımlar türüyor rol kuyusundan,
Bin türlü oyunlar çıkıyor gol kuyusundan,
Ah fışkırıyor bir sürü petrol kuyusundan,
Benzin döküyor kavgaya çakmaklı yarınlar.
                                       Çakmaklı yarınlar!

En güçlü devâ ne,
Fen hemşiresinde?
Katranlara saplandı yumurcaklı yarınlar,
Fettanlara park oldu salıncaklı yarınlar,
Kül oldu buz üstünde oyuncaklı yarınlar,
Derman mı gavurlardaki cek-caklı yarınlar?
                                       Cek-caklı yarınlar!

Kimler bu hayâtın,
Öz dâiresinde?
Madden ya da mânen cirit oynar nice salgın,
İnsan, yok eden salgına rağmen niye dalgın?
En hasta virüs, sanki ilâçtan daha baskın,
Zehrin mi, kimin pençesi, tırnaklı yarınlar?
                                         Tırnaklı yarınlar!

On parmağı harbin,
İnsan püresinde:
Çağdaş mamadır bomba bugün, yandı bebekler,
Kavruldu hesapsız füzelerden kelebekler,
Gül çehreli şeytâna esir düştü melekler,
Gümler zayıfın kalbine tak-taklı yarınlar.
                                    Tak-taklı yarınlar!

Rahmet, başa taçtır,
Zahmet beresinde:
Bir hâdisedir gözde fikir, sözde bahâne,
Mâlûm ile meçhul biliyor, özdeki sır ne,
Her bilmecenin halli yarınlardaki karne,
Üç kıt’ada bir bulmaca, sancaklı yarınlar.
                                     Sancaklı yarınlar!

Şâirde bu mânâ,
Hem şâiresinde:
Ey yolcu uyan, şahlanıyor eski küheylan,
Şahlan, bize iştahlanıyor bir sürü düşman,
Bizler değil onlar oluversin yine pişman,
Sonsuz vuracak mehteri bayraklı yarınlar.
                                       Bayraklı yarınlar!

Cennet vatanımdır,
Cennet yöresinde:
Yurdum, ebedî nesl-i mukaddeste emânet,
Tekrâr-ı zaferler, yüce adreste emânet,
Seyrî, şühedâ toprağı, berceste emânet,
Milletçe yüceltir bizi, mutlaklı yarınlar.
                                 Mutlaklı yarınlar!

Ne mutlu, üşüyenleri ısıtan gönüllere!

Ne mutlu, o gönüllerle rahmet, merhamet ve şifâ harmanı olan günlere ve yarınlara!

Yâ Rab,

Nasîb et!

Âmîn!