GERÇEK DÜNYAYI SANAL DÜNYAYA DEĞİŞMEMEK

Yunus Sami EŞMELİ yunussamiesmeli@hotmail.com

“Bizim zamanımızda bu makineler mi vardı evlâdım? Biz elde yıkıyorduk.”

Eskiden bu ve benzeri ifadelerle çok karşılaşırdık. Fakat şimdi daha az duyuyoruz. Çünkü teknoloji ve teknolojik ürünler eskiye nazaran daha fazla gelişti ve gelişiyor. Öyle ki; artık sadece çamaşır veya bulaşık makineleriyle anlatılamayacak kadar fazla. Ulaşılan teknik noktada artık pek çok yeni örnek mevcut.

İşte bazıları;

Kendi kendine ev süpüren makineler… Hem de hiçbir eşyaya zarar vermeden.

Zaman ayarlı çay/kahve makineleri… Akşamdan tâlimat verince sabah uyandığımız saate göre çay veya kahveyi hazır edebilen.

Kendi kendini park edebilen arabalar. Veya şerit ve mesafe takibi ile direksiyon ve gaz-fren kontrolü dahî yapabilen modelleri… Ya da daha ötesi; denemelerinde başarılı olunan, uçan araba prototipleri…

Bunların yanı sıra son dönemlerde çok sık duyduğumuz;

Bekçilik yapabilen, aynı insanlar gibi koşup zıplayıp spor yapabilen, ameliyatlara yardımcı olarak girebilen ve daha nice becerilere sahip robotlar…

Bir de daha yeni duyurulan;

Felç hastalarını iyileştirebileceği öne sürülen, yabancı bir dili öğrenmeyi dakikalar içerisinde gerçekleştirebileceği söylenen beyin çipleri…

Daha neler var neler. Ne imkânlar, ne teknolojiler… Hem de her alanda. Yazmakla bitmez. Hepsi de göz ardı edilemeyecek seviyede faydalara ve kolaylıklara sahip.

Hâl böyle olunca;

Teknoloji artık hayatımızın kopmaz bir parçası oldu demek de mümkün. Çünkü her ne kadar en uç noktadaki teknik gelişmeler, toplum kullanımına henüz verilmese de; günlük yaşayışımızda kullanımımızın mümkün olduğu teknolojilere ziyâdesiyle alıştık.

«Alıştık» demişken tam bu noktada biraz tefekkür ile idrakleri de harekete geçirmek lâzım.

Zira;

Her şeyi iki taraflı düşünmeliyiz. Faydasıyla ve zararıyla. Artısıyla ve eksisiyle.

Bu mânâda;

Bir hususun alışkanlık hâline gelmesi; acemîliği ortadan kaldırmak, rahatça ve kolayca yapabilmek için faydalıdır. Fakat bir diğer yönüyle, artık o mevzuda; düşünme, tahlil etme ve değerlendirme merhalelerini de terk etme potansiyeli taşır. Yani yerine göre, meselelerde hızlı ve ustalıkla hareket edebilmek adına; bir kazanç ve olması gerekli. Ancak yerine göre ise, duyarsızlaştırabilme tehlikesine de sahip.

Şöyle ki; ilk defa karşılaştığımız bir meselede hareket etmeden önce bir dururuz. Akabinde düşünürüz. Ne yapmamız gerektiğini plânlarız. Nasıl yapacağımıza karar verir ondan sonra faaliyete geçeriz. Fakat alıştığımız bir mevzuda tam olarak böyle davranmayabiliriz. Çünkü artık biliyoruzdur ve direkt harekete geçebilme kabiliyetine sahibizdir. Bu sayede de fazla düşünmeye mahal kalmaz. Fakat bazen de bu bilmenin verdiği cesaretle tedbirsiz kalabiliriz.

Meselâ;

Araba kullanmayı henüz yeni öğrenmiş biri… Herhangi bir yanlış yapmamak için vitesi kontrol eder. Pedalları kontrol eder. Oturuşunu, ayaklarının pedallar üzerinde yerleşimini vs. hepsini evvelâ tetkik eder. Sonra arabayı îtinâ ile çalıştırır. Her hareketini de yine düşünerek ve kontrollü bir şekilde gerçekleştirir.

Ancak alışkanlık kazanmış biri, bu merhalelerin hepsini atlar. Artık alışmıştır ve zaten kendiliğinden yapıverir. Esasında faydalı olan, budur. Acemîliği atıp usta olabilmek için de gereklidir. Kişiyi tereddüt etmenin yol açacağı sıkıntılardan da kurtarmış olur. Lâkin; emniyet kemeri takmama gibi bir rahatlığa sevk ettiği noktada, sıkıntı. Veya «nasıl olsa biliyorum» mantığıyla hareket ettirip, bazı gözden geçirilmesi ve kontrol edilmesi gereken noktaları ihmal gibi bir duyarsızlığa düşürdüğü anda, büyük zarar. Zira pek çok trafik kazası hep bu yüzden olmuyor mu?

Teknoloji bahsinde de aynı böyle. Nitekim;

Dünyamız, teknolojiyle birlikte sanallaşan ve dijitalleşen bir dünyaya döndü. Her işimizi artık sanal ortamlarda halledebiliyoruz. Mektup yazıp postahâneye gidip göndermek yerine; mail ve mesajlaşma uygulamalarını kullanabiliyoruz. Okumak istediğimiz kitabı sürekli yanımızda taşımak yerine; PDF formatında kaydedip telefon, bilgisayar ve tabletlerimizde okuyabiliyoruz. Veya EPUB denilen e-kitap plâtformlarını kullanabiliyoruz. Alışverişlerde yanımızda hep nakit para bulundurmak yerine; banka/kredi kartlarımızı kullanabiliyoruz. Birine para gönderirken; fizikî olarak hiç dokunmadan, hiç görmeden sadece saniyeler içerisinde banka hesabımızdan sanal olarak gönderim yapabiliyoruz. Bu listenin uzayıp gitmesi mümkün. Zira en başta da ifade edildiği üzere dijital imkânların getirdiği kolaylıklar sayısız.

Bu durumda, bütün bunlara alışmak; daha rahat kullanabilmek, yeni teknolojiler üretebilmek, üretilenlere hızlıca adapte olabilmek, kolaylıklarından istifade edebilmek açısından faydalı.

Fakat;

Bu alışkanlığın neticesi olarak; bazı hassâsiyetlere duyarsızlaşıp da olabilecek tehlikeler göz ardı edildiğinde, korkunç tablolarla karşı karşıya kalmak, maalesef kaçınılmazlaşıyor.

Dolayısıyla bizim endişesini taşımamız gereken noktalar da var. Bütün bu rahatlıklardan mahrum kalmamak için elbette ki teknolojiyi kullanacağız. Fakat sormalıyız:

Kullana kullana alıştığımız sanallığın neticesinde; dumûra uğrayan hasletlerimiz oluyor mu? Unutulmaya yüz tutan güzelliklerimiz var mı? Veya mânevî süzgeç mesâbesindeki değerlerimizde zaaf gösteriyor muyuz? Bu alışkanlıkların faydalarının yanı sıra tehlikeli neticelerinin de farkında mıyız?

Duyarsız ve gamsız bir tavırla bu sorulara;

«Ne olabilir ki en fazla?» diye cevap verilebilir. Ama sanal dünyanın îtiyâdıyla her yeni teknolojiyi süzgeçten geçirmeden kabul eder ve kullanırsak; cellâdına âşık mahkûmdan bir farkımız kalmaz.

Çünkü;

Her ne kadar geliştirilmiş ve donanım kazandırılmış olursa olsun, hiçbir teknik; bir şuura, duygu mekanizmasına, mâneviyâta, rûha, ahlâka veya insânî münasebetlerdeki hassâsiyetlere zinhar sahip olamaz. Hâl böyle olunca; böylesi teknik ve teknolojik gelişmeler karşısında körü körüne duyarsızca hareket edersek, neticesinde; duygularımız, insanlığımız ve ahlâkımız körelir. Hissizleşip sanal gerçekliklerin müptelâsı oluruz.

Hattâ bu hakikatin pek çok acı örnekleri mevcut. Meselâ;

Anne-babasının hâlini hatırını bir kere bile sormayan, üzgün veya canları sıkkın olduğunda hiç umursamayan çocuklar var. Ama aynı çocuklar; bir bilgisayar oyununun başında saatlerce vakit geçirip oyundaki karakteri can veya puan kaybedince üzülüyor, öfkeleniyor ve telâfisi için canhıraş bir şekilde çabalıyorlar.

Sosyal medya plâtformlarında duyar yüklü cümleler paylaşıp gerçek hayatta tam tersi duyarsız yaşayan kimselerin varlığı da bir gerçek değil mi? Maalesef gerçek.

Aynı şekilde;

Sayısız sanal dostlara sahip olan ama bir ihtiyacı olsa o nice dostunun (!) hiçbirinin yardıma koşmadığı kimselerin varlığı da bir gerçek.

Yüzlerce hattâ binlerce takipçi sayısına ulaşan ama bir derdi olsa kimse tarafından dinlenmeyen kimselerin varlığı da bir gerçek.

Yüklediği her fotoğrafından sonra yorum ve beğeni yağmuruna tutulan ama gerçek hayatta başı sıkışsa yanında kimseyi bulamayanların varlığı da bir gerçek.

Veya sanal âlemde etrafı çok kalabalık olan ama telefonunun interneti bitse yalnızlıklar içerisinde kalmaya mahkûm olan insanların varlığı da çok ama çok acı başka bir gerçek.

İşte ne yazık ki;

Bütün bunlar ve dahası, hep teknolojiye olan alışılmışlığın aşırı dereceye ulaşmasından ve dikkat edilmeye edilmeye hassâsiyetlerin kaybolmasından kaynaklı.

Öte yandan Cenâb-ı Hak da şu âyet-i kerîmede âdeta ters mânâdaki bu alışkanlıkların yanlış yollara düşürebilme tehlikesini ifade buyuruyor:

“…Allâh’ın âyetlerinin inkâr edildiğini yahut onların alaya alındığını işittiğiniz zaman, onlar başka bir söze geçmedikçe kendileriyle beraber oturmayın.

Aksi takdirde şüphesiz siz de onlar gibi olursunuz.

Allah elbette münafıkların ve kâfirlerin tamamını cehennemde bir araya getirecektir.” (en-Nisâ, 140)

Yani şöyle ki;

Oturmaya devam etmek zaman içerisinde bir alışkanlık kazandıracaktır. Âyette bu hâlin neticesinin «onlar gibi olursunuz» olarak ifade edilmesi de; bu tarz bir alışkanlığın, nelere yol açabileceğini gösteriyor. Zira bu çerçevedeki bir alışma, kişinin mukaddes değerlere yönelik hassâsiyetlerini zaafa uğratır. Kişi, zaman içerisinde etkilenmemeye başlar. Nihayetinde de onlar gibi olur.

Ayrıca âyetin devamında;

“Allah elbette münâfıkların ve kâfirlerin tamamını cehennemde bir araya getirecek” diye ifade buyurulması da, öyle kimselerin asla cezasız kalmayacaklarını göstermiş oluyor.

Hâsılı;

Teknoloji geliştikçe biz de bu tekniklere alışıyoruz. Ancak bu alışkanlık durumu bizim basîretimizi asla bağlamamalı. Bizi duyarsızlaştırmamalı. Sahip olduğumuz güzel hasletleri kaybetmek pahasına körü körüne bir alışkanlık olmamalı.

Aksi takdirde;

Sanal bir denizde gerçekten boğuluruz!

Boğulmamak için de yapmamız gereken, ne kadar alışırsak alışalım:

Gerçek dünyayı asla sanal dünyaya değişmemek!