192. SAYI TAKDİM

Kıymetli Okuyucularımız,

Hak mefhumuna çok ehemmiyet veririz. Hakkımızı isteriz, hakkımızı ararız. İnsan hakları, vatandaşlık hakları, işçi hakları vs. Bir şey hakkımız ise, onu elde etmeyi ve elde tutmayı da hakkımız görürüz. Hakkımızı yedirmeyiz!..

Lâkin vicdanın derinliklerinde «hak ve hukuk»un ötesinde bir mânâ dolaşır: İnsanlıkta eş, dinde kardeş, soyda soydaş, vatanda vatandaş olan muhtaçlar, mahrumlar, mazlumların varlığı. Onların sessiz feryatları… O feryatları duyanlar; «Malları içinde isteyen ve isteyemeyenler adına bir ‘hakk’ın, bir payın var olduğuna inanırlar.» Onlar; paylaşırlar, lutfedercesine değil, eksiğiyle aksağıyla kabulünü ricâ edercesine verirler.

İnsanlık tarihi; daima, imkânlarla şımaranların, benim bedenim, benim malım, benim hayatım, benim tarzım, hepsi benim hakkım diye tutturanların taşkınlıkları, azgınlıkları ve bencillikleri ile dolu.

Hamdolsun ki, bunun mukabilinde, bizim tarihimiz ve medeniyetimiz;

“Üşüyenler varsa ısınmaya hakkım yok!” diyen Mevlânâlar;

“Bir kardeşimin ayağına batan diken, benim ayağıma batmıştır!” diyen Harakānîler yetiştirdi.

“Nefsinin de senin üzerinde hakkı vardır.” (Bkz. Buhârî, Savm, 51) El-hak doğru!.. Fakat bu hak; ne kadar, nereye kadar? Her türlü hazzın keyfini çıkaracak kadar mı? Ten plânında, yalan dünyanın oyun-eğlence yalanında boğulacak kadar mı?

Burada nefsâniyeti dizginleyen insanlık terbiyecilerinden biri, Mahmud Sâmi RAMAZANOĞLU Hazretleri’nin tebârüz ettirdiği tavsiyeler mânidar: Açlıktaki hazzı tatmak. Etrafında her türlü imkânı seferber edecek muhabbetli evlâtları olduğu hâlde, riyâzat içinde yaşamak. Her gün belirli bir mesafeyi yürüyüp, dolmuş parasını infâk edecek derecede ihsan sahibi olmak. Kelâmın iştihâsına bile set çekip, sükûtun derinliğinde mânâyı güçlendirmek… Uykuyu dizginleyip; gecelerin karanlığında, kalbin mâneviyâtını ve vicdanını canlandırmak…

Evet, bu ay; salgının zorluklarına, kış şartlarının ilâve olduğu, mâtemlerden uzak kalmak isteyenlere, mesafe kaidelerinin de bahane olduğu, bunun yanında da üç ayların cemrelerinin bir imdat eli gibi yetiştiği bu hengâmda soruyoruz:

Ümmet-i Muhammed Üşürken;
ISINMAYA HAKKIMIZ VAR MI?

Genel Yayın Yönetmenimiz M. Ali EŞMELİ;

“Merhamet gözüyle bakmak lâzım. O vakit meçhul mahrumlar, malûm oluyor.” diyerek önce fark etmeye davet ediyor.

Muhterem Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi; «İslâm’da Mâneviyat» başlıklı makalesinde, başta M. Sâmi RAMAZANOĞLU olmak üzere, rahmet medeniyetinin yetiştirdiği rahmet insanını tarif etti. «Kıssalardan Hisseler»de ise ömrün infak ile bereketlenmesi mevzuu var.

Dosyamızda «hedonizm» diye adlandırılan hazcılık; nefsin arzularını frenleyememek ve bunun biyolojik ve sosyolojik temellerine dair dolu dolu yazılar var. Ahîlikten vakıf medeniyetine tarihimizde, toplumun kapitalistleşmesine, zenginin daha zengin, fakirin daha fakir hâle düşmesine karşı alınan tedbirler var.

Dr. Ahmet Hamdi YILDIRIM; bozuk bir kazancı, yardım yaparak temizleme düşüncesini tenkit ederken, ele bir şekilde geçmiş mahzurlu maddiyâtın elden nasıl çıkarılabileceğini anlattı.

İnternet üzerinden haberleşme programlarının güvenimizi nasıl istismâr ettiği, bilgilerimizin «uçtan uca» nasıl ticârî bir «metâ» hâline getirildiğinin hikâyesi var.

Dünya da aslında bu vahşî sistemin daha fazla gitmeyeceğinin farkında. Lâkin daha âdil ve merhametli bir nizâma çağıran İslâm’a düşmanlık ve nefret üretmekle meşguller.

Bütün «hakkım» lâkırdılarını bir tarafa bırakıp; «Cenâb-ı Hak ne diyor diye soranlar, Allah hakkını ve kul hakkını en hassas ölçülerde idrak ve îfâ edenler, mühür yine onların eline geçerse ancak insanlığa vicdan huzuru gelebilir. Üşüyen vicdanlar, ancak o zaman ısınabilir. Sessiz feryatlar ancak o zaman diner çünkü.

Yüzakıyla…