YARATILIŞ GAYEMİZ
Sami GÖKSÜN
İslâm dîni insanlığa Allâh’ın son mesajıdır. Bu hakikati yüce Rabbimiz Kur’ân-ı Hakîm’inde şöyle ifade eder:
“İşte bugün sizin için dîninizi kemâle erdirdim. Üzerinizdeki nimetimi tamamladım. Ve sizin için din olarak İslâm’dan râzı oldum.” (el-Mâide, 5/3)
Müslüman olarak Rabbimiz’in râzı olduğu bu dînin esaslarını iyice okumalı ve Peygamber Efendimiz’in hayatında uygulayışıyla birleştirip ekmel hâliyle hayatımızın her alanına intikal ettirmeliyiz. İşte bu güzellikleri; şuurlu, gayeli ve inanarak yapan insan, dînin içindeki her türlü zenginliklere nâil olur.
Bütün bu tatbikata, umumî adıyla ibâdet yani Allâh’a kulluk denilir.
İbâdet; İslâm’ın şartlarını, îmânın esaslarını benimsemek ve benimsetmek, edâ edip huzur duymaktır. Beden ve malımızla, canımızla Allah için koşmaktır. İlâhî huzurda olduğumuzun şuuru içinde olup, bunu fark edebilmektir. Bütün bunları bir araya getirdiğimizde, bir emek ortaya çıkar ki; emeğin de boşa gitmeyeceğine Rabbimiz kefildir.
Yaratılış gayemiz ibâdettir. Rabbimiz bizden ibâdet ister; ibâdetimize de en güzel karşılığı, cenneti hazırlamıştır:
Buyurur:
“…Bana ibâdet ve duâ edin ki, karşılığını vereyim. Bana ibâdet etmekten yüz çevirenler, yarın alçalmış olarak cehenneme gireceklerdir.” (el-Mü’min, 40/60)
İbâdetler çeşit çeşittir. Bedenî, mâlî, lisânî, ferdî ve içtimâî… Hepsi bizi olgunlaştırır, bizi Hakk’a yaklaştırır.
Rabbimiz buyurur:
“Namazı dosdoğru kılın. Ve zekâtı da verin. Rükû edenlerle birlikte siz de rükû edin.” (el-Bakara, 2/43)
“Ey îmân edenler! Sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de oruç farz kılındı. Umulur ki takvâya erersiniz.” (el-Bakara, 2/183)
Sadece oruç değil bütün ibâdetler, bizi takvâya eriştirme gayesine mâtuftur. Rabbimiz buyurur:
“Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbiniz’e ibâdet ediniz, umulur ki takvâya erersiniz.” (el-Bakara, 2/21)
İbâdet etmek, sözünü tutmak demektir. İnsan; kendisini yaratanın, rızkını verenin sözünü tutmayıp da kimin sözünü tutacaktır? Baş düşmanı şeytanın mı? Ne yazık ki, gaflet insana bunu da yaptırır. Bu sebeple Rabbimiz buyurur:
“Ey Âdemoğulları! «Şeytana tapmayın. O, size apaçık düşmandır.» diye size öğüt vermedim mi? «Ve bana kulluk edin.» diye. İşte bu doğru yoldur.” (Yâsîn, 36/60)
İbâdette ortaklık olmaz. Şirk, hem Allâh’a hem birtakım ortaklara da ibâdet etmektir ki Cenâb-ı Hakk’ın en çok gazaplandığı ve tevbe edilmezse asla affetmediği günahtır. Rabbimiz buyurur:
“Hemen Allâh’a ibâdet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anaya, babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa, ellerinizdeki köle ve câriyelere iyilik edin. Şüphesiz Allah, kendini beğenen ve daima böbürlenen kimseleri sevmez.” (en-Nisâ, 4/36)
“Rabbin; kendisinden başkasına ibâdet etmemenizi, ana-babaya iyilik etmenizi emir buyurdu.” (el-İsrâ, 17/23)
“(Habîbim) de ki: Ben ancak sizin gibi bir beşerim. Ne var ki bana şöyle vahyolunuyor: İlâhınız tek bir ilâhtır. Onun için her kim Rabbine kavuşmayı arzu ederse, sâlih amel işlesin. Ve Rabbinin ibâdetinde O’na hiçbir ortak koşmasın.” (el-Kehf, 18/110)
Yaratılış gayemiz, Allâh’a kul olmamızdır. Kul olamazsak ne kıymetimiz vardır?!. Rabbimiz buyurur:
“De ki: Rabbim size ne kıymet verir, duânız olmasa.” (el-Furkān, 25/77)
İbâdet, hayatın her safhasını ihâta eder:
“Mü’minler muhakkak felâh bulmuştur ki; onlar namazlarında huşû içindedirler, onlar zekât için çalışır, onu verirler. Onlar ırzlarını korurlar, namazlarını muhafaza ederler.” (el-Mü’minûn, 23/1, 2, 4, 5, 9)
Hele zikir, yani Allâh’ı her an kalpte, dilde ve her zerrede anmak, hiç unutmamak, işte ibâdetin zirvesidir. Rabbimiz buyurur:
“Onlar (o sâlim akıl sahipleri öyle insanlardır ki) ayakta iken, oturuyor iken, yanları üzere yatar iken, hep Allâh’ı hatırlayıp anarlar. Ve göklerin, yerin yaratılışı hakkında inceden inceye düşünürler.” (Âl-i İmrân, 3/191)
“Allâh’ı zikretmek, elbette en büyük ibâdettir. Ne yaparsanız Allah bilir.” (el-Ankebût, 29/45)
“Allâh’ı çok zikredin. Tâ ki umduğunuza kavuşasınız.” (el-Cum‘a, 62/10)
İbâdet teşekkürdür:
“(Ey Habîbim!) Biz sana Kevser’i verdik. Öyle ise Rabbin için namaz kıl ve kurban kes.” (el-Kevser, 108/2)
Kış ve yaz yolculuklarıyla rızıklandırılan Kureyş’e de Allah ibâdeti hatırlatır. Üzerimizdeki sayısız nimetlere karşı, Rabbimiz’in bizden istediği ibâdetleri yerine getirmezsek ne büyük nankörlük etmiş oluruz.
İbâdet, Rabbimiz’in istediği gibi olmalıdır. Âdet yerini bulsun diye, sadece şeklen, sadece geometrik olarak edâ, edâ değildir. Rabbimiz buyurur:
“Fakat vay o namaz kılanların hâline ki; onlar namazlarından gafildirler, onlar ki gösteriş yaparlar.” (el-Mâûn, 107/4)
Kimisi sadece îman ve muhabbetle kurtulmanın hayallerini kurar. Hâlbuki, kurtuluşun yolu hakkında Rabbimiz buyurur:
“Andolsun asra ki, insan mutlak ziyandadır. Ancak îmân edip iyi amel işleyenler ve birbirine hep hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler bunun dışındadırlar.” (el-Asr, 103/1-3)
İbâdet, sadece insanların değil, bütün varlıkların vazifesidir. En yüksek melekler, canlı ve cansız bütün maddeler, her şey Allâh’a ibâdet eder. Rabbimiz buyurur:
“Yerlerde ve göklerde her kim varsa (hepsi) O’nundur. O’nun huzûrundakiler, O’na ibâdetten ne çekinirler ne de yorgunluk duyarlar.” (el-Enbiyâ, 21/19)
İnsanı ibâdetten alıkoymaya çalışan birçok tuzak vardır. Başta dünya ve âlâyişi… Ona aldanmayanlar ise ilâhî methe nâil olur. Rabbimiz buyurur:
“Nice adamlar vardır ki; ne ticaret ne de alışveriş kendilerini Allâh’ı anmaktan, namaz kılmaktan, zekât vermekten alıkoyar. Onlar (ancak) kalplerin ve gözlerin döndüğü günden (kıyâmetten) korkarlar.” (en-Nûr, 24/37)
İbâdet vazifesinin mîâdı son nefestir. Rabbimiz buyurur:
“Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibâdet et.” (el-Hicr, 15/99)
İbâdetin Hak katında ne kadar makbul ve sevimli olduğuna dair şu kudsî hadîsi de zikredelim:
“Kulum kendisine farz kıldıklarımdan daha sevimli hiçbir şey ile Bana yaklaşamamıştır. Kulum nâfile ibâdetlerle de Bana yaklaşmaya devam eder; nihayet Ben de onu severim: Onu sevdiğim zaman; işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Ben’den bir şey dilerse onu veririm. Bana sığınacak olursa onu elbette korurum.” (Riyâzü’s-Sâlihîn, 293)
İnsanın yaratılış gayesine uygun davranması için Rabbimiz’in tâlimatları muhtevâsınca hareket etmesi gerekir. Bunu yaparken de ibâdetlerimizde Peygamber Efendimiz’in yaptıklarına bakarak şekil alacağız ve O’nu muhabbetle taklit edeceğiz. Meselâ; namazımızı O’nun kıldığı gibi kılacağız, orucumuzu O’nun tuttuğu gibi tutacağız, zekâtımızı O’na bakarak vereceğiz, temizliğimizi ve abdestimizi hâkezâ O’nunki gibi alacağız. Böylece hayatımız huzurlu ve plânlı olur. İşlerimiz ve gayretlerimiz intizamlı olur. Netice itibarıyla Allâh’ın rızâsına uygun yaşamış ve uhrevî hayatımızı da düzene koymuş oluruz.
Rabbim bizleri ibâdetlerimizi Efendimiz’e benzeyerek yapabilmeye muvaffak eylesin, kalplerimizi rızâsıyla te’lif eylesin…
Âmîn…