İKİ ÇINAR

Haşim AKIN hasimakin42@hotmail.com

Gana sınırına yakın ve yeşil ormanların içinde bir köy burası. Adı, ağaç kökü anlamına gelen Kodela… Köy, ağaç köküne benzemese de ağaçların bol olduğu bir yer. Burada sadece ağaç kökleri değil insan kökleri de önemli. Zira Afrika insanı, geleneklerini ve kültürel âdetlerini çok önemser. Bunlar olmayınca, kendilerinin kökü kalmamış bir ağaca döneceğine inanırlar.

Buralara çok sık yabancılar gelmez. Hele yağmur mevsiminde 3-4 ay buraya araç giremez. Köyün şehirle bağlantısı kesilir. Âcil ihtiyacı olan, motosikletle gidip gelebilir. Dört tekerli bir aracın geçmesi zordur o derelerden.

Yağmur mevsimi bittiğine göre, arada bir misafir de gelecek demektir. Köyde bir mescid inşaatı başladı ama hâlâ bitirilemedi. Ama buraya mescidi yaptıran vakıf, bir imam gönderdi. O, ağaç altında bile olsa namazı kıldırıyor. Bugün onda bir heyecan ve telâş var. Onun bu heyecanının sebebini bilenler de var elbette. Kendisini buraya gönderen vakıftan vazifeliler ziyarete gelecekmiş.

Böylesi uzak diyarların köyleri için, bu ziyaretler çok önemlidir. Onlar için bir yenilenmedir. Tüm köylü etkilenir bundan. Zira köyün bütün çocuklarına ve kadınlarına yemek ikram edildi bugün. Kolay değil tüm köyü doyurmak…

Gelen heyet, köyde imamla beraber eğitim alan öğrencileri dinledikten sonra köyün yaşlılarına da ziyarete başladı. İlk durak köyün ilk müslüman ferdi Muhammed dede. Evi pamuk tarlasının yanında… Bahçe denilebilecek yerin karşısında, yolun kenarında şahsî mescidi var. Burada 2-3 kişi beraber namaz kılabilir ancak. Zemine kum serilmiş, kenarlarına da birer ağaç dalı uzatılmış. Sınırlarını belli ediyor sadece. Burası Muhammed dedenin yıllardır namaz kıldığı şahsî mescidi…

Tatlı bir sohbet onları bekliyor. İki çınar birbirine sırtını dayamıştı. Ağacın biri dallarıyla gölgesiyle, diğeri de bu köyde İslâm’ın ilk temsilcisi olmanın verdiği hazla gölgesine sığınanları korumaya aldı. Ağaç gölgesine üç adet sandalye getirildi hemen. İnce ağaç dallarıyla özel bir işçilik sonucu örülmüş kral koltuklarından iki tanesi zaten hazır bekliyor. Bu koltuklar gelen misafirlerin en değerlisine ikram edilir. Ama buna oturulmaz ve neredeyse yatılır. Israrla Türk misafiri ona oturttular. O da yatmamak ve oturur vaziyette durabilmek için bayağı uğraştı.

Karşılıklı; «Hoş geldiniz!» ve; «Ziyaretten memnun olduk!» girişinden sonra Muhammed dedeyi tanıttılar. Bu dede köyün ilk müslümanıdır. İlklerden olmak yani… Sohbetin en koyu yeri şimdi başladı. Gözler açıldı, omuzlar doğruldu.

«Nasıl yani?» diye bakan gözlere Muhammed dedenin îzahları yetişti;

“–Ben 76 yaşındayım. Altı yaşındayken ağabeyim Yusuf’la beraber Gana’ya gitmiştik. Aradan yetmiş yıl geçse de hatırlıyorum o günleri… Bir Ramazan ayıydı. Ben altı yaşında bir çocuk olarak; ilk kez namaz ve oruç gibi sözleri duydum, onların îfâsını gördüm. Bizim köy, atadan kalma putperest bir toplumdur.”

Oruç, altı yaşındaki bir çocuğu nasıl kendine cezbeder? Cezbetmiş işte… Aslında îman insana yaklaşıyor, insan da îmâna doğru adım atınca buluşma gerçekleşiyor. Onlarınki de öyle olmuş. Ağabeyine müslüman olmak istediğini söylemiş. O da kendisi müslüman olmadığı hâlde buna itiraz etmemiş ve durumu mahalledeki imama haber vermiş. İmam, bunların kaldığı yere kadar gelmiş. Hazırlıklar yapılmış. Ne mi hazırlanmış? Önce temiz kıyafetler satın alınmış. O günlerde nasıl bir kıyafet varsa… Sonra da su temin edilmiş… Çünkü gusül alıp temizlenecek… O da banyoda tarif edilen guslü almış, yeni ve temiz kıyafetleri giymiş… Çevreden katılanlarla beraber kelime-i şahâdet getirilmiş. Bütün bu törenler altı yaşındaki bir çocuk için yapılmış. Hâdiseyi basite alıp geçiştirmeyi de düşünmemişler. Adını da Muhammed koymuşlar. Köyün ilk Muhammed’i olmuş.

Eski adını merak edenler oluyor. Ona gülümseyerek;

“–Biz eskiyi yaktık!” diyor. Ağabeyi Yusuf da daha sonra müslüman olmuş. Ramazan ve oruç… Yeni, heyecanlı ve içinde volkanların patladığı genç bir müslüman… İlk orucunu hatırlıyor… İlk namazını, ilk abdestini… Altı yaşındaki bir çocuk için oruç tutmak farz mıdır? Değil elbette… Ama o müslüman olduğunda kendisini kocaman bir adam olarak görüyor.

Hayat onlar için hep Gana’da devam etmiyor. Sonra köylerine geliyorlar. Köyde onun müslüman olması çok da önemsenmiyor. Onun bu hâli, putları için bir tehdit olarak da görülmüyor demek ki… Küçük bir çocuk işte ne olacak… Ama bugün köyde iki binin üzerinde müslüman yaşıyor. Birçoğunda onun emeği var. Bunu o gün göremediler. İyi ki de göremediler.

Ramazan aylarında oruç tutmakta zorlanmadığını hatırlıyor. Annesi, ablaları hattâ teyzesi bile ona yemek veriyor ve orucunu rahatça tutabiliyor. Zira burada her vakit yemek bulunmaz. Günde bir veya iki defa yemek bulunur. Buzdolabı gibi bir âlet olmadığı için de uzun süre saklanamaz. Olduğunda yenir. Olmadığı zaman da yoktur. Ama Muhammed’e torpil geçiyorlar.

O çocukluğunun ve ilk Müslümanlığının böyle kolay geçmesinden bahsedince merakla sorular geliyor. Anne ve baban müslüman mıydı? Burada Muhammed dedenin yüz hatları geriliyor. Yüzüne dikkatlice bakan birisi sorunun cevabını bulabiliyor. Babası gençlik yıllarında şehre gidince, köle ticareti yapanların eline düşüyor ve onu köle pazarında satıyorlar. O yıllar, batıdan köle ticareti için bölgeye akın etmiş akbabaların hüküm sürdüğü yıllar. Gemilerle insanların kaçırıldığı dönemler… Bir silâh karşılığında; yerli adamlara, sağlam ve güçlü erkeklerin toplatıldığı kara günler…

Bu pazarda babası da satılıyor. Ama babası şanslıymış ki bir medenî(!) beyaz adam tarafından satın alınmamış. Onu Mali’nin kuzey bölgesinde bulunan Timbukti bölgesinden gelen bir müslüman satın alıyor. Onunla bu bölgedeki ilmin ve İslâm kültürünün merkezi olan şehre gidiyor. Babası burada uzun süre kalıyor. Efendisinin yanında da İslâm dînini tanıyor ve müslüman oluyor.

Daha sonra oradan ayrılıyor. Oradan nasıl ve hangi şartlarda ayrıldı bunu bilen de yok. Kölelikten kurtulup köyüne geliyor. Sonra da evleniyor. Ama köye dönünce İslâm dîninden çıkıyor ve eski putlarına tapmaya başlıyor. Oğlu Muhammed iki yaşlarındayken de ölüyor. Yani Muhammed dede, babasını hatırlamıyor bile… Ama onun İslâm dîniyle olan bu acı serüvenini biliyor.

Sonra yıllar geçiyor ve evlilik çağı geliyor. Buralarda evlenmek için iki şey lâzım. Birisi buna uygun bir kız, ikincisi de kız tarafının gönlünü edecek ve köydeki âdetlerin hepsini karşılayacak kadar para… Sizin köyde de mi öyle? Ama sizin köyde her defasında yeni bir şeyler isteyen ve durmadan / doymadan sizi soymaya azmetmiş putlar var mıdır? O zaman siz bunu bilemezsiniz… Yani burada hayat çok başka…

Muhammed dede; konu evlilik mevzuuna gelince, sırtını koltuğuna yaslayarak gülüyor;

“–Çok zor günler geçirdim o zaman…” diye başlıyor anlatmaya… Müslüman bir delikanlıyı ilk zamanlar büyük bir tehlike ve tehdit olarak görmemişler. Bunun için de ses çıkarmamışlar. Zira köyde bir kendisi bir de ağabeyi var. Bir köşede kıldıkları namaz, Ramazan’da kendilerinin tuttuğu oruç, onların çarkını tehdit etmemiş. Onlar da bu dönemde yalnızlığın ve mensubu oldukları İslâm dînini çok iyi bilememenin de etkisiyle kimseye karışmamışlar. Sadece kendilerine müslüman olmuşlar. Ancak gene de müslüman olan bir gence kız verme konusunda çok zorlanmışlar. Bunlar, müslüman bir erkeğin putperest bir kızla evlenmesinin yasak olduğunu da bilmiyorlar…

Râzı olacak olanlarsa kendileri ve âdetleri için beklenti çıtasını daha da yükseltmişler. Babası olmayan bir genç olarak çok geç ve zor şartlarda evlenmiş.

Kendi çocuklarını İslâm üzere yetiştirmek istemiş. Sonra yaşı daha da ilerlemiş. Şehre gidip gelme çoğalmış. Çevreden başka müslümanlarla tanışmış. Onlarla Cuma namazı için buluşmaya başlamışlar. Köye müslüman olan başka aileler de taşınmış. Yalnızlık bir nebze bitecek gibi olmuş.

Bundan üç yıl önce, içinde beyaz müslümanların da olduğu bir heyetin köylerde insanları İslâm’a davet ettiğini duymuş. İşte o zaman bu heyecan doruğa çıkmış. Yaşı yetmişi geçse de bir delikanlı olmuş ve onlarla irtibatı kurup köylerine davet etmiş. Bu arada köyün kralını da bu gelecek misafirleri ağırlama ve onların İslâm dînini anlatabilmesi için izin vermeye iknâ etmiş.

Köyde düzenlenen bir törenle, halkın çoğu müslüman olmuş. Bugün iki binin üzerinde müslüman var burada…

İlk tohumu atan, ilk; «Allah!» diyen, namaz için secdeye ilk baş koyan bir çınar var burada…