AZ YEMEK, AZ UYUMAK, AZ KONUŞMAK

Nurten Selma ÇEVİKOĞLU nurtencevikoglu@hotmail.com

Bu ay itibarıyla; müslümanlar için bir güzel arınma, hayrı kuşanma, Hakk’a sarılma mevsimi olan üç ayların mübârek iklimine giriyoruz. Yaralanan ruhlar, karalanan kalpler, yorulan zihinler bu kutlu zeminde, felâha kavuşacak ümidindeyiz. Rabbü’l-Âlemîn’in rahmetinin oluk oluk yağdığı, ilâhî feyizlerin coştuğu, gönüllerin nurla dolduğu mübârek aylar; Receb, Şaban nihayetinde Ramazan geliyor. Gerçekten bu aylar, biz müslümanlar için çok kıymetli.

Bu vesileyle biz bu ayki yazımızda; İslâm’ın muhteşem ve mükemmel çizgisinde, kâmil bir mü’min olmak için, müslümanların en çok dikkat etmesi gereken üç hayat prensibine değinmek istiyoruz. Bu prensipler; «az yemek», «az konuşmak» ve «az uyumak»tır.

Bilindiği üzere insan; ruh, nefis ve aklın birleşiminden oluşmuş, aslı toprak olan bir varlıktır. İnsan; Cenâb-ı Hak tarafından kendini diğer canlılardan ayıran bir lutf-i ilâhî olan aklıyla, rûhunu ve nefsini, mûtedil bir dengede tutmak zorundadır. İnsan bedeni, rûha giydirilmiş bir elbise durumundadır ve meyli toprağa doğrudur. Ruh olmazsa, bedenin bir anlamı yoktur. Bedeni canlı ve tatlı kılan ruhtur. Bedenin fizikî canlılığının devamı için elbette onu beslemek gerektir. Evet ama; bedeni beden yapan, asıl rûhun beslenmesi esastır. Bir güzel lâhûtî âleme ait olan rûha sahip çıkmak, onu beslemek; kâmil bir mü’min, hâlis bir kul olmak adına bilhassa mânevî yolun yolcuları için çok ehemmiyetlidir. Bu vesileyle öncelikle «az yemek» üzerinde duralım istiyoruz:

AZ YEMEK

Bedenin hayâtiyeti adına insanın yemesi, içmesi yani onu beslemesi şarttır. Beden, tıpkı onu meydana getiren diğer uzuvlarımız gibi insana emânettir. Onu korumak, mü’minin sorumluluğundadır. Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerim’de;

“Yiyiniz, içiniz ama israf etmeyiniz. Çünkü Allah israf edenleri sevmez.” (el-A‘râf, 31) buyuruyor. Cenâb-ı Hak insanın önüne âdeta bir kâinat sofrası sermiş, o sofrada her biri ayrı tat ve lezzette çeşit çeşit yiyecekler yaratmıştır. Bu güzelliklerden istifade edeceğiz elbette ama; hem şükredeceğiz hem de kararı kadar yiyeceğiz.

Fakat maalesef yaşadığımız haz ve hız çağında, müslümanlar dahî pek çok hususta âdeta israf denizinde yüzmekteler. Meselâ fazla yemek israftır. Bugün ihtiyacından fazla; yağlı, ballı yiyeceklerle bedenler besleniyor sonra da fazla kilolardan kurtulmak için diyetisyen kapılarına, spor merkezlerine gidiliyor. Bunlar da zaman israfıdır. Sonra çok yeme sonucu, bedende bir sürü hastalık zuhur ediyor. Kalp-damar tıkanıklıkları, mide-bağırsak sıkıntıları, şeker-kolesterol… devrin en meşhur hastalıklarıdır. Doktorlar hep az yeme, perhiz, hattâ oruç tavsiye ediyorlar.

Evliyâların sultanı, aşk kahramanı Hazret-i Mevlânâ;

“Sen bedenini yağlı, ballı yemeklerle besledikçe; asıl varlığın olan, seni diri tutan rûhunu asla güçlü bulmazsın.” diyerek insanın yemeğe olan meylinin nasıl olması gerektiğini açıklıyor. Bir başka beyitinde;

“Sen; Cenâb-ı Hak’tan ilâhî aşk iste, rûhunu besleyecek gıdâ iste. Ekmek isteme. Ekmek bu bedenimizin gıdâsıdır. Hayvânî rûhumuzu, nefsimizi besler. İlâhî aşk ise can rızkıdır, rûhumuzu besler. Allah’tan ten rızkı istemektense, rûhumuzu besleyecek can rızkı istemek, elbette çok daha hayırlıdır.” buyuruyor. Fikir, zikir, şükür ile az yiyerek, rûha mânen seviye katettirmek ne güzeldir! Mânevî hayattaki derinlik, az yemekle hâsıl olur.

Bedeni gereğinden fazla beslemek, nefsî arzulara tâbî olmak demektir. Hâlbuki güzel bir kul, kâmil bir müslüman olmak için «nefsin tezkiyesi/terbiyesi» istenir. Yani onu eğitmezsek, nefsin kölesi oluruz. Bu hâlden Hakk’a sığınırız. Kişi evet, helâlinden, bedeninin ikāmesi, ibâdet yapabilmesi için, yiyip-içecek; ama her şeyin azı karar, fazlası zarardır.

Kaynaklardan edindiğimiz bilgilere göre; Rasûlullah -aleyhissalâtü vesselâm-’ın sofrası çok sade ve mütevâzı idi. O -aleyhisselâm-; yemek yemekle zevklenmez, sadece hayatını devam ettirecek kadar yerdi. Az yemeyi tercih eder, acıkmadan yemez, sofradan doymadan kalkardı. Hâlbuki bizde;

“Doyana kadar ye!” diye bir usûlsüzlük ve yakışıksızlık var. Efendimiz -aleyhisselâm- buyurur:

“İnsanoğlu, midesinden daha kötü bir kap doldurmamıştır. Aslında, insanın hayatını devam ettirecek kadar birkaç lokmayı yemesi kâfîdir.

Bunu yapamıyorsa; hiç olmazsa midesinin;

•Üçte birini yemeye,

•Üçte birini suya ayırsın,

•Üçte birini de nefes almasına imkân verecek şekilde ayarlasın.” (Tirmizî, Zühd, 47; İbn-i Mâce, Et‘ıme, 50)

Mânevî hayatımızın sağlığı için de, az yemek şarttır.

Bugün müslümanların ibâdet ilminden önce yeme-içme ilmini öğrenmeleri gerekir. Zira sağlıklı ve zinde bir beden ile daha çok ibâdet yapılır, daha çok Hak ve hayır yollarında koşulur. Tokluk rûhâniyeti öldürür, yok eder.

Az yemek nefsânî arzuları kırar. Denir ki;

“Çok yiyen çok uyur, çok uyuyan çok konuşur, çok konuşan, nimetten mahrum kalır.”

AZ KONUŞMAK

Hayra ve şerre kullanmak noktasında, dilin ehemmiyeti büyüktür. Eğer dil, hayra kullanılırsa kişi için nimettir, nihayeti dünya adına bir fazîlet, âhiret adına cennete vesiledir. Şerre kullanıldığında ise, dünyada kötü ahlâk, âhirette ucu cehennemdir. Îman ve küfür dilden belli olur. Dolayısıyla kişi konuşurken âhiretini düşünerek konuşmalıdır. Zira ağızdan çıkan söz; havada kalmaz, sağ ve sol tarafımızdaki melekler tarafından kayda alınır. Ve bir başka âlemde aynen kişinin karşısına çıkarılır.

Konuşma ve sözler insanın terazisidir. Çok konuşmak; karşıdakini rahatsız eder, bıktırır. Çok konuşan; gereksiz konulara dalar, mâlâyâniye kayar, boş sözler sarf eder, belki gıybete girer, yalan söyleyebilir. Unutulmasın ki, çok ve boş konuşmak; kişinin kalbinde sıkıntı, rûhunda huzursuzluk hâli oluşturur. Beden bitkin, hayat bereketsiz olur. Böyle kişi sevilmez. Cenâb-ı Hak da çok ve boş konuşanı sevmez. Bilinsin ki, çok konuşan gaflettedir aynı zamanda vaktini israf etmiş olur.

Peygamber -aleyhisselâm-;

“Kim, insanların kalbini çelmek (kendine çekmek) için kelâmın (şatafatlı) kullanılışını öğrenir, (insanları bıktırırcasına) sözü gereğinden fazla uzatırsa, Allah kıyâmet günü onun ne farz ne nâfile hiçbir ibâdetini kabul etmez!” (Ebû Dâvûd, Edeb, 86, Hadis no: 5006)

“İnsanoğlunun konuşmaları lehine değil, aleyhinedir. Ancak iyiliği emretmek veya kötülükten men etmek için yaptığı konuşmalar bunun dışındadır.” (İbn-i Mâce, Fiten, 12) Konuşmalara yön veren bu hadisler, mü’minler için en kâmil konuşma ölçüleridir.

Susmak, akıllı kişilerin konuşmadaki zarâfet ölçüsüdür. Konuşmak değil, susmak hikmettir. Büyükler;

“Dil, irfan hazinesinin anahtarıdır. Çok konuşan gönüldeki hikmet cevherini boşaltır.” derler. Elbette az konuşmak -yani susmak- aynı zamanda bir edeptir. Sultânu’l ârifîn Mahmud Sâmi Efendi Hazretleri, susmanın önemi ve edebine binâen, bir sohbetini sadece susarak, «susma sohbeti» yapmıştır… Güzel ve sâlih ameller susarak korunur. Güzel söz sadakadır, az söz ise kişi için selâmettir.

Çok konuşan pek çok konuda pişman olur. Kişi, lisânından sorumludur. Her uzuv bize emânettir, âhirette uzuvlar hesaba çekilecektir.

Çok konuşan; konuşurken farkında olmayarak, bazen de farkında olarak, kendini över, söz taşır, dedikodu eder. Neticede hata üstüne hata yapar, insanların kalbini kırar, incitir. Dil yarasına sebebiyet verir ve bu hâl kul hakkını gerektirir. Kişinin kalbini ve âhiretini karartır.

Dilini koruyan, dînini korur. Dilin sükût etmesi kalbin sükûtuna, kalbin sükûtu Mevlâ’nın mağfiretine vesiledir.

Tabiî az konuşmak derken, mü’min kardeşlerimizin derdine derman olabilecek hayırlı nasihatler vermemek olmaz. Yahut zâlim ve zâlimlikler karşısında susmak olmaz.

AZ UYUMAK

Gün içinde yorulan bedenin geceleri uyuyarak dinlenmesi lâzımdır. Hayat kitâbımız Kur’ân-ı Hakîm’de;

“Uykunuzu bir dinlenme yaptık.” (en-Nebe, 9) buyuruluyor. Uyku denince akla, rahatlama gelir.

Evet uyku, beden için bir ihtiyaçtır ama her şeyin fazlası zararlıdır. Gereğinden fazla uyku, ömür sermâyesi ve bedenin sağlığı açısından doğru değildir. Fazla uyku; kişiyi tembelliğe, uyuşukluğa, hantallığa sevk eder. Sağlık açısından da fazla uyku; beyin gelişimini menfî etkiler, kalbe zarar verir, baş-bel-sırt ağrısına sebep olur, kilo aldırır, depresyonu tetikler ve daha pek çok fizîkî ve rûhî sıkıntılar oluşturur. Bu hususta Hazret-i Peygamber -aleyhisselâm-;

“Ümmetim hakkında en çok şu hususlardan korkuyorum.

Bunlar;

•Şişmanlık,

•Uykuya düşkünlük,

•Tembellik ve

•Îman zayıflığıdır.” buyuruyorlar. (Süyûtî, Câmiu’s-Sağîr, c. I, s. 404)

Hâlbuki iki cihanın en güzîde insanı olan, Peygamber Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-’ın uyku düzenine tâbî olsak, bu kadar yanlışın içine düşmeyiz. Rasûlullah -aleyhisselâm-, yatsı namazını cemaatle edâ ettikten sonra gereksiz konuşma yapmadan, istirahate çekilirdi. Gecesini üçe böler, ilk üçte birinde uyur, sonraki üçte birinde gece kalkar teheccüd namazı kılarak Rabbine ibâdet ederdi. Gece ibâdeti; gündüz, insanı dinç ve zinde kılar, kişiyi gaflete düşürmez.

Çok uyumak gönül parlaklığını yok eder, kalbi karartır. Gece geç vakitlere kadar -sünnete uygun olmayan uyku anlayışıyla- teknolojik âletlerin başında zamanını israf edenler elbette ki, çağın körlüğü olan kalp gözlerinin kapanması ve hikmet yollarının tıkanması belâsına dûçâr olurlar. Hâlbuki herkesin uykuda olduğu vakit kalkıp, Rabbin huzûruna duranların; Allah Teâlâ’nın mânevî ikramlarının sağanak sağanak yağdığı o seher vakitlerinde, nice ilâhî ikramlara mazhar olarak, kalp ve ruhları ihyâ olur. Böylesi ibnü’l-vakt olanların gözleri, gönülleri, gayb âleminin feyizleriyle nurlanır. Pek tabiî ki, gecenin tamamını uykuyla geçirenler, bu kutlu hâllerden bî-haber olarak gafletin kucağına düşerler.

Müslümanın az uyuması, az konuşması, az yemesi aslında Allah Teâlâ Hazretleri’nin kişiye ikrâmıdır, ihsânıdır. Ârifler, âlimler, evliyâlar böyle yaparlardı. Bunlar kişi için, hem bedenen hem kalben şifâdır. Bu hâller kalbe rikkat ve dikkat kazandırır; ilme, irfâna, hikmete, her çeşit temizliğe sebep olur.

Bu bilgiler ışığında üç ayları değerlendirmeye ne dersiniz?..