BÜYÜK AYASOFYA CÂMİİ

SEYRÎ (M. Ali EŞMELİ)

Bu mübârek câmi, bir müjde-i Peygamber olan feth-i mübîn ile muammer
ve Cenâb-ı Hakk’ın «belde-i tayyibe» ifadesiyle işaret ettiği zafer hikmetine müyesser bir câmi-i kebîr. Hasret dolu bir fetretin ardından tekrar ibâdete açılması münasebetiyle Hakk’a şükür, halka tefekkür…

Tekbîr ile, Hak erlerinin başladı marşı,
Allah sesimiz, tuğlarımız, süsledi Arş’ı.
Bir çağladı Han Mehmedimiz, yirmi birinde,
Dağlar aşaraktan nice bâğ açtı zeminde.
Her hâli dehâ, müjde-i Peygamber’e kurban,
İmkânsızı destâna dönüştürdü o Sultan!
Surlar deviren böyle yiğit görmedi târih,
–Gördük, dediler: –İşte fetih, işte bu Fâtih!
Dehlizdi Bizans, aldı o, hak nûrunu saçtı,
Îman dolu genç, çağ kapatıp yerde çağ açtı.
Haykırdı: –Bu gerçek, nicenin gördüğü rü’yâ,
Fethin zafer imzâsı, bu meşhûr Ayasofya!

Taş dev, o zaman oldu bu devranda gülistan,
Bin canla şahâdet getirip eyledi îman.
Bir gül gibi göz açtı hemen kıble ve mihrâb,
Ay yıldıza şâhit olarak parladı mehtâb!
Coşturdu ezan, her köşe tevhîd ile doldu,
Saf tuttu fetih erleri, Fâtih, imam oldu,
Bir aldı, peşinden alarak bir daha tekbîr,
Tâ Kâbe’yi seyretti bu yerden, o cihangîr!
Billûr gibi gözler, açılan cenneti gördü;
«Allah!» dedi özler, bu nidâ, mâbedi ördü.
Mîrâca kanatlandı bu câmî, o namazda,
«Âmin!» sesi gök kubbeyi doldurdu niyazda.
Fâtih çıkarak minbere; «Âmin!» dedi Rabbe,
Hiç susmaz onun elde kılıç verdiği hutbe:

–Ey halk-ı zafer, hamd ola, Allah sözü ulyâ,
Artık, içi îman dolu câmî Ayasofya.
Sonsuz adı İslâmbol olan beldeye atfen,
İhyâ ediverdim yeniden, tâ temelinden,
Şahsî malımın vakfı bu, tek vakfiye şartı,
Câmî deyu yazdım ki, değişmez yüce tartı.
Ben Mehmed-i Sânî, beni Fâtih yapan Allah,
Tâ kopsa kıyâmet, diyorum, herkese billâh:
Kimler, bu kesin şartı bozarlarsa peşimden,
Kahretsin o mel’unları Allâh, ebediyyen!
Câmî bu eser, fethimizin şan dolu mührü,
Beş vakte riâyet, bu evin en dolu şükrü!
Ey feth-i mübîn erleri, ey asker-i Mehmed,
Hak yazdı, nasîb oldu bugün müjde-i Ahmed!
Ey ordu, kumandan, ne güzel methi alanlar,
En canlı sedâ, ölmez edâ, nesle kalanlar.
Coşsun bu ezanlar, bu salâ, yankımız olsun,
Tekbir sesimiz, sonsuza dek farkımız olsun!
Kur’an sesi etsin bu fetih mührünü cennet,
Hak’tan bize, bizden nice evlâda emânet!
Bir hakk-ı fetihtir ki bu câmî, bu süreyyâ,
Herkes bile, câmî kalacaktır Ayasofya!

Dev mâbed için işte budur en yüce mevki,
Hiç kimse masal yazmasın âlem biliyor ki:
Köhneydi, çöküşteydi bu ev, bâtıl elemde,
Can buldu minâreyle kucaklaştığı demde!
Kaldırdı o kollar, onu yerden göğe doğru,
Bambaşka hayat verdi ezanlardaki doğru!
Tekrar Sinan’ın yaptığı destek ve minâre,
Kurtardı ölümden onu, tâc etti bu devre.
En coşkulu gülbangi okur, bizde bu hayya,
Destan gibi her gün şunu söyler Ayasofya:

–Dimdik tutan İslâm beni, Fâtih bana tâlih,
Mâlûm, daha evvel ne idim, ortada târih:
Sırtımda asırlar, yara almıştı temeller,
Çöktüm-çökecektim koca gövdemle berâber,
Bâtılda beterdim, yaşanır hâlde değildim,
Rûh üfledi İslâm bana, îmanla dirildim!
«Allah!» dedim ancak var olan, başka ilâh yok;
En has kulu, son elçiye sevdâ doluyum çok!
Dünyâda Muhammed’le adım, Arş’a yüceldi,
Duydum, kaç asır önce Hicaz’dan sesi geldi.
Coşmuştu Nebî, feth-i mübinden konuşurken,
Öptüm o büyük müjdeyi, yalvardım içimden:
–Ey müjdelenen atlı, bu müjdeyle küşâd et,
Ey Fâtih-i devran, ebediyyen beni şâd et!
Ey fetheden Avnî, bu garip fazla dayanmaz,
Gel haydi, dedim, sonra da açtım göğe pervaz,
Mevlâ’ya niyâz etti derûnumdaki her yer:
–Yâ Rab, ne olur müjde-i Peygamber’i göster!

Sonsuz şükür Allâh’a, kabûl etti duâmı,
Fâtih’le benim, eyledi gerçek, bu rüyâmı.
En kutlu hayâtın, yüreğin mazharı oldum,
Tesbîh ile, tahmîd ile, tekbîr ile doldum.
Tattım nice kandilleri, rahmetten umutlu,
Hakk’ın nice bülbülleri, mest etti, ne mutlu!
Çöldüm, beni, mevlidlerimiz, eyledi deryâ,
Hep verdi şeref, şân-ı Muhammed bu sarâya.
Sultandı Yavuz, oldu bu câmîde halîfe,
Taçlandı o gün bendeki en doğru vazîfe.
En güçlü cihan devletinin herkese karşı,
Temsil yeri oldum, başa giydim yüce Arş’ı!

Yalnızca huzur taştı, asırlarca içimden,
Âyetleri, sünnetleri sevdim, yaşadım ben,
Gördüm bu hidâyette gönül bahçesi solmaz,
Mîrâca giden yolda dönüş dehlize olmaz!
Ben zulmeti çok inceledim, nur bana yelken,
«Allah!» dediğim anda ulaştım göğe yerden!
Kimler, koparırlarsa namazdan beni şâyet,
Lânet okurum onlara, gündüz-gece lânet!

Ben burda şahâdet gülüyüm, bilsin el âlem,
Ölsem de, haçın hatrına ay yıldızı sökmem!
Tâ haşre kadar feth-i mübin hikmetiyim ben,
Sizler gibi, Peygamberimin ümmetiyim ben.
Her gün, gür ezanlar ve namazlar, bana izzet,
Her gün okunan hatm-i şerifler, bana lezzet!
Hû yüklü nefesler, acıkan rûhumu besler,
Sohbet ve zikir yankısıdır bendeki sesler.
Bambaşka okur burda yiğitler salevâtı,
Bambaşka dokur burda vaazlar bu hayâtı.
Bambaşka bu iklimde çağıldar yüce hutbe,
Ben besmele çektikçe, helâl çekti bu kubbe!
Ben hamdele çektikçe, dolup taştı melekler,
Her Fâtiha – İhlâs ile; «Hay» çekti felekler.
Hak muştu bu; Fâtih gibi evlâtları örsün,
Dünyâ, yaşayan feth-i mübin rûhunu görsün!
Bambaşka şakır bülbül-i İslâm, bu mekânda,
Bambaşka açar gonca-i îman bu cihanda!

Fâtih, ötelerden yine haykırmada: –Ey biz,
Ey hür vatan evlâtları, yok düşmana tâviz!
Tâ haşre kadar, mâbedimizdir Ayasofya,
Vakfım bu, fetihten beri, bizdir Ayasofya!
Herkes, bilinen vakfiyemin şartına uysun,
Kim uymasa, perçinlediğim lâneti duysun!
Hak mâbedi, ey milletim İslâm iledir hür,
Yurdumda bu câmî, bizim özgürlüğümüzdür!
Bir hakk-ı fetihtir ki bu câmî, bu süreyyâ,
Herkes bile, câmî kalacaktır Ayasofya!

İstanbul’u fetheyleyen erler de bu bahsi,
Tasdîk ederek gürledi Fâtih gibi hepsi:
–Biz burda Nebî’den tadıverdik nice müjde,
Biz Fâtih’in ardında namaz kıldık içinde.
Biz verdik emânet, biz olan nesle bu tâcı,
Soldurmayalım hiç, bu büyük şanlı sirâcı!
Hak beyti bu, yâd el gibi yâd olsa, kan ağlar,
Kalmaz gözümüz arkada, doldukça bu saflar!

Mîmarbaşımız usta Sinân’ın da kabirde,
Dâvâsı bu minval ki, haber saldı cebirde:
–Devrimde bu câmîyi tutan harcı yoğurdum,
Tekrâr iki koldan yeni bir ayça doğurdum!
Can verdi elim mâbede, vicdan bunu ansın,
Câmîye tezat duygu, minâremden utansın!
Şart denge minârem, yutamaz gerçeği gayyâ,
«Yâ Hak!» deyu dimdik duracaktır Ayasofya!

Mâbeddeki her bir köşeden çınladı tek ses:
–Hak dinde sebattan yana, biz, eylemeyiz pes!
Fâtih, bize, îman ve ölümsüzlüğü ekti,
Her fethe bu millet buradan besmele çekti.

En zor gecelerden güne çevrildi bu şamdan,
Can kattı büyük kurtuluşun harbine burdan!
Kâfirleri kovduk ve dedik: –Yurdu kazandık!
Yıllarca fakat sardı bu câmîyi karanlık.
Yıllarca namazdan yana, mâbed kapatıldı,
Başlardan öpen nur halılar, taşra atıldı.
Fışkırdı yalandan, sıva altında yosunlar,
Bağrında yaban restore, çok çekti sütunlar!
Ağlattı bu hâl mescidi, kāmetsiz, ezansız,
Kaç yıl dedemin hatları can dağladı yalnız.

Hakkında nihâyet, yine Hak nûru saçıldı,
Bağ, Tayyibe nam Belde’de, Tayyib’le açıldı.
Mest etti yürekten okunan Fâtiha tekrar,
Şâd etti ve şâd oldu bu mâbed ve asırlar.
Îmanlı yüreklerle dolup taştı bu meydan,
Geçmişle bütün bir gelecek, eyledi hayran.
Öz yurtta gariplik çekenin hasreti dindi,
Hasretle bu câmîye gelen yolcu sevindi.
Bir ruh, yine bir çağ kapatıp burda çağ açtı,
Tekrar, nice bülbül, yine bağrında bağ açtı.
Mahfil diri, mihrap diri, minber diri oldu,
Kur’an ve ezan yankısı her yer, diri oldu.
Hür kubbede bayrak yine hür dalgalanırken,
Bir başka selâm verdi şu sâhil boyu yelken.
«Allah!» diyerek parladı alnındaki mahya,
Tekrarladı tek gerçeği câmî Ayasofya:

–Bilsin ki cihân, işte hayat bende bu nâmus,
Hak din, bu binânın yeniden doğduğu fânus.
Hep dipdiri kaldımsa, minâreyle bu ömrüm,
Onsuz, koca kubbem yaşamaz, çoktan ölürdüm!
Türk’ün beni devranda, kılıç hakkı yaşattı,
Bir cennete döndürdü, namâz aşkı donattı.

İslâm’la dirilmişliği seyret, bu hünerde,
Son bâtılı son hak, ebedî yendi bu yerde.

Tekbir sesi, sancak ve alem, beş vakit isrâ,
İstanbul’a ecdâdımızın vurduğu tuğrâ.
Burcunda hilâl, burda ne şahlandı küheylân,
Can uçtu semâlarda, burak oldu bu eyvan!

Yurdumda benimdir; biliyor Avrupa-Asya,
Öz ceddimin öz vakfı, namazgâh Ayasofya!
Bak şekline; dört ufka minârem bunu söyler,
Bak kalbine; söyler bunu mihrâb ile minber!
Bak bağrına; Kur’an sesi, cennet dediren fark,
Nûr âyeti, taş bir damı gök kubbe yapan çark.
Hür bayrağı temsil bu mühür, misl-i cevâmî,
Durdukça bu âlem, bu ev Allâh evi, câmî.

«Al sancağı»mın şânı olan sûr Ayasofya;
«Ay yıldız»a mâkes olarak nûr Ayasofya!
Ancak yaşatan sır onu İslâm’daki simyâ,
Dimdik yapı, hak dîn ile mâmûr Ayasofya!
Hiç kimse bu haktan edemez bizleri parya,
Fâtih dedemin şartı, bu mezkûr Ayasofya!
Tam sağda da Ahmed dedemin san’atı var ya,
Tek manzara tevhîd ile mesrûr Ayasofya!
Dünden beri her tabloda şâhid buna dünyâ,
Mü’min duruşun örneği, cumhûr Ayasofya!
Ey gözler, aziz milletimindir bu madalya,
Fethin ebedî sembolü, düstûr Ayasofya!

Seyrî, de ki: Milletçe namâz, en güzel ihyâ,
Tekbirle, ne efsâne duruştur Ayasofya!

mef’ûlü / mefâîlü / mefâîlü / feûlün

28 Kasım 2020