SÜKÛTUN HAZZINA VARMAK

Doç. Dr. Mustafa CANLI canli20@hotmail.com

BİR HADİS:

عَنْ أَب۪ى هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ :
قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ :
« مَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ فَلْيَقُلْ خَيْرًا أَوْ لِيَصْمُتْ »

Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh-’ten rivâyet edildiğine göre Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:

“Her kim Allâh’a ve âhiret gününe îmân ediyorsa, ya hayır söylesin ya da sussun!” (Müslim, Îmân, 74)

BİR MESAJ: “Allâh’a ve âhiret gününe îmân ediyorsan, ya hayır konuş ya da sus!”

Kelâmın fidda ise sükûtun olsun zehep,
Kemâl ehli kemâlâtı sükûtla buldu hep… (Lâ-edrî)

Günümüzde en çok muhtaç olduğumuz hasletlerden biri, sükût hasletidir. Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in sükûtu konuşmasından daha fazlaydı. O; zaten konuştuğu zaman, az ve öz konuşurdu. Câbir bin Semüre -radıyallâhu anh- anlatıyor:

“Ben Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in meclisinde yüzden fazla kere bulundum. O’nun ashâbı (mescidde oturup) şiirler okur, câhiliyye devrinde olan bazı işlerden söz ederlerdi. O; konuşulanları sessiz bir biçimde dinler, zaman zaman da onlarla birlikte gülümserdi.” (Tirmizî, Edeb, 70)

Serlevhâ hadîsimizde sevgili Peygamber Efendimiz; Allâh’a ve âhiret gününe îmân ile irtibatlandırarak, konuşacak bir hayır sözümüz varsa konuşmamızı, değilse susmamızı tavsiye buyurmaktadır. Bu bakımdan mü’minin sükûtu konuşmasından daha fazla olmalı, konuştuğu zaman da az ve öz konuşmaya gayret etmelidir. Zira fazla ve boş kelâm; bize hayır getirmez, hayırdan ziyâde şer getirir.

Atalarımızın dediği gibi:

Göz iki, kulak iki, ağız tek,

Çok görüp, çok dinleyip, az söylemek gerek.

Âyet-i kerîmede şöyle buyurulmaktadır:

“Sadaka vermek, iyiliği emretmek ve insanların arasını bulmak hâriç, onların konuşup fısıldaşmalarının birçoğunda hayır yoktur.” (en-Nisâ, 4/114)

Bu bakımdan sükût, mü’minin ziynetidir. Sükûtta vakar vardır, asâlet vardır. Çok konuşanın vakarı, itibarı zâil olur. Sükûtta heybet vardır. Konuştukça insanın heybeti azalır.

Sükût, dil ile ve kalp ile olur. Bazen de dil susunca kalp konuşur. Kalp konuşunca ondan hikmet pınarları kaynar.

Sükûtta hikmet vardır, latîf bir güzellik vardır.

Sükûtta zikir vardır, tefekkür vardır, derin bir sessizlik ve engin bir dinginlik vardır. Sükût ile kalbe inilir, kalpte derinleşilir, kalbe yolculuk yapılır. Sükût ile hikmet kapıları açılır. Onun için hikmet, konuşmakta değil susmaktadır; hikmet perdeleri konuşana değil sükût edene açılır.

Sükûtta huzur vardır, huşû vardır. Sükûtta sekînet vardır, sükûnet vardır.

“Yerinde yapılan bir sükût, insana huzur verir, vakar bahşeder, kalbî derinlik kazandırır ve kurtuluşa erdirir.”

Yerine göre sükût tâattir.

Sükût etmek hayâdandır. Hayâ da îmandandır. Nitekim bir hadîs-i şerifte zikredildiğine göre Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, fazla utangaç olan kardeşine;

“–Sen çok utanıyorsun ve bu sana zarar veriyor.” diyerek serzenişte bulunan bir adamın yanından geçerken;

“–Onu rahat bırak! Zira hayâ îmandandır.” buyurmuştur. (Buhârî, Edeb, 100)

Bazen olur sükût, konuşmaktan daha tesirli olur. Zira konuştukça sözün tesiri gider.

Bu durumda sükût sohbettir, hâlleşmedir. Nice insanlar sükûtla hâlleşir, sükûtla feyizlenir, sükût ederek sohbet eder.

Ne garip bir durum ki; çağımızda insanların en çok üzerinde durup rağbet gösterdikleri hususlardan biri, «güzel ve etkili konuşma» hususudur. İnsanlar, bunun kursunu alabilmek için hatırı sayılır paralar harcamaktadırlar. Hâlbuki bizim konuşmaya değil; susmaya ihtiyacımız var, sükût edebine ihtiyacımız var. Sükût tâlimine ihtiyacımız var. Zira konuşan çok ama sükût eden çok yok.

Hakikatte konuşmak Rabbimiz’in büyük bir nimetidir. Konuşma yeteneğimizi Cenâb-ı Hakk’ın rızâsı doğrultusunda yönlendirmek, biz müslümanların üzerine bir vecîbedir. Bu mânâda tabiî ki insanlarla iyi bir iletişim kurmak için kelâmımızı güzel tanzim edeceğiz. Beden dilini Efendimiz’in yaptığı gibi en etkili bir şekilde kullanmaya gayret göstereceğiz. Ancak burada yanlış olan ve kınanan husus; enâniyeti de işin içerisine ortak edip, güzel ve etkili konuşarak karşı tarafta bir tesir oluşturmaya kalkışmaktır.

Bu bakımdan sükût, mü’minin ziyneti, az söz edebidir; çok konuşmak da ayıbıdır.

Sükût, kalbe gıdâ verir, kalbi diriltir. Çok konuşmak, boş konuşmak, hele kahkahalarla gülmek, Allah korusun kalbi hasta eder hattâ öldürür.

Sükût eden, sekînet bulur, sükûnete kavuşur. Kalbinin sâkini olur. Kalbinde sâkin olur. Sükûtla teskîn olur.

Öyle ki sükût edenin yanında melekler hazır olur, lüzum ettiğinde onun adına konuşur. Dolayısıyla Cenâb-ı Hakk’ın mağfireti, nusreti, sükût edenin yanındadır. Bir defasında Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; ashâb-ı kiramla birlikte otururken, bir adam geldi ve Ebûbekir -radıyallâhu anh-’a hakaret etti. Ebûbekir Efendimiz sükût etti, adama cevap vermedi. Adam ikinci sefer aynı şekilde hakaret ederek ona eziyet verdi. Ebûbekir Hazretleri yine sükût etti. Adam üçüncü sefer de hakaret edince Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh-, adama hak ettiği cevabı verdi.

Bunun üzerine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, kalkıp oradan uzaklaştı. Ebûbekir Hazretleri hemen arkasından yetişerek;

“–Ey Allâh’ın Rasûlü yoksa bana darıldınız mı?” diye sordu.

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

“–Hayır!” buyurdu. Sonra da şöyle devam etti:

“Lâkin semâdan bir melek inmiş, o adamın sana söylediklerini yalanlıyor, senin adına ona cevap veriyordu. Sen karşılık verip intikamını alınca melek gitti, onun yerine şeytan geldi. Bir yere şeytan gelince ben orada durmam!” (Ebû Dâvûd, Edeb, 41)

Bu bakımdan ey mü’min kardeşim!

“Kardeşinle (düşmanlığa varan) tartışmaya girme, onunla (kırıcı şekilde) şakalaşma ve ona yerine getiremeyeceğin sözü verme!” (Tirmizî, Birr, 58)

Böyle durumlarda; «Selâm!» de geç ve şöyle de:

Edebim el vermez, edepsizlik edene;
Susmak en güzel cevap, edebi elden gidene;

Şunu bil ki kişi; konuştuğundan pişman olur, konuşmadığından değil…

Çok konuşan; yalan, gıybet, dedikodu, iftira, mübalâğa ve dalkavukluk etmek gibi dilin âfetlerine maruz kalabilir.

Hakikatte dil, büyük bir nimettir. Cirmi küçük ama cürmü de büyüktür. Süfyân bin Abdullah es-Sekafî Hazretleri;

“–Yâ Rasûlâllah! Benim için en ziyade korktuğun şey nedir?” diye sormuş, Sevgili Peygamber Efendimiz de dilini tutarak;

“–Şudur.” buyurmuştur. (Tirmizî, Zühd, 60)

İnsan dilinin kurbanıdır. Dilinin kurbanı olmak istemiyorsan sus. Sükût eden, dilin âfetlerinden berî olur. Zira belâlardan kurtuluş, susmaktadır. Sükût, insanı kurtuluşa erdirir. Nitekim Peygamber Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-;

“Susan kurtuldu.” buyurmuştur. (Tirmizî, Kıyâmet, 50)

Yine bir gün Ukbe bin Âmir Hazretleri, Rasûl-i Ekrem Efendimiz’e;

“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Kurtuluşun yolu nedir?” diye sormuş, Fahr-i Kâinât Efendimiz de ona kıyâmete kadar mü’minlere rehberlik edecek şu sözleri söylemiştir:

“–Diline sahip ol, (fitne zamanında) evinden çıkma, günahların için de gözyaşı dök!” (Tirmizî, Zühd, 60)

Onun için sükûtta selâmet vardır. Sükût eden boş lâftan, gıybetten dedikodudan emin olur. Sükût eden, çukurlara düşmekten selâmette olur.

Büyüklerimiz ne güzel söylemiştir:

Sana senden olur, her ne olursa,
Başın selâmet bulur, dilin durursa.

Ayrıca çok konuşanın; dünyaya dalıp Rabbinden uzaklaşma tehlikesi vardır. Çok konuşan yanılır. Çok konuşan zarardadır. Zira çok konuşmakta birçok âfet gizlidir.

Bir hadîs-i şerifte ifade edildiğine göre; dedikodu yapmak, gereksiz çok soru sormak, Allah Teâlâ’nın hoşlanmadığı amellerdendir. (Buhârî, İstikrâz, 19)

Ayrıca şu husus hatırdan çıkarılmamalıdır ki cennette boş söz, nâhoş söz yoktur. Âyet-i kerîmede şöyle buyurulmaktadır:

“(Cennet ehli) orada boş bir söz ve günaha sokan bir lâf işitmezler. Sadece; «Selâm!», «Selâm!» sözünü işitirler.” (el-Vâkıa, 56/25-26)

Sükûtun bunca güzelliğinin yanında dilsiz şeytan da olmamak îcap eder. Zira haksızlık karşısında sükût etmek, dînimizde hoş görülmemiş, bunu yapan için «dilsiz şeytan» tabiri kullanılmıştır.

Buna göre sükûtu konuşmasından fazla olan mü’min, zulüm ve haksızlık karşısında susmaz. Tabiri câiz ise küheylân kesilir. Zira bu gibi durumlar, susmanın mahalli olmayan durumlardır.

Velhâsıl mü’min; serlevhâ hadîsimizde de işaret buyurulduğu üzere, konuşacak hayır sözü varsa konuşur, değilse susar, sükût eder. Sükûtun verdiği huşû ve huzura erişir. Ancak haksızlık karşısında, zulüm karşısında dilsiz şeytan da olmaz. Her işini yerinde ve ayarında yapar.

Rabbimiz, dilimizin şerrinden bizleri muhafaza eylesin!

Rabbimiz; cümlemizi, sözümüz varsa hayır konuşanlardan yoksa susanlardan eylesin!

Rabbimiz; cümlemizi, sükûtu konuşmasından fazla olan kullarından eylesin!

Âmîn…