DOKTOR AYŞE HÜMEYRA ÖKTEN ÎMAN ve İSTİKAMET ÜZERE BİR HAYAT -2-

Dr. Fatma ÇETİN*

ANNESİNİN VEFATI

Hayatında en derin sarsıntıyı, annesinin vefatıyla yaşadığını söyleyen Doktor Abla bu süreci şöyle anlattı:

“–Babamın vefatında Medîne-i Münevvere’deydim. Buraya da haber gelmiş, eş ve dostlar haberi gazeteden öğrenmişler. Ama henüz benim haberim yoktu. O gün akşama doğru hanımlar ellerinde yemeklerle geldiler. Ben bunu normal bir şey olarak gördüm. «Herhâlde benim yalnızlığımı gidermek için böyle bir şey düşündüler.» diye aklımdan geçirdim. Ama meğer bu hanımlar akşama beyler gelip de babamın ölümünün haberini verecekleri için, benim bu durumda yalnız kalmamam için önden gelmişler. Sonra beyler geldiler ve babamın ölüm haberini yazan gazeteyi bana da gösterdiler. (Bunu anlatırken Doktor Abla dışarıya bir şey hissettirmiyordu ama; bunca sene geçmesine rağmen içinden üzüldüğü, boğazının düğümlendiği anlaşılıyordu.) Sonra hemen uçakla göndermeyi düşündüler. Ama o zaman uçak bulunamadı ve ilk uçak Beyrut’a olduğu için Beyrut’a bilet alındı. Oradan kara yoluyla Şam, oradan İstanbul’a gitmiştim.”

“–Annemle babam arasında yaş farkı biraz fazlaydı. Ama annem de uzun yaşamadı. 66 yaşında vefat etti. Onun vefatı beni çok etkiledi. Bir türlü içimden atamadım. Çok müteessir olmuştum. Annemin kırk mevlidi okundu. O sırada da benim Medine’ye gelme vaktim geldi. Onun için evden ayrıldım ve Medine’ye geldim. Benim o üzüntülü hâlim devam ediyordu. Orada Saime Hocahanım vardı. Kendisi ilkokul öğretmenliğinden emekli olmuş bir hanımdı. Medine’de yalnızdı. Her gün Harem-i Şerîf’e geliyordu. Orada görüşüyorduk. Bana;

«Sen bu acıyı başka türlü değil, sadece Kur’ân okumakla atlatabilirsin.» dedi. Saime Hocahanım bana Konyalı Mehmed Vehbi Efendi’nin (1862-1949) «Hulâsatü’l-beyân» tefsirini okutmaya başladı. Önce 30. cüzden başladık, sûreyi okuyup sonra tefsirini okuyorduk. Tefsirde nüzul sebepleri ile ilgili bilgiler de vardı. O tefsiri çok beğenmiştim.

Saime Hocahanım, daha sonra yaşlanınca orada kalmaya tahammül edemedi ve Türkiye’ye döndü. Hakikaten o Kur’ân bana şifâ olmuştu. Yoksa daima ağlıyordum.

Annem çok muhterem bir hanımdı. Biz ondan hiçbir kötü söz duymadık. Hattâ bazı annelerin çocuklarına söylediği, bazı hayvanların adları gibi şeylerden hiçbirini duymadık. Babam biraz otoriter birisi olmasına rağmen; babamın aleyhine de hiçbir şey söylemez, sızlanmaz, onu şikâyet etmezdi. Çok güzel misafir ağırlardı. Evimiz de misafirsiz kalmazdı.

Benim babama sorduğum bir soru vardı:

«–Kur’ân’da geçen;

تَجْر۪ى مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ

«Altından ırmaklar akar, nasıl olur?»

O da;

«–İşte böyle otururlarken ayaklarının olduğu yerden nehir akar.» diye cevap vermişti.”

Doktor Abla; annesini öldükten sonra rüyasında, kır gibi bir yerde, önünden nehir akarken gördüğünü söyledi.

CUMHURBAŞKANIMIZ RECEP TAYYİP ERDOĞAN’A DUÂLARI

Doktor Abla’nın Tayyip ERDOĞAN’a karşı özel bir muhabbeti vardı. Müslümanların İslâmî yaşayışının bu zamanlarda mümkün olduğunu ifade ederdi. 2017 yılında sohbet yaptığı çoğu kişiye;

“–Televizyon seyrederken haberlerde Tayyip ERDOĞAN’ı görünce hemen «âyetü’l-kürsî»yi okuyup ona üflüyorum; siz de okuyun.” dedi.

Ayrıca;

“–«Allâh’ın onu; hatadan, yanlıştan, kazâdan, belâdan, hastalıktan, darlıktan muhafaza etmesini; her işinde onun hayırlı, faydalı ve muvaffakiyetli olması için» duâ ediyorum.” dedi.

TEYZELERİNDEN, HAC İLE İLGİLİ HÂTIRALARI

“–Annemin teyzeleri Bursa’da otururlarmış. Onların efendileri hacca gittiği zamanlarda hac yolculuğu aylarca sürermiş. Onlarınki de sekiz ay sürmüş. Efendileri hacca gittiğinde annemin teyzeleri de hiç dışarı çıkmamışlar. Çünkü o zamanlarda efendisi hacca giden kadınlar hiç dışarı çıkmazlarmış. Her sabah çırak gelir, ihtiyaçlarını sorar, onlar da ne gerekliyse ona söylerlermiş. Yalnız çırak geldiğinde onun karşısına çıkmadıkları gibi, kapının yakınında bir pencerenin kenarına koydukları atkestanesini de ağızlarına atarlarmış ki, çırağa sesleri güzel çıkmasın. İşte onlar mahremiyete bu kadar dikkat ederlermiş.”

KADIN HACILARIN KAÇIRILDIĞI SÖYLENTİLERİ

Doktor Abla, 2017 yılında Mekke’de Türk hacılarının kaldığı Beyza Otel’de hacılara bir konuşma yaptı. Bu esnada ona, Arapların Türk kadınları kaçırdığına dair söylentinin gerçek olup olmadığı da soruldu. Çünkü her Türk hacı kadın hacca gittiğinde; muhakkak, kocasından ayrı taksiye binmemesi gerektiğini, yoksa Arap şoförlerin kocası yanında olmayan kadınları kaçıracaklarını, böyle hâdiselerin filâncanın başına geldiğine dair -mışlı ve -mişli pek çok uyarı dinler. En son bir televizyon programı da bunu iyice yerleştirmiş oldu. Doktor Abla şöyle cevap verdi:

“–Bakın buranın kanunları eskiden beri çok ağır. Şayet birisi bunu yapacak olursa buranın kanunlarına göre o kişinin öldürülmesi îcap eder. Ben yıllar yılı hiç böyle bir hâdiseye şâhit olmadım. Ben kendim; gençliğimden beri buralara geldim, gittim. Tek başıma da geldiğim zamanlar oldu. Böyle bir durum olsaydı ben de gelip gidemezdim. Ama anladığım kadarıyla bu söylentilere sebep şu olabilir:

Ben buraya Kızılay doktoru olarak geldiğim zamanlardan itibaren şunlara şâhit oluyordum. Biz o zamanlar vazifeli olarak bir yerden bir yere giderken, yolda sıcaktan bayılmış kalmış hacılarla karşılaşır ve bunlardan kıyafetlerinden Türk olduklarını anladıklarımızı hemen arabamıza alırdık. Tabiî yer varsa başka milletlerden olanları da alırdık ama, önce Türkleri alırdık. Onları baygın vaziyette hastahânelere getirir, bırakırdık. Orada bazı hacılar iyileşir, bazıları da iyileşemezdi, ölürdü. İşte bu ölen hacıların şayet kimlikleri yoksa hastahânenin morgunda belli bir müddet bekletirler, sonra da kimsesizlere yapıldığı gibi buralarda gömülürdü. Tabiî hacı dönmeyince Türkiye’de onun kaçırıldığı haberi yayılmış olabilir. Bir de yine sıcağın etkisiyle, hacılar geçici hâfıza kaybı yaşayabiliyorlardı. Meselâ; böyle bir Türk hacısıyla karşılaştığımda, ben kaybolduğunu anladım ve onu oteline götürmek için nerede kaldığını sorduğumda bana «Alâeddin Tepesi» demişti.” Doktor Abla (burada güldü ve) dedi ki:

“–Alâeddin Tepesi Konya’da, demek ki bunun oteli burada da tepede bir yerde olmalı ki böyle diyor diye o zaman tepelerde olan ve Türk hacılarının kaldığını bildiğim otellere götürdüm, ama oralar değilmiş. Sonra kendisini tanıyan biriyle karşılaştım da ona teslim ettim. İşte Türkiye’de; «Hacı kaçırıldı.» diye dolaşan söylentilerin aslı bu gibi hâdiseler olsa gerek. Meselâ; bu hacının da geçici hâfıza kaybı yaşadığından kendine gelince; «Beni Araplar kaçırdı.» demesi muhtemeldir. Yoksa burada hiç kimseyi kaçırmazlar. Burası Kur’ân’da Allâh’ın «emîn» olarak tanımladığı bir yerdir. Şu Yemenli bir Arap’ın kaçırdığı söylenen hanım için bana da geldiler. O hanım 26 sene buralarda kalmış. Kimse aramamış. Anladığım kadarıyla bu adam da yalnız kaldığı için sahip çıkmış, evlenmişler. Çocukları olmuş ve kadın da bu adamdan memnun kalmış ki bunca sene imkânı olduğu hâlde Türk sefâretine gidip şikâyette bulunmamış. Televizyondaki o program; maalesef reklâm gayesi ile bu hususu gündeme getirerek, zaten halkın inanmaya meyilli olduğu bu gibi yalan hâdiseleri ele alarak kendisine reklâm yapmak istedi. Hâdisenin kaçırılmakla hiç ilgisi olmadığı hâlde.”

HACILARA BAZI TAVSİYELERİ

“–Herkese söylüyorum şöyle duâ edin: Allah tekrar bizlere İslâm âleminin birliğini sağlama gücü versin. Devletimiz büyüsün, daha da kuvvetlensin. Türkiye’nin reisliğinde bütün müslüman devletleri birleşsin; iç işlerinde müstakil, dış siyasette beraber hareket etsinler. İslâm devletleri birliği olsun inşâallah.

Îmandan sonra namaz geliyor. Namazlarınızı kılın. Kaza namazlarınız varsa kılın.

İki şeye çok zaman ayırın istiyorum:

1) Namaz. Çocuklarınıza; «Namaz kıl!» diye söylemeyin. Onlara namazı, namaz kılan güzel insanları örnek vererek sevdirin.

2) Hizmet. Gücünün yettiği hizmeti karşılık beklemeden Allah rızâsı için yapmak. Ben hep böyle yaptım gücüm yeterken, Allah da bana yaşlılığımda hizmet eden insanlar gönderdi.

Hacılardan birinin ateşi çıkmıştı. Hastahâneye kaldırdılar. Ben gittim refakatçi oldum. Bunun gibi pek çok hizmette bulundum.”

ANNESİNİN DEDESİ OSMAN EFENDİ İLE İLGİLİ BİR HÂTIRASI

Osman dede hastalanmış. Artık rüyada mı gördü başka türlü mü bir şey oldu;

“–Bana Fatih’te bir daire verildi.” demiş. Düşünmüşler onun Fatih’te böyle bir dairesi yok. Annem falan da artık hasta olduğu için onun böyle sayıkladığını düşünmüşler. Sonra vefat etmiş. Edirnekapı’nın dışında hocalar kabristanına götürülecek; «Öğle namazıyla beraber cenaze namazı da Fatih Camii’inde kılınsın da oradan götürelim.» demişler. Öğle olmadan evvel saraydan emir gelmiş; «Cenazesi Fatih’in hazîresine konacak!» diye. Dedem, Fatih’in türbesinin sağ tarafındaki kabristanın içine gömülü. Taşında da Yozgatlı Osman Efendi diye yazmaktadır. Meğer onun ölmeden önce söylediği Fatih’teki dairesi buymuş.

ESKİ GÜNLERİNDEN BİR HÂTIRASI

Yine böyle bir hac zamanında, Zilhicce ayının 8’inci günündeyiz ve Mina’ya çıkmak için hazırlanıyoruz. Ben yukarıda abdest alırken bir bey, muayenehâneye eşini getirdi. İndim baktım, eşi hamile. Ben; «Kadın doğum doktoru olmadığımı, hanımını hastahâneye götürmesi gerektiğini» söyledim. Bey; hac günleri olduğu için araba bulamadığını söyledi. Ben dedim ki:

“–O zaman hastahâneden ebe isteseniz, çünkü onlar böyle durumlarda ebe gönderiyorlar.” dedim. Bey;

“–İstedim ama gönderemeyeceklerini söylediler.” dedi. Artık bunun üzerine bana bu doğumu yaptırmaktan başka bir seçenek kalmıyordu. Doğum yaptırmak üzere üstümü giyindim. Hanımın öğürtüsü tutmuş, öğürüp duruyordu. Kendi kendime; «Önce öğürtüsünü keseyim, rahatlasın.» diye düşündüm. Böyle âcil durumlar için çantamda haplar bulundururum; öğürtü hapı da bunlardan biriydi. Aldım, hanıma verdim. Fakat hanımın ağrıdan ağzı kuruduğu için hap boğazına yapıştı. Böyle olunca da kuvvetli bir şekilde öğürdü. Öğürmesiyle beraber çocuk da benim elime geldi. (Burada Doktor Abla ellerinde çocuğu tutarmış gibi kollarını kaldırdı ve güldü.) Çocuğun sesini duyunca Bey de dışarıdan sesleniyor;

“–Ne oldu?” diye. Ben de;

“–Ne olacak çocuk oldu.” dedim. Tabiî çok sevindim. İşte Allah zor zamanlarda insana böyle yardım ediyor. Çocuk dünyaya gelince biz de yine Mina’ya çıktık.

SON VASİYETİ

Doktor Abla’yı tanıdığımdan beri kendisinden en çok duyduğum şey, öldüğünde Cennetü’l-Bakî‘a gömülmek isteğidir. O sene bana ve çevresindeki diğer hacılara şöyle söyledi:

“–Beni öğretmen Mustafa Bey rüyasında görmüş. Hastalanmışım ve hastahâneye götürüyorlarmış. Götürdükleri ilk hastahânede yer yokmuş. Diğerine götürmüşler orası da çok pahalı bir hastahâneymiş. İşte o çok pahalı hastahâne «Cennetü’l-Baki‘» çünkü orası Rasûlullâh’ın hastahânesi. Ben oraya gideceğim. Bakın şayet Mekke’de ölecek olursam; beni bir çarşafa sarın, arabanın arkasına atın ve Medine’ye götürün. Orada cenaze yıkanan yere, üzerime adımı yazan bir kâğıtla bırakın. Onlar nasıl olsa beni yıkarlar, kefenlerler ve kimsesizlerin gömüldüğü yere gömerler. Sakın burada (Mekke’de) bırakmayın. Buradaki Cennetü’l-Muallâ bana çok azametli geliyor, korkuyorum. Ama Cennetü’l-Baki‘ çok şefkatli, merhametli geliyor.”

Yine bu sene Kurban Bayramı’nın ikinci gününde sabah kalp çarpıntısı olmuş. Bize;

“–Hakkınızı helâl edin.” dedi. Bir müddet sonra da çarpıntısının geçtiğini söyledi ve dedi ki;

“–Benim böyle çarpıntım oluyor; hattâ bazen kalbimin durduğu oluyor, ama sonra tekrar çalışmaya başlıyor. İşte ömür bitmeyince böyle oluyor.” dedi. Bir defasında da;

“–İnsan hastalıktan ölmüyor; meselâ benim bir sürü hastalığım var, kalbim düzgün çalışmıyor, ama ölmüyorum. Demek ki ecel gelmeyince ölmüyorsun.” demişti.

Allah Teâlâ, Fussilet Sûresi 30. âyet-i kerîmede;

“Îman ve doğruluk sahipleri hakkındaki ilâhî va‘din gerçekleşeceğini, sâdık îman ve bu îmânın tecellîsi olarak sırât-ı müstakîm üzere hayat sürenleri, son nefeslerinde meleklerin kendilerini nasıl bir nimete, ilâhî bir ziyafete kavuşturmakla müjdeleyeceklerini ve aralarındaki dostluğu açıklarken bu esnada onlara;

«Korkmayın ve mahzun olmayın ve size va‘d olunmuş olan cennet ile müjdelenin!» diyeceklerini haber veriyor. Çünkü onlar Allah Teâlâ’nın; Rablığını, yaratıcılığını, birliğini ikrar ettiler. Mükellef oldukları vazifeleri tam bir samimiyetle yerine getirmeye devam ettiler. Allah tarafından müjdeyle inen melekler de onlara hitâben;

«Korkmayın, insanlık îcâbı yapmış olduğunuz kusurlardan dolayı korkuya düşmeyin. Cenâb-ı Hak sizi bağışlar ve kendilerinden ayrılmış olduğunuz çoluk çocuğunuzdan vesâireden dolayı (üzülmeyin) ebedî ferahlığa kavuşacaksınız (ve size) dünyada peygamberler lisânıyla (va‘d olunmuş olan cennet ile müjdelenin). Çünkü siz cennetlere kavuşacak, onların içinde ebediyen kalıp nimetlere ereceksinizdir.» diyeceklerdir. Meleklerin bu müjdesi, ölüm zamanında, kabirlerde ve dirilme zamanında vukû bulacaktır.”**

İşte ilk başta Doktor Abla’nın bize;

“–Ölümden korkmayın, o çok güzel bir şey!” diye sevinçle anlattığı şey, belki de bu mübârek âyetin ona tecellîsiydi.

Benim Doktor Abla’yı tanımam, onun emeklilik yıllarına rastladı. Bu yüzden o yıllarda ona saygınlık kazandıran şeyin aslında yapmış olduğu mesleği olmadığını, rahatlıkla söyleyebilirim. Zaten kendisi de mesleğini îfâ ederken onu hep ibâdet şuuruyla yaptığını beyan eden açıklamalar yapıyordu. Dolayısıyla o modern zaman kadınları gibi mesleğiyle değil; îmânı, ibâdeti ve güzel ahlâkıyla çoğu meslektaşından farklıydı. Ben de burada onu başka yerlerde okumadığınız yönleriyle tanıttığımı düşünüyorum.

_______________________________

* Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Öğretim Görevlisi.

** Ömer Nasuhi BİLMEN, Kur’ân-ı Kerîm’in Türkçe Meâl-i Âlîsi ve Tefsiri, Fussilet Sûresi 30. âyet.