BENİM SÂDIK YÂRİM KARA TOPRAKTIR…

Dr. Halis Ç. DEMİRCAN cetindemircan2@hotmail.com.tr

Üniversite yıllarıydı; bir grup arkadaş okul gezisi için Erzurum’a gelmiştik, bol bol geziyorduk. O gün de bayağı dolaşmış akşamı etmiştik. Ben çok fotoğraf çektiğim için biraz arkada kalmıştım. Bir binanın önünden geçerken açık olan kapıdan gelen sesler ilgimi çekti.

Kapının önünde durup dinlemeye başladım:

Dost dost diye nicelerine sarıldım,
Benim sâdık yârim kara topraktır…
Beyhûde dolandım, boşa yoruldum,
Benim sâdık yârim kara topraktır…

Burası bir çayeviydi ve içeride Âşık Veysel’in bir şiiri okunuyordu.

Kapıdan içeri baktığımda karşılıklı iki kişinin tahta sandalyelerde oturduklarını ve karşılıklı birbirlerine şiir okuduklarını, içerideki diğer kişilerin hasır taburelerde onları dinlediklerini gördüm.

O sırada beni gören yaşlı bir amca beni içeri davet etti:

“–Gelsene evlâdım, gel otur bir çayımızı iç!”

İçeri girip hasır tabureye oturdum; hemen bana da demli bir çay geldi, tabiî yanında Erzurum’a mahsus kıtlama şekeriyle…

Büyük bir keyifle şiirleri dinliyor, bir taraftan da burada ne yapıldığını anlamaya çalışıyordum.

Yaşlı amca benim şaşkın durumumu görünce, taburesini benimkinin yanına çekip bana anlatmaya başladı:

“–Bak evlâdım, âşıklar arasında müsabaka şeklinde yapılan şiirleşmeye atışma denilir. İsminden de anlaşılacağı gibi atışmada iki âşık bir konuda karşılıklı şiir söylerler.

Âşık karşılaşmaları; hoşlama, hatırlama, tekellüm gibi merhalelerden meydana gelir. Tekellüm sekiz gruba ayrılır: Ayak açma, öğütleme, bağlama, muammâ, sicilleme, yalanlama, taşlama veya takılma, tütekmece, uğurlama…

Hatırlamada âşıklar kendilerinden önce yaşayan üstad âşıkların şiirlerini hatırlatırlar. Meselâ şimdi Âşık Veysel yâd ediliyor…”

Şairler arasında şiirleşme devam ediyor, yaşlı amca da bir taraftan yavaş bir sesle kulağıma anlatıyordu:

“–Meselâ Âşık, ilk dörtlükte; kendisine pek çok dost edinse de topraktan başka gerçek dost bulamadığından yakınıyor. Dost arayışı sonunda «beyhûde dolandığını» ve «boş yere yorulduğunu» yani dünyanın fânî olduğu gerçeğiyle karşılaştığını anlatıyor.

Her şeyin boş olduğu bu dünyada ona sâdık olan tek dostun; hayatı boyunca ihtiyaçlarını karşılıksız veren kara toprak olduğunu, bununla birlikte toprağın, onu asıl dosta yani «Allâh’a» ulaştıracak bir vasıta olduğunu mecaz olarak bize anlatıyor.

Tasavvuf anlayışında toprak aynı zamanda tevâzuun da sembolüdür evlât.

Zira toprak, üzerinde her türlü varlık gezdiği hâlde hiçbir şikâyette bulunmaz. Veysel; mürîdin de her hâliyle toprak gibi olması gerektiğini, kendisine kötü söz ve davranışlar yapılsa bile onun iyilik ve tevâzu ile karşılık vermesi gerektiğini bize hatırlatıyor.”

Âşıklardan biri bir dörtlük söylüyor diğeri bir dörtlük söylüyordu:

Âdem’den bu deme neslim getirdi,
Bana türlü türlü meyve yetirdi,
Her gün beni tepesinde götürdü;
Benim sâdık yârim kara topraktır…

“–Meselâ bu dörtlükte Âşık Veysel, insanoğlunun tasavvufî yolculuğunu anlatıyor. Allâh’ın ona sunduğu bütün nimetleri görüp ilk insandan «bu dem»e gelinceye kadar insanın hayatını sürdürebilmesi için her türlü meyveyi toprak aracılığıyla bahşettiğini ifade ediyor. İlâhî nûrun tecellî ettiği ve eşref-i mahlûkat olan insanı, toprağın da başının üstünde her dâim taşımakta olduğunu ifade ediyor.”

Hakikat ararsan açık bir nokta,
Allah kula yakın kul da Allâh’a,
Hakk’ın hazinesi gizli, toprakta;
Benim sâdık yârim kara topraktır…

“–Bu dörtlükte ise Âşık, hakikatin bir «nokta»dan ibaret olduğunu söylüyor.

Tasavvufta nokta bahsi, önemli mevzular arasındadır evlât!

Nokta, insanı mutlak gerçeğe ulaştıran bir ilim olarak ilm-i ledün ile yakından alâkalıdır.

Veysel; «Allah kula yakın» derken hem noktaya hem de Kāf Sûresi’nin;

«Andolsun, insanı Biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve Biz ona şahdamarından daha yakınız.» 16’ncı âyetine gönderme yapıyor.”

Gece böyle devam etti ve âşık atışmasının bütün örneklerini o gece dinlemiş oldum. Saat iyice ilerlemiş neredeyse sabah olmuştu ama, ben nasıl sabah olduğunu bile anlamamıştım.

Oradan ayrılıp arkadaşlarımla kaldığımız otele geldiğimde arkadaşlarımın kahvaltı ettiklerini gördüm, hiç de merak etmiş gibi görünmüyorlardı, beni görünce şaşırdılar;

“–Sen nerelerdeydin?” diye sorunca;

«Şimdi mi aklınıza geldi?!.» der gibi sitem ederek, biraz da acı gülümseyerek Âşık Veysel’in o mısralarını okuyuverdim:

Dost dost diye nicelerine sarıldım,
Benim sâdık yârim kara topraktır…
Beyhûde dolandım, boşa yoruldum,
Benim sâdık yârim kara topraktır…

Sonra da o güzel geceyi, neleri kaçırdıklarını ve yaşlı amcanın bana anlattıklarını onlarla paylaştım.

Evet dostlar, yazımızı Âşık Veysel’in şu mısralarıyla bitirelim:

Her kim olursa bu sırra mazhar,
Dünyaya bırakır ölmez bir eser,
Gün gelir Veysel’i bağrına basar;
Benim sâdık yârim kara topraktır…

Kalın sağlıcakla.