Umutsuzluk Yok! GÜN GELİR; GÜL DE AÇAR, BÜLBÜL DE ÖTER
Raif KOÇAK raifkocak@gmail.com
Nice zamandır gök kubbemiz altında sanki iyiliğe dair, güzelliğe dair, hayra dair şeyler olmuyormuş gibi; belli mecrâlardan, üzerimize karanlıklar, korkular ve kötülükler yağdırılıyor.
Her akşam; evimizin başköşesini işgal eden televizyonlardan, kavga ve cinayet haberleri izliyoruz. Bir bedel karşılığında aldığımız gazeteler, sanki felâket tellâlı gibi nerede olumsuz haber varsa gözümüze sokmaya çalışıyor. Ne yazık ki bu tür menfî haberler, cemiyet tarafından daha fazla alâka gördüğü için; evvelden üçüncü sayfalarda yer alırken, şimdi manşetlerde görülmeye başladı.
Bir memleketin kāhir ekseriyeti, her konuda olumsuz düşünmeye ve gelecek adına karamsar bakmaya başlamışsa, orada ciddî mânâda sıkıntı var demektir. Yapılan çeşitli anketler ve araştırmalar, toplumun büyük bir kesiminin gelecekten bir şey beklemediğini söylüyor. Okuyan neden okuduğunu anlatamıyor ve hedefleri ile ilgili çok net ifadeler kuramıyor. Bu durumun bir ayağında, idârî noktada yapılan hataların; diğer ayağında, ferdî bakış açılarımızın mes’ul olduğunu söylemek durumundayız. Ancak gelinen noktada, bu umutsuzluk hastalığının kara bir bulut gibi, memleketin her yanını kapladığını görmek, bizleri müteessir etmektedir.
Bulunduğumuz coğrafya ve sahip olduğumuz inanç îcâbı; çok rahat bir yaşantımız olamıyor, sürekli bir uğraş ve cehdin içerisinde bulunuyoruz. Bize bu memleketi ve İslâm dînini taşıyanlar, hiçbir zaman umutlarını kaybetmemişler ve sürekli olarak ideallerini canlı tutarak, binlerce yıldır mevcudiyetlerini devam ettirmişlerdir.
İnsanlık hâli; elbette geleceğe dair yaptığımız plânlarda isabet edemediğimiz zaman üzülecek, kendimizi suçlayacağız. Ancak, bu bizi yeni plânlar yapmaktan ve yeniden denemekten alıkoyamayacaktır.
İnsanız, etten ve kemikten oluşan bir bedenimiz var. Yediğimiz gıdâlar; bedenimizi besleyen maddelere dönüşüp, hayatımızı devam ettirmemize yarıyor. Diğer yarımız, yani rûhumuz (gönül dünyamız) ise; amellerle, ibâdetlerle ve ideallerle beslenmekte ve hayatta kalmakta. İnsanı hayatta tutan en mühim âmil; onun idealleri, hayalleri ve umutlarıdır. Bir insanın geleceğe dair herhangi bir plânı, programı veya beklentisi yoksa; dalgalı bir denizde, dümeni kırılmış bir gemi misâli, oradan oraya savrulmaktan başka bir şey yapamaz.
Bizim için, insan olduktan sonraki en büyük nimet, elbette müslüman olmamızdır. Bir müslümanın hayatının tamamı, umut üzere kurulu olmalıdır. Müslümanın âhiret inancı; dünyada yaptığı her şeyin, karşılığını gelecekte görmeyi gerektirir. Müslüman îmân ettiği ve ibâdet ettiği Rabbini görmeyi umut eder. O’nun kendisine va‘dettiği bir âhiret hayatı olduğunu, doğruların cennet, yanlışların ise cehennem ile cezalandırılacağını bilir ve cennete gitmeyi umut eder. Yaptığı ibâdetleri en hassas şekilde edâ ederek, bu ibâdetlerin kabul edileceğini umut eder. Sevdikleri ile ebediyen sürecek bir cennet hayatını umut eder. Gece yatınca seher vaktinde uyanmayı ve Rabbi ile buluşmayı umut eder. Sabah kalkınca akşama ermeyi, îman selâmeti ile korunaklı yuvasına dönmeyi umut eder. Her sabah ve her akşam iyiliğe, doğruluğa ve hayra ulaşmak için çaba gösterir ve hedeflerine ulaşmayı umut eder.
Hâsıl-ı kelâm; müslümanın îmânı ile umudu aynı çizgi üzerinde devam eder, bu çizgide herhangi birinin sapması diğerinin de olumsuz olarak etkilenmesine ve sekteye uğramasına sebep olur.
Belki çevremizde, bizi umutsuzluğa sevk edecek birçok sebep bulunabilir. Müslümanlar olarak bir asra yakın zamandır, başımızda bir halîfe olmadan paramparça yaşıyor olabiliriz. Yeryüzünün neresinde bir müslüman topluluk varsa; ekseriyeti, açlık, fakirlik, gözyaşı ve zulümle imtihan hâlinde olabilir. Müslümanlar; dünyadaki imkânların çoğunu ellerinde bulundurmalarına rağmen, o imkânlardan diledikleri gibi faydalanamıyor olabilirler. Başlarındaki idarecileri, kendi iradeleri ile seçemiyor olabilirler. Filistin, Afganistan, Irak, Yemen, Doğu Türkistan ve daha nice beldelerde yaşanan zulme ses çıkaramıyor veya çıkardıkları ses, çok uzaklara ulaşmıyor olabilir. Bütün bu olumsuzluklar, bizi; «Ne olacak bu ümmetin hâli!» demeye sevk ediyor olabilir. Ama bir noktayı atlamamak ve önemle altını çizmek gerektiğini söylemek lâzım. Biz, zaferden mes’ul değiliz, bu zafere ulaşılırken ne kadar gayret ettiğimizden mes’ûlüz. Bir zulüm varsa, eksiklik veya hata varsa; onu konuşmak yerine, o eksikliğin giderilmesi için gayret göstermek gerektiğini unutuyoruz. Ah vah etmekle müslümanlara yapılan zulümler son bulmuyor veya eksiklikler eleştirmekle düzelmiyor. O eksikliğin tamamlanması için ayağa kalkmak ve gayret göstermek gerekiyor. Değil mi ki bizim tarihimiz; inancı sağlam, samimî ve dirâyetli bir insan hak dâvâyı gaye edinerek ayağa kalktığında, dünyayı nasıl dize getirdiğinin örnekleri ile doludur.
“Bu kadar yanlış var, hata var, zulüm var, ben tek başıma ne yapabilirim?” demeyelim. Geçmişimize baktığımız zaman, bu dînin bize ulaşmasını sağlayan insanlar, nelere katlanmışlar… O insanlar; sadece kendileri için yaşasaydı, yalnız kendilerini düşünselerdi, bu din bize nasıl ulaşacaktı? Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in bir hadîsi için, aylarca yolculuk yapan insanlar neyi murâd etmişti?
Vedâ Haccı’nda Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’i dinleyen yüz binlerce sahâbeden kaç tanesinin kabri bugün mukaddes topraklarda, bir bakmak lâzım. Hepsi i‘la-yı kelimetullah dâvâsını başka insanlara taşımak ve onları ebedî cehennem ateşinden korumak umuduyla, dünyanın dört bir yanına dağılmadılar mı?
Ali el-Kārî rahmetullâhi aleyh;
“Ümitvar olmak için sadece; «Rahmetim gazabıma üstün geldi.» (Buhârî, Tevhîd, 55) hadîsi yeterlidir.” demiş.
Rahmeti bu kadar geniş bir Rabbimiz var. O hâlde neden şikâyet edip kendimizi umutsuzluğa düşürüyoruz. Her sabah, güneşin yeniden doğması, bizim için bir umut değil mi? Onca baskıya ve zulme rağmen dünyanın dört bir yanında İslâm güneşinin her gün bir başka yürekte yeniden doğması bir umut değil mi?
Umutsuzluk yok. Allah -celle celâlühû- diriyi ölüden çıkarır, ölüyü de diriden çıkarır. (Bkz. er-Rûm, 19) ve bize nice güzellikler yaşatır. Biz yeter ki samimiyetle gayret edelim, nice firavunun sarayına Musalar göndermeye kādir olan Allâh’ımız var bizim!