İHLÂS ve NİYETTEKİ SIRLAR ve HİKMETLER

Nurten Selma ÇEVİKOĞLU nurtencevikoglu@hotmail.com

İhlâs, sözlükte «arınmak, saflaştırmak, kurtulmak» anlamlarında kullanılır. «Allah Teâlâ’dan gayrisinden kurtulmak.» Terim olarak ise, yapılan iyilik ve ibâdetlerin herhangi bir çıkar kaygısından uzak yalnızca «Hazret-i Allah» için olma hakikatidir.

Bilhassa ibâdetlerde riyâdan kaçınma, mü’minin ihlâslı olmasını sağlar. İhlâs; kalbi saflaştıran, gönlü güzelleştiren, rûhu latifleştiren bir güzel haslettir.

İhlâs; bir yürek hareketlenmesidir, kalp temizliğinin dışa yansımış hâlidir. Müslümanın bütün varlığı ve bedeniyle, başkaca farklı duyguların etkisinde olmadan, yüce Yaratıcı’ya yönelerek, güzel fiiller icrâ etmesiyle ihlâs hâsıl olur. İhlâs, kalbi şüphe ve eğriliklerden berî kılar. İhlâsta; gösteriş, menfaat, başkasına şirin görünmek gibi menfîlikler bulunmaz; onda sadece Rabbin rızâsı vardır. Allah Teâlâ’nın rızâsı ancak ihlâs ile elde edilir.

Kur’ân-ı Kerim’de;

“… Bizim yaptıklarımızın mükâfâtı bize, sizin yaptıklarınız da size aittir. Biz O’na muhlis kullarız, ihlâsla (gönülden) bağlananlarız.” (el-Bakara, 139) Demek ki, mü’minin ihlâsı, ibâdet ve amelde Cenâb-ı Hakk’a özden bağlanıştır. Nefis hoşlanmasa da ihlâslı kullar amellerinde devamlıdırlar;

“(Rasûlüm!) Şüphesiz ki Kitâb’ı Sana hak olarak indirdik. O hâlde Sen de dîni Allâh’a has kılarak (ihlâs ile) kulluk et.” (ez-Zümer, 2) buyurulur.

Diğer bir âyette şöyle buyurulur:

“İşte Biz ondan (Yûsuf’tan) fenalığı ve fuhşu gidermek için (böyle yaptık, delilleri gösterdik). Çünkü o, Bizim ihlâslı kullarımızdandı.” (Yûsuf, 24) Anlaşılacağı üzere Rabbimiz, ihlâslı insanlardan fenalığı ve kötülüğü gideriyor. Dolayısıyla, ihlâs her müslüman için en gerekli bir haslettir. Yine; şeytanın çirkin ve fena işleri insanlara güzel gösterme yolunda, onları azdıracağı ve saptıracağı belirtiliyor. Ancak ihlâslı olanlara şeytanın sözü geçmeyecek. Kur’ân-ı Azîmüşşân bu hakikati şu şekilde anlatır:

(İblis) dedi ki: Rabbim! Beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara (günahları) süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım! Ancak onlardan ihlâslı kulların müstesnâ.” (el-Hicr, 39-40)

İnsanlığın en kâmil misalleri olan peygamberler, ihlâslı kimselerdi:

“(Rasûlüm!) Kitap’ta Musa’yı da an. Gerçekten o ihlâs sahibi idi ve hem rasûl, hem de nebî idi.” (Meryem, 51) Onlar tebliğlerini bütün samimiyet ve gayretleriyle sadece Rabbin emirlerini insanlara duyurmak için icrâ ettiler. İhlâsla, peygamberlik vazifelerini yerine getirdiler.

“Dîni yalnız Allâh’a hâlis kılarak O’na yalvarın.” (Bkz. el-Mü’min, 40; el-Ankebût, 65; ez-Zümer, 2…) hitâbı var. Bu ne demektir?

El cevap: Kul hem îmânî hem amelî açıdan tertemiz, arı, duru olarak her türlü rûhu ve zihni ifsâd edicilerden berî bir şekilde amel işlemeli, gösteriş ve riyâdan uzak bulunmalıdır. Zira kurtuluş ancak ihlâs iledir:

“(Bu azaptan) ancak Allâh’ın hâlis kulları istisnâ edilecek.” (es-Sâffât, 40) İhlâslı kullar sıkıntılı durumlarda, zaten herkes gibi dua ederler; ama onlar normal zamanlarda da bütün samimiyetleriyle Rablerine yönelerek ihlâsla duâya yönelirler.

Dîni yalnızca Hazret-i Allâh’a hâlis kılmak, ibâdet ve amelleri sadece «Hak rızâsı»na göre yapmak dînin özüdür. Tevhid inancının temeli budur. İhlâs, mü’mini sahtelikten korur ve müslümanı takvâya ulaştırır. Amelde ihlâs çok mühimdir. İhlâssız amel boşa gider. Ameli sâlih hâle getirebilmek, ihlâsla mümkündür. Hak indinde makbul amel, ancak ihlâslı olandır. Müslüman, Cenâb-ı Hak katında ancak ameli kadar değer görür. Böylece mü’minin ecri artar aynı zamanda insanlar arasında da «güzel bir misal» teşkil eder.

Kulun ibâdet ve amellerini, insanların takdir ve iltifatlarından ve de nefsinin şerrinden koruması îcap eder. Mü’min kişi, hiçbir şeyi kendinden bilmemelidir. Her şey sadece Cenâb-ı Hakk’ın lutfundandır. Bu sebeple bir Hak dostunun buyurduğu gibi;

“Kul daima; «Aman yâ Rabbî! Sen’sin yâ Rabbî! Biz kimiz, her şey Sen’dendir, ben bir hiçim!” demeli, kendi zâtına bir övgü addetmemelidir. Çünkü O’nun lutfu olmasa, biz o ihlâslı ameli zaten işleyemezdik, her şey O Kādir-i Mutlak’tandır. Davranışlara değer kazandıran yalnızca ihlâstır. Müslüman çok ibâdetle değil, ancak ihlâsla kurtuluşa erişir.

İbâdetlerimizde ihlâs pek mühimdir. Nasıl ki namaz kılmak için abdest almak şart ise ibâdetin makbul olabilmesi için de, ihlâs öyle şarttır. «İbâdetin rûhu ihlâstır.» denir. İhlâssız amelin, amelsiz ihlâsın mü’mine yararı yoktur. Ancak ihlâs ile ameller güzelleşir. Neticede ameller, Rabb-i Teâlâ’nın istediği seviyeye yükselir. Allah -azze ve celle-, rızâsına uygun amel işleyen kullarından râzı ve hoşnut olur. Rabb-i Teâlâ; insanlara yaşama şekli olarak dîni, dünya hayatını düzen ve intizama koyan sistem olarak da İslâm’ı seçmiştir. Rabbinden râzı olan, O’nu seven, O’nun kendisi için seçtiğinden de râzı olur, teslim olur. Yüce Yaratıcı’nın kulu için tasarladığı kadere muhalefet etmez. Yanlışları düzeltmek için meşrû çerçevede mücadele eder, elinden gelmeyeceği şeylere rızâ gösterir, şikâyet etmez. Bu hususta «Kâinâtın Önderi»nin sözlerini rehber kabul eder:

“Rab olarak Allah’tan, din olarak İslâm’dan, Rasûl olarak Muhammed -aleyhisselâm-’dan râzı olan îmânın tadını tatmıştır.” (Müslim, Îmân, 11, Hadis no: 56, 1/62)

NİYET ve NİYET TERBİYESİ

İhlâsın ölçüsü, niyettir. Peygamber -aleyhissalâtü vesselâm- buyurur:

“Ameller niyetlere göredir…” (Müslim, İmâre, 155)

Kimi zaman niyet, amelin önüne bile geçebilir. Kişi bazı sebeplerden dolayı işlemeyi istediği ama gerçekleştiremediği amellerinden dolayı, sanki o ameli işlemiş gibi sevap kazanır. Bu mü’min için ne güzel bir kazançtır!

Allah rızâsı için «niyet» olmazsa olmazdır. Sahâbeden Muâz bin Cebel -radıyallâhu anh-;

“Sâlih amelde; ilim, niyet, sabır ve ihlâs bulunmalı.” der. Buna göre niyet için, ilim ve amel gereklidir. Fakat ilim, amelden önce gelir. Kişi ne yapacağını akıl ve ilim ile bilmeli ki, amel edebilsin. İlim olmadan amel olmaz. Bu durumda amel, ilmin meyvesi durumundadır. Durum bu raddeye gelince zahmet ve gayretle yani sabırla o amel gerçekleşir. İşte bütün bunların sonucunda «ihlâs» ortaya çıkar:

“Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allâh’ındır. Siz, içinizde olanı açıklasanız da saklasanız da Allah onu bilir ve sizi onunla hesaba çeker. (Sonra da ameline ve niyetine göre) dilediğinin günahını bağışlar, dilediğine azap eder.

Allâh’ın kudreti her şeye yeter.” (el-Bakara, 284)