RASÛLULLAH (s.a.s.)’İN HİCRETİ -2-

Âdem SARAÇ vardisarac@yahoo.com.tr

Hicretin öne çıkan bazı safhalarını en güzel bir şekilde nakledenlerin başında Hazret-i Âişe Annemiz geliyor. Biz de bu kısımları onun rivâyetleri ışığında anlatmaya çalışacağız.

Peygamberler Sultânı; Hazret-i Ebûbekir’in evine sıkça gelir, onları sıkça ziyaret eder, orada bir müddet dinlenirdi. Bu ziyaretler; genellikle akşam ve sabah saatlerinde, «iki serinlik» denen vakitlerde olurdu. Bütün ev halkı buna alışmış olup, iki serinlik vaktinde de O’nun yolunu gözlerlerdi.1

Yine bir gündü. Öğle olmak üzereydi. Güneş ortalığı kasıp kavuruyordu. Evdeki herkes gibi, Hazret-i Âişe Annemiz de nerede ise uyumak üzereydi.

Hafif sesle kapı çalınınca Hazret-i Âişe Annemiz;

«Bu vakitte kim gelir ki…» diye merak ederek, kalkıp kapıyı açtı. Açar açmaz da;

“–Rasûlullah, Rasûlullah geldi!” diye hayret ile şaşırarak, bir an ne diyeceğini bilemedi! Sonra birden kızarıp başını önüne eğerek, O’nu içeri buyur etti:

–Hoş geldiniz ey Allâh’ın Rasûlü, buyurunuz!

Rasûlullah -aleyhisselâm-; o gün, hiç âdeti olmadığı bir saatte geldiği için, uyumakta olan evin büyükleri de, sesi duyar duymaz hemen yerlerinden fırlayıp büyük bir coşku ile atıldılar:

–Annemiz-babamız, her şeyimiz Sana fedâ olsun yâ Rasûlâllah! Bu saatte hiç gelmezdiniz. Hânemize şeref verdiniz, buyurunuz!

Anne-babası O’nu karşılarlarken Hazret-i Âişe Annemiz de hemen içeri koşup soğuk şerbet getirerek ikrâm etti. Peygamber Efendimiz gülleri bile kıskandıracak bir güzellikte tebessüm ederken, o da mutluluk okyanusuna yelken açtı. Sonra da edeple bir kenara çekilip, olanları izlemeye başladı.

Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh-; Rasûlullah -aleyhisselâm-’ı karşılayıp yer gösterirken, bir yandan da ne olup bittiğini anlamaya çalışıyordu. Gösterilen yere oturan Peygamberimiz, konuya uyarı cümlesiyle girdi:

–Ey Ebûbekir!

–Lebbeyk/buyur ey Allâh’ın Rasûlü!

–Yanındaki kimseleri dışarı çıkar!2

Onca olgunluk ve bilgeliğine rağmen, Hazret-i Ebûbekir bile, bir an şaşırıp kaldı. Çünkü o anda içeride sadece ev halkı vardı. Kendini çabuk toparlayarak, büyük bir güvenle şöyle cevap verdi:3

–Yâ Rasûlâllah! Annem-babam, canım-kanım, her şeyim Sana fedâ olsun! Bunlar benim ev halkım olup, Sen’in de ehlin ve mahremindir. Bunların hepsine güvenirim. Bizi gözetleyen yabancı bir kimse yoktur. Anlaşılan çok mühim bir şeyle karşı karşıyayız.4

–Hicret etmek üzere, yüce Allah tarafından bana da izin verildi!5

–Yâ Rasûlâllah! Hicret yolunda Sen’inle yol arkadaşlığı var mı benim için?6

Bir anda ses soluk kesildi. Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh-; nefesini bile tutarak, büyük bir ümitle Rasûlullâh’ın mübârek nur yüzlerine baktı. O’nunla hicret arkadaşlığı var mıydı acaba? Onun için Rasûlullah ile arkadaşlık, her şeyin üzerinde bir şeydi çünkü.7

–Evet!8

Rasûlullah -aleyhisselâm-; «Evet!» buyurunca, Hazret-i Ebûbekir kendini tutamayarak sevincinden ağlamaya başladı. Bir yandan ağlıyor, bir yandan da şöyle diyordu:

–Canım-kanım, her şeyim Sana fedâ olsun yâ Rasûlâllah. Sen’inle hicrette de yol arkadaşlığı bana ihsân eden Allâh’a hamd olsun!9

–Evet, hicret arkadaşım Sen’sin ey Ebûbekir!10

–Allâhu Ekber!

Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh-, bir yandan tekbir getiriyor, bir yandan da sevincinden ağlıyordu. Onun bu durumu Hazret-i Âişe Annemiz’i çok etkilemişti! Yıllar sonra bile bu konuyu anlatırken, hep şöyle diyecekti:

–Sevincinden ağlayanı ilk gördüğüm kişi, sevgili babam Ebûbekir’dir!11

Sadece o değil, bütün ev halkı büyük bir heyecan içine girmişti. Kendini toparlayan Hazret-i Ebûbekir, yine coşkuyla atıldı:

–Ey Allâh’ın Rasûlü! Ben şu iki deveyi, böyle bir yolculuk için hazırlamıştım. Annem babam Sana fedâ olsun. Şu iki deveden biri Sana hediyem olsun!12

–Onu ancak bedelini ödemek üzere alırım!13

Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh-, ne kadar ısrar ettiyse de Peygamberimiz -aleyhisselâm- kabul etmedi. Hicret yolculuğunu tamamen kendi imkânlarıyla yapmak istiyordu. Bu yüzden devenin parasını ödeyerek aldı.

Bu arada yolculuk plânı da en ince ayrıntılarına kadar görüşüldü. Bütün her şey konuşulup karara bağlandıktan sonra, Rasûlullah -aleyhisselâm- gerekli tâlimâtı verip, kendi evine döndü. Buraya gece gelecek, beraberce hareket edeceklerdi.14

Onlar da ailece bu büyük tarihî yolculuk için gizliden gizliye hazırlık yapmaya başladılar. Hazret-i Ebûbekir; öteden beri Rasûlullah -aleyhisselâm-’a yol arkadaşı olmak için, sürekli Allâh’a duâ etmişti! Bu gayeyle Akabe Bey‘atı’ndan hemen sonra, en iyilerinden iki cins deve satın almış, onları özenle beslemişti. Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh-, Örnekler Örneği’ni örnek aldığı için, her şeye, her zaman hazırdı.15

Peygamber Efendimiz, her alanda en güzel örneğimizdir.

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-

_______________________________________

1 Bir yandan Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın hayatında, diğer yandan da Hazret-i Âişe Annemiz’in hayatında çok özel bir yeri olduğu için, bu ifadeleri özellikle ve sıkça tekrarlamakta fayda görüyoruz. Hâdiselerin akışında, bu tekrarın açtığı kapılar da görülecektir.

2 İbn-i İshâk, Kitâbu’l-Mebde’ ve’l-Meb‘as, c. 2, s. 129.

3 Rasûlullah -aleyhisselâm-; her şeyin, her yerde söylenmeyeceği prensibini bizzat yaşayarak öğretiyordu. Çünkü bazı kişiler, bazı şeyleri kavrayamayabilirlerdi. «Müslümanım, ama şuna aklım ermiyor; şunu aklım almıyor.» gibi.

4 İbn-i Seyyidü’n-Nâs, Uyûnü’l-Eser, c. 1, s. 148.

5 Taberî, Târîhu’l-Ümem ve’l-Mülûk, c. 2, s. 245.

6 İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c. 2, s. 128-130.

7 Ebu’l-Fidâ İbn-i Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 3, s. 184.

8 Ebû Nuaym el-İsfahânî, Delâîlü’n-Nübüvve, c. 2, s. 326.

9 Abdurrezzâk, Musannef, c. 5, s. 388; Ahmed bin Hanbel, el-Müsned, c. 6, s. 198.

10 Ebu’l-Ferec İbnu’l-Cevzî, el-Vefâ bi Ahvâli’l-Mustafâ, c. 1, s. 235.

11 Muhibbüddîn et-Taberî, Riyâdü’n-Nadrâ, c. 1, s. 86; Diyarbekrî, Târîhu’l-Hâmis, c. 1, s. 323.

12 Zehebî, Târîhu’l-İslâm, s. 320.

13 Beyhakî, Delâîlü’n-Nübüvve, c. 2, s. 473-474.

14 Taberî, Târîhu’l-Ümem ve’l-Mülûk, c. 1, s. 236; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târih, c. 2, s. 104. Muhibbuddîn et-Taberî, Riyâdu’n-Nadrâ, c. 1, s. 86.

15 İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c. 2, s. 129.