RASÛLULLAH -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’İN HİCRETİ -3-

Âdem SARAÇ vardisarac@yahoo.com.tr

Hicret vakasını anlatan çok sahâbî vardır. Hazret-i Âişe Annemiz de, hicret hâdisesini en ince ayrıntılarına kadar anlatanların başında gelmektedir.1

Hazret-i Âişe Annemiz’in, Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın hicretine dair anlattığı rivâyetler, «Hadis ve İslâm Tarihi» kaynaklarında çok büyük yer tutmaktadır.2

Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın, Mekke’den çıkıp, Medine’ye hicret edeceğini Hazret-i Ebûbekir ailesi ile bir de Hazret-i Ali biliyordu. Onlardan başka hiç kimse bilmiyordu.

Peygamber -aleyhisselâm-’ın; Mekke’den ayrılıp, Medine’ye gideceği netleşince, Hazret-i Ali’yi çağırdı. Çünkü yanında Mekkelilerin emânetleri vardı. Bu emânetleri sahiplerine vermesini, ondan sonra da Medine’ye hicret etmesini söyledi.3

Peygamberimiz -aleyhisselâm-’ın doğruluğunu ve emîn (güvenilir) oluşunu bilip tasdik etmeyen tek kişi yoktu. Bu sebeple en azılı müşrikler bile; kıymetli mallarını kendileri saklamaktan korkarlar, O’na emânet ederlerdi. Mekke müşriklerinin büyük birçoğu, îmân etmedikleri hâlde; telef olmasından korktukları kıymetli eşyalarını muhafaza etmek üzere, Rasûlullah -aleyhisselâm-’a emânet ediyorlardı. Çünkü en emîn kişinin O olduğunu, en emîn yerin O’nun yanı olduğunu çok iyi biliyorlardı.4

Peygamberimiz; müşriklerin kendisini öldürmek gibi bir alçakça plân kurduklarını bildiği hâlde, emânetlerinin kendilerine iadesi için Hazret-i Ali’yi görevlendiriyordu!

İki Cihan Sultanı, böylesine nâzik bir anda bile, emânetleri düşünüyor ve onların sahiplerine teslim edilmesi için Hazret-i Ali’ye görev veriyordu. Hazret-i Ali’nin vazifesi, sadece bu kadar değildi. Dünya tarihinde eşi ve benzeri görülmemiş bir vazife daha veriliyordu ona:

“–Ey Ali! Bu gece benim yattığım yere sen yat! Şu yeşil örtüme de iyice bürün! Korkma sakın, sana onlardan hoşuna gitmeyecek bir şey erişmeyecektir! Bu gece benim yerime yatağıma sen yatacaksın!”5

–Lebbeyk yâ Rasûlâllah!

Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-; hiçbir korku ve endişe duymadan, Peygamberler Sultanı’nın yattığı yere yatacak ve O’nun yeşil örtüsünü de üzerine örtünecekti. Öyle de yaptı. Her türlü tedbiri aldıktan sonra Allâh’a tevekkül eden Hazret-i Ali, yattığı yerde uyuyuverdi.

Diğer taraftan; akşamın karanlığı basınca, hâin müşrikler Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın evini kuşatıp kordon altına aldılar. Kabîlelerden seçilmiş olan cellât adamlar, Peygamber evinin kapısı önünde toplandılar. Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın çıkmasını beklediler. O’nun evine girdiğini görmüşlerdi çünkü.

Peygamberimiz -aleyhisselâm-, dışarıda kendisini gözetleyip bekleyen canavar müşriklerin yanına çıktı. Eline bir avuç toprak aldı ve oradakilerin başlarına saçtı. Saçılan toprak bu hâin canavarların hepsine isabet etti. Yüce Allah her şeye kādirdi. İşte burada da, bu canavarların görmelerine ve duymalarına mâni oldu.6 Hâin müşriklerin aralarından geçerken, Yâsîn Sûresi’nin ilk âyetlerini okuyarak, rahatlıkla geçip gitti…

O hâinler, bakar kör olmuşlardı. Rasûlullah -aleyhisselâm-’ı görememişlerdi. Birbirinden ayrı, yan yana iki âlemde gibiydiler. Hiç birisi, yanından geçen Rasûlullâh’ı görememiş, ayak seslerini bile duymamıştı. Peygamberler Sultanı, aralarından geçip gitmişti…

Evin etrafını çevreleyenler, Rasûlullâh’ı hâlâ evde zannediyorlardı. Heyecanla sabahı bekliyorlardı. Eve geceleyin baskın yapmalarına engel olan şey, bir insanı evinde öldürmenin pek çirkin bir hareket olarak kabul edilmesiydi.7 Buna rağmen bu çirkinliği bile denemişler, ama yakayı ele vermişlerdi.

Hâinlerden bir kısmı beklemekten bunalarak, evin duvarlarına tırmanmaya kalkıştılar! Zor da olsa duvara tırmanarak, evin damına çıktılar. Oradan içeri girmeye çalıştıkları zaman, bunu gören bir kadın çığlık kopardı. Bunun üzerine; yakalanıp rezil olmaktan korkarak, hemen gerisin geri atladılar. Artık ne olursa olsun; O çıkıncaya kadar ya da sabaha kadar, kapı önünde beklemeye karar verdiler.8

Nasıl olsa, eninde sonunda bu kapıdan çıkacaktı. İşte o zaman fırtına gibi hücum eden bir sürü canavar; kollarının bütün kuvvetiyle vuracak, havada kavisler çizecek olan kılıçlar birbiri ardınca inip kalkacak ve on üç yıldır yürütülen büyük kavganın son perdesi burada kapatılmış olacaktı! Bu onların hesabıydı.

Ama onlar Cenâb-ı Allâh’ın hesabını bilmiyorlardı.

Güçlerin üzerindeki gücü yok sayıyorlardı!

Ne büyük bir hata yaptıklarının farkında bile değillerdi!

Allah Rasûlü’nün, yüce Allâh’ın kâinâtı yüzü suyu hürmetine yarattığı Habîbi’nin evinden dışarı çıkmasını bekliyorlardı. Çıktığı anda, hep beraber indireceklerdi üzerine kılıçlarını! Birbirlerini o an için tahrik edip duruyorlardı sürekli.

Bunca yaşananlara, bir kerecik bile olsa, dikkatle bakan bir insan; nelerin olup bittiğini görürdü. Ama görmek için bakmak lâzımdı. Bakınca görmek lâzımdı.

Bakıp görenler ilâhî nimete eriyorlardı. Göremeyenler, körlük kuyusunun diplerine düşüyorlardı. Ama ne olursa olsun, yolcu yolundaydı!

Peygamber Efendimiz, her şeye rağmen hicret yolcusuydu artık.

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-

_____________________________

1 Recep ERKOCAASLAN, Hazret-i Âişe’nin Hayatı Şahsiyeti ve Hazret-i Peygamber Sonrası İslâm Tarihi’ndeki Rolü, s. 33.

2 Sadece birkaç örnek verecek olursak: İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c. 2, s. 98-99; Ahmed bin Hanbel, el-Müsned, c. 17, s. 278-280; Buhârî, Megazî, 28, Büyu’, 57, İcâre, 3; Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek Ale’s-Sahîhayn, c. 3, 9-10.

3 İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 1, s. 228; Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, c. 1, s. 260.

4 İbn-i Kayyım el-Cevziyye, Zâdu’l-Meâd, c. 2, s. 58; Zürkânî, Mevâhibü’l-Ledünniye Şerhi, c. 1, s. 322.

5 İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c. 2, s. 126-127; Ebu’l-Ferec İbnu’l-Cevzî, el-Vefâ bi Ahvâli’l-Mustafâ, c. 1, s. 230; İbn-i Seyyidü’n-Nâs, Uyûnü’l-Eser, c. 1, s. 179; Diyarbekrî, Târîhu’l-Hâmis, c. 1, s. 324.

6 Taberî, Târîhu’l-Ümem ve’l-Mülûk, c. 2, s. 244; Halebî, İnsânu’l-Uyûn, c. 2, s. 193.

7 Bir toplum, bütün her şeyiyle çökmez. Yanlış ve çirkin şeyleri, bütün topluma mal etmek haksızlık olur. Neredeyse kaynaklarımızın hepsinde, Mekke müşrikleri ve yaşayışları hakkında; «Hiçbir ahlâkî değerleri kalmamış, namus ve şeref çiğnenir olmuştu.» gibi genel ifadeleri çokça görürüz. Ancak bütün toplumu ahlâksız ve namussuz gibi gösteren bu tür rivâyetleri, dikkatli bir şekilde süzgeçten geçirip, çok hassas bir şekilde ve çok iyi tahlil etmek gerekiyor. Müslümanlara işkence ve eziyetlerin her türlüsünü yapan müşrikler, iki şeyi hiç yapmamışlardı. Müslümanların evlerini basmamışlardı. Gece veya gündüz ev basıp, onlara kötü ve çirkin şeyler yapmadıkları gibi, hiçbir kadının namusuna saldırmamışlardı. Bunlar, o câhiliyye toplumunda bile çok ayıp şeyler olup, yüz kızartıcı davranışlardandı.

8 Onların örf ve âdetlerine göre; bir insanı evini basıp, evinde öldürmek büyük bir alçaklık sayıldığından dolayı, böyle bir harekete bir daha yeltenmediler. Böyle bir şey yapacak olurlarsa, bunun duyulması hâlinde çok ayıplanırlar, sertçe de kınanırlardı. Şerefsizlik olarak görürler, bunu yapanların itibarları kalmazdı.