İKİ AKTÜEL MESELE

Dr. Ahmet Hamdi YILDIRIM

Bu ay sizlerle beraber iki aktüel suâle cevap arayalım:

Birincisi yaklaşan «Velâdet Kandili» hakkında.

Mevlid Kandili’ni kutlamaya, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in dünyaya teşrifleri münasebeti ile yapılan faaliyetlere cevaz verilir mi?

Bize kadar gelen rivâyetlere ve yapılan tespitlere göre; Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, 12 Rebîulevvel pazartesi günü doğmuş.

Hazret-i Peygamber; pazartesi günleri oruç tutuyor ve oruç tutmasının gerekçesini izah ederken, sebepler arasında o gün doğmuş olduğunu da zikrediyor. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, doğduğu gün olan pazartesiyi oruçlu geçirmeyi önemsiyor. Ve biz ümmetine de pazartesi günleri oruç tutmayı tavsiye ediyor.

Elbette biz, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’i sadece belli bir günde, yılın belli bir haftasında veya bir ayında değil; her dâim hatırlamakla mükellefiz.

Bazı çevreler;

“Mevlid kutlaması olur mu? Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, mevlidi kutlamış mı?” gibi birtakım mevlid muhalifi ifadeler kullanıyorlar. Bunların doğru olmadığı söylemek durumundayız.

Evet; Peygamberimiz, bugün bildiğimiz anlamda mevlid okutmamış. Bugünü bir kandil olarak adlandırmamış. Ama doğduğu gün olan pazartesiyi oruçlu geçirmiş ve oruçlu olmasının gerekçelerini sayarken;

“–Bu, benim doğum günüm ve peygamber olarak gönderildiğim gündür.” (Müslim, Sıyâm, 198) buyurmuştur.

Yine İsa -aleyhisselâm-;

وَالسَّلَامُ عَلَيَّ يَوْمَ وُلِدْتُ

“Doğduğum gün bana selâm olsun!” (Meryem, 33) buyuruyor.

Yani bunlar önemli hâdiseler. Bugün, elbette hatırlanması gereken bir gün. Müslümanlar açısından sevinilmesi gereken, mutlu olunması gereken bir gün.

Hattâ bazı rivâyetlerde; Ebû Leheb’in cehennemde göreceği azâbın, Peygamberimiz’in doğduğu gün olan pazartesi günü hafifletileceği bildirilir. Çünkü Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in doğduğu müjdesi verilince; Ebû Leheb, o müjdeyi getiren köleyi âzâd etmişti. Bu akrabalık asabiyeti ile gösterdiği alâka vesilesi ile Allah, pazartesi günleri onun azâbında bir hafifletme yapacak deniliyor.

Elbette Peygamber Efendimiz’in doğumu; bütün müslümanlar için, bütün insanlık âlemi için, bütün mahlûkat için önemli bir hâdisedir. Bütün âlemler için önemli bir hâdisedir. Binâenaleyh elbette bunu kutlamak, coşku ile karşılamak gerekir.

Fakat Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in doğumunu, O’nun şerîatına aykırı birtakım faaliyetlerle kutlamak uygun olmaz. Böyle bir davranışı kutlama diye adlandırmak da olmaz.

Öyle ki; bu tür şerîata aykırı, dîne aykırı hareketler, faaliyetler Hazret-i Peygamber -aleyhisselâm-’ı yaralar, üzer ve ümmeti adına mahzun olmasına yol açar.

Meselâ;

Hazret-i Peygamber Efendimiz’in doğum günü diye; defileler yapmak, kadınların birbirinden şık elbiselerle arz-ı endam etmeleri, şerîatın asla tasvip etmeyeceği kadınlı, erkekli ihtilât ortamlarında -sözüm ona- kutlamalar yapmak.

Bunların, normal bir zamanda bile yapılması câiz değilken; bir de Hazret-i Peygamber -aleyhisselâm-’ın doğumu gerekçe gösterilerek, bahane edilerek yapılması hiç mi hiç câiz değildir.

Dolayısıyla biz, Efendimiz -aleyhisselâm-’ın doğumunu kutlayacaksak; öncelikli olarak, O’nun getirdiği şerîata, O’nun getirdiği dîne kılı kırk yararcasına bağlı olmamız gerekiyor.

Biz Efendimiz -aleyhisselâm-’ı salât ü selâmlar ile anıyoruz.

Hazret-i Peygamber -aleyhisselâm-’a salât ü selâmın okunmadığı; içinde sazlı, sözlü, şerîata aykırı birtakım fiillerin bulunduğu programları tasvip etmek mümkün değildir.

Dolayısıyla; mevlid okunmasına karşı olanlar, bu mevlid okumalarının etrafında icrâ edilen bid‘atlerden dolayı karşı geliyorlarsa elbette haklı tarafları var. Ama pireye kızıp yorganı yakmanın da bir mânâsı yok.

Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in doğumunu O’nun bize öğrettiği şekilde karşılamamız gerekiyor.

Meselâ;

•O’nun doğduğu gün olan pazartesiyi oruçlu olarak geçirebiliriz.

•Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- adına bol bol sadaka verebiliriz.

•Efendimiz -aleyhisselâm-’a bol bol salât ü selâmlar getirebiliriz.

•O’nun hayatını, siyer-i Nebî’yi bir kere daha dikkatlice okuyabiliriz.

•O’nu anlatan eserleri hediye ederek, okutarak, okuyabilecek gönüllere ulaştırabiliriz.

Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in ümmeti açken, çıplakken, yoksulluk sınırının altında yaşıyorken; israf dolu programlarla, Efendimiz’in doğumu kutlanmaz.

Düşünebiliyor musunuz?

Bir annenin, bir babanın evlâtları yalın ayak, ayaklarında ayakkabı yok, üstlerini örtecek, sırtlarına giyecek bir elbiseleri yok, karınlarını doyuracak ekmekleri yok ve siz o babaya doğum günü pastası götürüyorsunuz. Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz; hayatında ashâbı doymadan doymamış bir Peygamber’dir. Ümmeti açlıktan karnına bir taş bağladığında, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in iki taş bağladığı rivâyet ediliyor. Yani ümmetinin bütün fertleri doymadan kendisine doymayı yakıştıramamış bir Peygamber. Bugün O’nun ümmetinden açlar, yoksullar, yetimler varken; israfla dolup taşan programlar düzenlemek asla bir müslümanın tasvip edeceği şeyler değildir.

Bu yıl zaten hastalık tedbirleri sebebiyle düğün dernek faaliyetleri dahî kısıtlanıyor. Dolayısıyla, Efendimiz’i anmayı çok farklı, faydalı ve O’nun rûhunu mesrur edecek hayırlı faaliyetlerle gerçekleştirmeliyiz.

Meselâ;

•O’nun adına, ümmetinden on kişiyi giydirelim.

•O’nun adına, ümmetinden bir yetime sahip çıkalım.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

“Ben ve bir yetimi koruyup, gözeten kimse şöyleyiz.” buyuruyor ve iki parmağını yan yana getiriyor. Yani; «Bu kadar yakınız.» diyor. (Buhârî, Talâk, 14, Edeb, 24)

Demek ki;

Efendimiz -aleyhisselâm-’ın doğumu münasebeti ile yapacağımız faaliyetler, O’nu memnun edecek şeyler olmalı. O’nun getirdiği Kur’ân’a hizmet edecek bir tarzda olmalı. Oturup Kur’ân okuyarak Efendimiz -aleyhisselâm-’ın mübârek velâdetlerini kutlayalım. Yoksa büyük büyük salonları doldurarak, devlet erkânının konuşmalarını ayakta alkışlayarak; kadın, kız, erkek yan yana, karışık bir vaziyette oturarak; Efendimiz -aleyhisselâm-’ın getirdiği şerîatın tasvip etmediği bir şekilde O’nun velâdeti, O’nun doğumu kutlanmış olmaz. Şunu tekrar ve tekrar ifade etmek gerekiyor ki; evet, O’nun doğumu çok önemli bir hâdisedir ama, müsaade edin de bu teşrifi O’nun getirdiği esaslara muvâfık bir şekilde kutlayalım.

Böylelikle hem Efendimiz -aleyhisselâm-’ı memnun edelim hem de bu büyük günü kutlamanın hazzını beraberce yaşayalım.

Diğer aktüel mesele;

BEYNE ÇİP TAKTIRMAK

Korona virüsü yayılmaya başladığından beri, zaman zaman gündeme geliyor. Elon Musk gibi şahıslar da bu hususta çalışmalar yaptıklarını piyasaya duyuruyorlar.

Henüz tamamlanmış değil, fakat hazır olduğunda önümüzdeki problem şu:

İnsan beynine çip taktırmak câiz midir?

Evvelâ şunu söylemeliyiz:

Eğer bu bir tedavi yolu ise, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz;

“Tedavi olunuz.” (Ahmed, VI, 395) buyurmakta.

Yine Efendimiz’in bize verdiği haberden biliyoruz:

Cenâb-ı Allah, -ihtiyarlık hâriç- şifâsını yaratmadığı hiçbir hastalığı insanoğluna vermemiştir. (Bkz. Ebû Dâvud, Tıb, 11)

Binâenaleyh;

Bir hastalık söz konusu olup da biz o hastalığın şifâsına ulaşamıyorsak; bu bizim kusurumuzdur, bizim yetersizliğimizdir. Muhakkak her derdin bir devâsı, her hastalığın bir şifâsı vardır.

Bu yönü ile bakıldığında hastalıkların tedavi edilebilmesi için çalışma yapmak, müslümanların üzerine bir borçtur. Özellikle müslüman hastaların, gayr-i müslimlerin eline düşmemesi için müslümanların tıp alanında en üst seviyeye ulaşmaları, yine dînimizin bize bir emridir.

Fakat maalesef görüyoruz ki her alanda olduğu gibi bu alanda da izâfî / göreceli bir geri kalmışlık söz konusu.

Eğer bu bir tedavi zarureti ise; insanın vücuduna, beynine veya başka bir yerine çip takılabilir. Nitekim bugün kalbe pil takılmakta ve kalbin çalışması temin edilmektedir. İnsanın sağlıklı olmasını temin edebilmek adına, her türlü imkân seferber edilebilir.

Bugün birtakım araştırmalar gösteriyor ki;

Beynin vücuda komut göndermede zorlandığı alanlarda bu komutları beyne takılan çip ile takviye edecekler. Felç dediğimiz, beynin bir kısmının çalışmamasıdır. Dolayısıyla o kısmın kontrol ettiği organların da fonksiyonsuz hâle gelmesidir. Bir çip yardımı ile ve bilgisayar yardımı ile beynin komut vermesi gereken organlara bu çipler üzerinden komut verilecek. Böylelikle kalkmayan elin kalkması sağlanmış olacak veya Parkinson hastaları gibi eli sürekli titreyen birisindeki o titremenin önüne geçilmiş olacak.

Bütün bunlar, temelde Allâh’a ibâdetin daha huzurlu bir şekilde yapılması için olduğu sürece bir ibâdet yerine de geçer.

Fakat şunu da ifade etmek gerekir ki;

Tedaviler ikiye ayrılmaktadır:

•Bazı tedaviler yüzde yüz zarurettir.

Meselâ kişinin kanında pıhtılaşma söz konusu olur da kan sulandırıcı hapı almazsa, damar tıkanıklığına yakalanıp ölmesi neredeyse kesin…

Adam yaralanmış, kan akıp gidiyor, durdurulmazsa kan kaybından ölecek.

Böyle durumlarda tedaviyi reddetmek intiharla eşittir.

•Bazı tedaviler ise ihtimallidir.

Doktorlar da, ihtimalli olarak ifade ediyorlar. Hattâ ilâcın birtakım yan tesirleri var ve neredeyse kâr ve zarar başa baş gidiyor. Tesir edebilir de etmeyebilir de.

Böyle durumlarda mü’min bir hastanın bu tedaviyi kabul edip etmemesi kendi tercihidir. Tedavi olmak mecburiyetinde değildir.

Hasta hakları ile alâkalı metinlerde de hastaların tedaviyi kabul etme veya reddetme hakları, ilâçları kabul etme veya reddetme hakları bulunmaktadır. Fakat İslâm hukuku açısından; yüzde yüz zarurî tedaviyi reddetmek intihar olacağından, hasta reddetse bile müdahale zarurî hâle gelebilir.

Çip mevzuuna dönersek;

Eğer insanoğlu; felçli veya yürüyemeyen kötürüm hastaların, müzmin hastaların hastalıklarını iyileştirebilecek, onları yürür hâle getirebilecek, normalleştirebilecek bir teknolojiye ulaşmışsa bu teknolojinin kullanılması, hâliyle İslâm açısından hiçbir problem doğurmayacağı gibi aksine teşvik edilir.

Çünkü maksat namazın ikame edilmesi, doğru kılınmasıdır. Bir insanın secdeye gidebilmesidir. İnsanın secdeye gitmesini sağlayacak, ayakta namaz kılmasını temin edebilecek olan her türlü tedavi müslümanlar açısından makbul olan bir tedavidir.

Lâkin, maksat başkaysa, sağlıklı insanlara dahî çip takıp, ellerindeki telefonlar, karşılarındaki tabletler, yeri göğü kaplayan elektronik ağlar yetmez; biz insanların beyinlerini de ele geçireceğiz diyen bir şer güç devrede ise, İslâm elbette böyle bir zulme ve esârete cevaz vermez.

İslâm fıtrî ve tabiî yaşayışı teşvik eder. İnsan fıtratına, vücut bütünlüğüne dışarıdan müdahaleyi -zarurî olmadıkça- kabul etmez. Zaruret veya zarurete yakın bir ihtiyaç olmadan estetik ameliyatlara cevaz vermediği gibi, gereksiz bir şekilde insan vücudunun makineleşmesine de ruhsat vermez.

Cenâb-ı Hak; beden, akıl ve ruh sağlığımızı muhafaza buyursun. İdrâk edebilenlere, Rasûlullah Efendimiz’in sünnetinde, ne büyük tıbbî şifâ reçeteleri vardır. Rabbimiz, afiyet üzere yaşatsın…

 

Âmîn…