ÖNCE ÎMAN SONRA İSTİKAMET

Doç. Dr. Mustafa CANLI canli20@hotmail.com

BİR HADİS:

عَن سُفْيَانَ بْنِ عَبْدِ اللّٰهِ الثَّقَفِيِّ قَالَ قُلْتُ يَا رَسُولَ اللّٰهِ ،
قُلْ ل۪ي فِي الْإسْلَامِ قَوْلاً لَا أَسْأَلُ عَنْهُ أَحَدًا بَعْدَكَ. قَالَ :
{ قُلْ: آمَنْتُ بِاللّٰهِ ثُمَّ اسْتَقِمْ }

Süfyân bin Abdullah es-Sekafî -radıyallâhu anh- şöyle demiştir:

“Dedim ki:

«–Yâ Rasûlâllah! İslâm hakkında bana öyle bir söz söyle ki, onu Sen’den sonra hiçbir kimseye sormayayım.»

Bunun üzerine Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz;

«–‘Allâh’a îmân ettim.’ de, sonra da dosdoğru ol!» buyurdu.” (Müslim, Îmân, 62)

BİR MESAJ: “Önce tam bir teslîmiyetle yakînî/ îmân et sonra istikamet üzere ol!”

“İstikamet, yüce Allâh’a itaat üzere hayatı düzenlemek ve tilkinin avcıyı aldatırken zikzak çizdiği gibi zikzak çizmemektir.”
(Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-)

Yukarıda yer alan hadîs-i şerifte iki temel hususa işaret edilmektedir. Dînin özü de diyebileceğimiz bu iki husus; îman ve istikamettir.

Hadîs-i şerîfimizin râvîsi Süfyân bin Abdullah -radıyallâhu anh-’ın;

“İslâm hakkında bana öyle bir söz söyle ki, onu Sen’den sonra hiçbir kimseye sormayayım.” şeklindeki talebinden; Sevgili Peygamber Efendimiz’in söylediklerinin ne kadar mühim olduğunu ve bunların İslâm dîninin özünü teşkil eden sözler olduğunu anlıyoruz.

Dolayısıyla hadîs-i şerifte kısa ve veciz bir şekilde belirtilen îman ve istikamet, İslâm dîninin bir nevî özetidir.

Îman

Her şeyden önce kavî bir îman lüzum etmektedir. Bu mânâda en ufak bir şek ve şüphe olmadan îmân etmek mühimdir. Zira îmanda tam bir kesinlik, tam bir tevekkül ve teslîmiyet esastır. Îman; zerre miktarı tereddüdü, en ufak bir şüpheyi kaldırmaz. Buna yakînî îman diyoruz. % 100 bilgiye dayanan bir bilgi ile sanki görmüş ve duymuş gibi inanmak…

Bu bakımdan mü’min; görmediği hâlde âhirete îmân eder, görmediği hâlde Peygamber’ine îmân eder, hem de yakînî îmân ile îmân eder.

Yakînî îmandan sonra istikâmet gerek… İstikamet, bir nevî bu îmânın muhafazası, kuvvetli bir şekilde devamı ve hayata yansıması açısından mühim bir yoldur.

İstikamet

Hadîs-i şerîfimizde işaret edilen ikinci mühim esas, istikamettir. İstikamet; doğruluk, doğru yolda yürümek, doğru ve mûtedil olmak, sırât-ı müstakîm üzere bulunmak demektir. Zıddı eğri olmaktır.

İstikamet; şeksiz, şüphesiz îmân ettikten sonra Allah Teâlâ’ya tâati iltizâm ederek tevhîd üzere yaşayabilmektir.

Bu bakımdan istikamet; Allâh’a hiçbir şeyi ortak koşmayarak, ahdine sadâkat gösterip bir ömür tevhîd üzere yaşayabilmek ve tevhîd üzere rûhunu teslim edebilmektir.

Râgıb el-İsfahânî; istikamet kelimesinin düz bir çizgi gibi dosdoğru yol hakkında kullanıldığına işaret ederek, hak ve hakikat yoluna;

“Bize doğru yolu göster.” (el-Fâtiha, 1/6) âyetinde olduğu üzere «Sırât-ı müstakîm» denildiğini ifade etmiştir. Ona göre istikamet, dosdoğru yol üzerinde sapmadan ilerlemek anlamına da gelmektedir.

İstikamet, sırât-ı müstakîm üzere yürüyebilmektir. Şeytanın vesveselerine kanmadan, nefsin tuzaklarına takılmadan, yan yollara sapmadan, sırât-ı müstakîm üzere yola devam edebilmektir.

Bazı İslâm âlimleri istikameti;

“Verilen bütün sözleri yerine getirmek; yeme, içme, giyim, dînî ve dünyevî her türlü işte orta yolu gözetmek sûretiyle doğru yoldan ayrılmamak” şeklinde tarif etmişlerdir.

İstikamet, Hazret-i Ömer’in ifadesiyle tilkinin avcıyı aldatırken zikzak çizdiği gibi zikzak çizmemektir.

Bu mânâda istikamet; sağa sola sapmadan, yalpalama yapmadan, dosdoğru yolda kararlı bir şekilde ilerlemektir. İstikamet, sâbit ve kararlı olmaktır. Zira hadîs-i şerifte belirtildiği üzere -Allah korusun- bir zaman gelecek;

“İnsan; mü’min olarak sabah güne başlayacak, akşam kâfir olarak geceleyecek; yine mü’min olarak geceleyecek, kâfir olarak sabaha çıkıp dînini küçük bir dünyalığa satacak.” (Müslim, Îmân, 186)

Onun için doğru olan yolda hiç sapmadan istikamet üzere yaşayabilmek çok mühimdir.

Zira istikamet, doğruluktur. İstikamet, özde ve sözde dosdoğru olmaktır.

Kalbin istikameti, dilin istikameti, âzâların istikameti

Kalbin istikameti, kalbin tevhîd üzere olmasıdır. Hiçbir şeyi ortak koşmadan Allâh’a kulluk üzere olmasıdır. Kalp, dilin ve âzâların idare merkezidir. Kalp istikamet üzere olursa, dil ve âzâlar da istikamet üzere olur. Bu bakımdan kalbin istikamet üzere olması mühimdir.

“Kulun kalbi istikamette oluncaya kadar îmânı istikamette olmaz, dili istikamette oluncaya kadar da kalbi istikamette olmaz.” (İbn-i Hanbel, III, 198)

Buna binâen istikamet üzere olmak ile kişinin lisânı arasında sıkı bir bağ vardır. Onun için dilin istikameti mühimdir. Kalbin tercümanı olan dilin istikameti; her türlü yalandan, gıybetten, iftiradan ve her türlü kötü söz ve lüzumsuz kelâmdan dili muhafaza etmektir.

Mü’min; dilini bütün bu menfî durumlardan sâlim kılabilirse, o kadar istikamet üzere olmuş olur. Aksi durumda, doğru gittiği yoldan yan yollara sapmış olur. Nitekim serlevhâ hadîs-i şerîfimizin başka bir tarîkinde Süfyân bin Abdullah -radıyallâhu anh-;

“–Yâ Rasûlullah! Benim hakkımda en çok korktuğun şey nedir?” diye sormuş, Sevgili Peygamberimiz de dilini tutarak;

“–İşte budur!” cevabını vermiştir. (Tirmizî, Zühd, 60)

Yine bir hadîs-i şerifte bildirildiği üzere;

“İnsan sabahlayınca, bütün organlar dile başvururlar ve (âdeta ona) şöyle derler:

«Bizim haklarımızı korumakta yüce Allah’tan kork!.. Biz ancak senin söyleyeceklerinle ceza görürüz. Biz sana bağlıyız. Eğer sen doğru olursan, biz de doğru oluruz. Eğer sen eğrilir, yoldan çıkarsan biz de sana uyar, senin gibi oluruz.»” (Tirmizî, Zühd, 61)

Uzuvların istikameti, Allâh’ın emirleri doğrultusunda onları yönlendirebilmektir. Abdullah bin Abbâs -radıyallâhu anhümâ- istikamet ehlini;

“Farzların edâsında müstakîm olanlar” şeklinde tarif etmiştir. Bu mânâda namazı dosdoğru kılmak, istikamet üzere olmaktır. Nitekim namazı dosdoğru kılmak mânâsındaki ikāme ile istikamet kelimeleri aynı kökten gelmektedir.

En büyük kerâmet, istikamet üzere yaşayabilmektir. Hakikatte suyun üzerinde, kor ateşin üzerinde yürümek veya ayakları yerden kesip havada kalmak kerâmet değildir. Asıl kerâmet; hiç yalpalama yapmadan istikamet üzere yaşayabilmek, sâbit ve kararlı bir şekilde sırât-ı müstakîmde ilerleyebilmektir.

Hûd Sûresi’nin 112. âyet-i kerîmesinde şöyle buyurulmaktadır:

فَاسْتَقِمْ كَمَٓا اُمِرْتَ

“Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!”

Nevevî’nin bildirdiğine göre Abdullah bin Abbâs -radıyallâhu anhümâ- bu âyet-i kerîme hakkında;

“Hazret-i Peygamber’e Kur’ân’ın tamamında bu âyetten daha şiddetli, ağır ve meşakkatli bir âyet daha inmemiştir.” demiştir. Nitekim ashâb-ı kiram;

“–Sana ihtiyarlık çabuk geldi.” dedikleri vakit, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, bu âyet-i kerîmeye de işaret ederek;

“–Beni Hûd Sûresi’yle arkadaşları (onun emsâli sûreler) ihtiyarlattı.”
buyurmuştur. (Tirmizî, Tefsîr, 56)

Zira mütemâdiyen istikamet üzere olabilmek, hakikaten güç bir husustur. Her kişinin kârı değil er kişinin kârıdır. Zira bir hadîs-i şerifte şöyle buyurulmuştur:

“Her işte istikamet üzere olunuz. Ancak yine de bunda tam olarak muvaffak olamazsınız.” (İbn-i Mâce, Tahâret, 4)

Onun için şeksiz şüphesiz sağlam bir îmandan sonra istikamet üzere yaşayabilmek ve istikamet üzere rûhunu teslim edebilmek mühimdir ve takdire şâyandır.

Âyet-i kerîmede şöyle buyurulmaktadır:

“Şüphesiz; «Rabbimiz Allah’tır!» deyip, sonra dosdoğru yolda yürüyenlerin üzerine melekler iner. Onlara; «Korkmayın, üzülmeyin, size va‘dolunan cennetle sevinin!» derler.” (Fussilet, 41/30)

Bazı müfessirlere göre bu söz, son nefesini vermekte olan bir mü’mine meleklerin vermiş olduğu bir müjdedir. Buna göre dünya hayatında yakînî bir îmân ile îmân ettikten sonra; şeytana kanmayıp istikamet üzere yaşayan, istikamet yolunu tutan ve ölünceye kadar sırât-ı müstakîmde sebât gösterenler, son nefeslerini verirken melekler tarafından girecekleri ebedî cennetin müjdesini alıp teskîn olacaklardır.

Velhâsıl serlevhâ hadîs-i şerîfimizde dînin özü özetlenmiştir. Bu mânâda mü’min; önce kavî bir îmân ile îmân edip, özüyle sözüyle istikamet üzere yaşamaya çalışmalıdır. Zaman zaman gittiği yolda yalpalama yapsa da düşe kalka dahî olsa sırât-ı müstakîmde ilerlemeli, bunun için elinden gelen gayreti göstermelidir.

Ve şunu daima hatırda tutmalıdır ki kâmil îman ve sonrasında istikamet üzere yaşamak, dünya ve âhiret mutluluğunun anahtarıdır.

Bu bakımdan;

“Ve Sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar Rabbine kulluğa devam et.” (el-Hicr, 15/99) âyet-i kerîmesi fehvâsınca bu can bu bedenden çıkıncaya kadar istikamet üzere kulluğa devam etmeli ve en sonunda;

“(Yâ Rabbî!) Beni müslüman olarak vefât ettir ve beni sâlihler arasına kat!” (Yûsuf, 12/101) şeklinde Hazret-i Yûsuf -aleyhisselâm- gibi duâ etmelidir.

“Rabbimiz! Bizi doğru yola eriştirdikten sonra kalplerimizi saptırma! Bize tarafından bir rahmet bağışla. Hiç şüphe yok ki lutfu bol olan yalnız Sen’sin.” (Âl-i İmrân, 3/8)

Rabbimiz! Cümlemize yakînî bir îman nasîb eyle!

Rabbimiz! Kur’ân ve Sünnet istikametinde bir hayat yaşamayı, cümlemize nasîb eyle!

Âmîn…