En Güzel Beraberlik; DOSTLUK

B. Cahit ÖZDEMİR bcahit@hotmail.com

Hazret-i Âdem -aleyhisselâm-’dan sonra, beşeriyet; esas olarak Hâbil ve Kābil’in açtığı iki mecrâdan, «hak ve bâtıl» olarak vasfedilen birbirinden bâriz hususiyetlerle ayrılmış iki hat üzerinden devam etmiştir. Bu, «hak» safında olanların, firâset noksanlığı ile, bâtıl safına meyletmeleri hususunda; Kur’ân-ı Kerim’de şöyle îkaz buyurulur:

“Dinlerine uymadıkça yahudiler de hıristiyanlar da asla senden râzı olmayacaklardır…” (el-Bakara, 120)

İnsanlar arasında kurulan beraberlik, keyfiyet bakından muhtelif derecelerde tezâhür edebilir. Bu cümleden olarak; Hazret-i Ali -kerramallâhü vechehû-, dostlukları şöyle tasnif buyurur:

“Dost, dostun dostu, düşmanın düşmanı.”

Dostlar arasındaki bağın kuvveti, dostluğun kurulduğu temel ve insanların hasletleriyle yakından alâkalıdır. Sevgi, hasbîlik ve vefâ; uzun ömürlü ve sağlam bir dostluğun en önemli unsurlarındandır. Âlemlere Rahmet Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, bu gereklilik hususunda;

“Canım kudret elinde olan Allâh’a yemin ederim ki;

•Sizler îmân etmedikçe cennete giremezsiniz.

•Birbirinizi sevmedikçe de (tam) îmân etmiş olmazsınız.
Yaptığınız takdirde, birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi?

➢Aranızda selâmı yayınız.” (Müslim, Îmân, 93-94) buyurur.

Kezâ başka bir hadîs-i şerifte de bu beraberliğin sağlamlığına yönelik olarak şöyle buyurulur:

“Mü’min, mü’minin (din) kardeşidir. Ona zulmetmez, onu düşman eline vermez (korur).” (Buhârî, Mezâlim, 3, İkrah, 7)

Dostluk bağı öylesine kuvvetlidir ki; kendisinin olmadığı yerde, dostu onun vekilidir. Gönül, dosta karşı çok hassastır. Düşmanın attığı taştan ziyade, dostun attığı gülden incinir.

İnişli yokuşlu dünya hayatında, dostluk; sığınılacak güvenli bir limandır. Öyle ki; halk arasında «âhiretlik» olarak vasfedilen samimiyet derecesi, denenmiş dostluklardan sonra varılan âhirette de beraberlik arzusuna izâfetendir.

Hem dünya hem de âhiret saâdetini kazanmaya bir vesile olması hasebiyle, beraberliğin keyfiyeti büyük önem arz eder. Atalar sözünde;

“Üzüm üzüme baka baka kararır.” denilir. Bu cümleden olarak; fertlerin şahsî hususiyetleri de, birbirlerine sirâyet eder. Nitekim, bu «hâl» alışverişi sebebiyle, Kur’ân-ı Kerim’de;

“Ey îmân edenler; Allah’tan korkun ve sâdıklarla beraber olun.” (et-Tevbe, 119) buyurulur.

Fertler, kimlerle beraberlerse, onların boyasıyla boyanırlar. Nitekim bu hususta Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz;

“Kişi dostunun dîni üzeredir. Öyleyse her biriniz, kiminle dostluk kuracağına dikkat etsin.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 19) diye îkaz buyurur.

Allah Teâlâ; nefsâniyetin önünü açmak isteyen mâhut bir fırkanın iddiasında olduğu gibi, kâinâtı yaratıp, başıboş bırakmamıştır. Bilâkis, bütün mevcûdâtın sahibi olarak, ezelden-ebede yüce Zât’ı ile kāimdir. Nitekim, Kur’ân-ı Kerim’de bu ihâta şöyle ifade buyurulur:

“… Ne yerde ne de gökte, zerre miktarı bir şey bile Rabbinin bilgisi dışında kalmaz…”(Yûnus, 61)

Bu münasebetle, her an kulu ile beraber (el-Hadîd, 4) ve ona şahdamarından daha yakındır (Kāf, 16) Anadolu’muzun gönül sultanlarından Yûnus Emre’nin terennümüyle; «Gönül Çalap’ın tahtı»dır. Hakk’ın rızâsı gözetilerek kurulan dostluklar, Hakk’ın dostluğuna çıkarır. Bu son merhaleyi, Fudayl bin İyaz Hazretleri;

“Dost istersen Allah yeter.” diye ifade buyuruyor. Allâh’ın dostları için;

“Dünya hayatında da âhirette de müjde” vardır. (Bkz. Yûnus, 64)

Eşref-i mahlûkat olarak yaratılan insan, en güzel muameleye lâyıktır. Edipler, bu ilâhî sanat hârikasını, asırlardır öve öve bitirememişlerdir. Bunlardan biri olan Gālib Dede, bu hikmetler dîvânını;

Hoşça bak zâtına kim, zübde-i âlemsin sen;
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen.

diye vasfetmiştir. Tasavvuf mektebi de Hakk’a hürmeten gönüle tâzimi, hem incitmemeyi hem de incinmemeyi tâlim eder.

Dost; dünyada da, âhirette de her derde devâdır.

“Sâmi Efendi -kuddîse sirruhû- Hazretleri, hesap gününün hâlini sık sık (hulâsa olarak) şöyle anlatırdı:

Hesap gününde günahları bir hayli çok olan bir oğul babasına gelerek, günahlarının bir kısmını almasını ister. Baba o sevâba kendisinin daha çok muhtaç olduğunu söyleyerek râzı olmaz. Hâlbuki o baba, oğlunun hayatta iken her ihtiyacını görmüştü. Fakat hesap gününün şiddeti ânında, herkes kendi derdinin telâşına düşecektir. Allah Teâlâ, Kur’ân-ı Kerim’de;

«O gün, insan kardeşinden ve ana evlâdından kaçar.» (Bkz. Abese, 34-35-36) buyurmaktadır. O genç, hayatta iken bir mânevî kardeşinin olduğunu hatırlayarak ondan yardım istiyor. O genç de cevâben;

«–Kardeşim, sen ne kadar istersen benim sevaplarımdan al.» diyor. Allah için mânevî kardeşleri çoğaltmaya çalışmalıdır…” (Sâdık Dânâ: Altınoluk Sohbetleri-2, s. 82-83)

Dünyanın en muhteşem nimeti, beraberliklerin en güzeli dostluktur. Anadolu irfânı;

“Bin dost az; bir düşman çok.” sözünü söylemiştir.

Fazîlet odur ki; insan başkalarının kusurunu değil, kendi kusurunu araştırmalıdır. Nitekim Mevlânâ Hazretleri;

“Kusur arayan, dostsuz kalır.” buyurur.

Gönül ehlinden Câfer-i Sâdık -kuddîse sirruhû- Hazretleri, dostun gönlünü yıkmamanın yolunu şöyle ifade buyurur:

“Bir mü’min kardeşine ait, hoş olmayan bir şey duyarsan, onun için birden yetmişe kadar mâzeret kapısı araştır. Bulamazsan;

«Belki benim bilmediğim veya anlayamadığım bir mâzereti vardır.» de, sonra da meseleyi kapat.”

Hem dünya hem de âhiret saâdeti, Hakk’ın rızâsı gözetilerek kurulan dostluklarla mümkündür.