AHLÂKIYLA TEBLİĞ EDENLER

Haşim AKIN hasimakin42@hotmail.com

Nasıl başlasam bilmiyorum… Hayatım benim için önemli… Herkesin yaşadığı hayat kendisi için özeldir. Ancak belki benim hayatımdan da ders olarak alınabilecek bazı noktalar çıkar. İsmim Yûsuf…

Burkina Faso’nun bir köyünde doğmuşum. Babam biz daha küçükken şehre geldi. Köyümüzde çok az tarlamız vardı. Bunları ekerek sadece karnımızı doyururduk. Yağmur mevsiminde, ekeceğimiz tarlaların hepsini ellerimizle çapalardık. Ben 5-6 yaşlarından sonra çok tarla çapaladım. Traktör olmadığı gibi, tarlaları sürmek için sığır bile herkeste bulunmazdı. Köyde tarlasını sığırla sürüp ekebilen birisi bayağı zengin sayılırdı.

Tarla az, iş çok, ürün kıt… Bir de bundan putlar için verilecek kurbanlar var… Karnımız yarı açtı yani… Babam da köyün diğer kişileri gibi putlara tapan bir adamdı. Keşke daha erken ölmeseydi, belki o da müslüman olurdu. Onun genç ve dinç olduğu dönemde ona İslâm’ı anlatan birileri olsaydı, onun da İslâm dînini kabul edeceğini tahmin ederim. Ama şimdi yapabileceğim bir şey yok. Önceleri babam için duâ ederdim. Sonra bunun Hazret-i İbrahim Peygamber -aleyhisselâm-’a bile yasaklandığını öğrendim. Şimdi ona duâ da edemiyorum.

Köyde hayat çok zordu… En önemlisi de ahlâkî yozlaşmaydı. Şimdi sizlere anlatmaktan çekineceğim ve yüzümün kızaracağı işler olurdu.

“Putlar böyle dedi…” diye başladı mı bir cümle, itirazı yoktu. Putların ne dediğinin ve ne diyeceğinin bir yazılı kaynağı yoktu ki… Her gelene ayrı bir şey diyebilirdi. Yani kim; aklından neyi geçirirse, hangi zulmü ve ahlâksızlığı yapmak isterse buna bir kılıf bulurdu. “Tanrılar böyle istedi(!)”

Babam buna dayanamadı ve şehre geldik. Elbette çok zor zamanlarımız geçti. Ben bir araba tamir atölyesinde iş buldum. Biz ülkemizde buraya garaj diyoruz. Orada çalışan 7-8 kadar arkadaşım vardı. Ben köyden bazı şeylere alışığım. Hele yaşı benden büyük olanların, büyüklere saygı olsun diye isteyemeyecekleri yoktu… Burada da buna hazırım. Ama aynı garajda çalışan üç iş arkadaşım yani abim var. Onların yaşları benden büyük ama onların her şeyi çok farklıydı.

Güzel bir şey yaptığımda bunu takdir ettiler. Hata yaptığımda doğrusunu anlattılar. Bana hiç vurmadılar. Hiç sövdüklerini veya hakaret ettiklerini de hatırlamam. Diğerleri öyle değildi. Onlar da bizim köyün halkı gibi değildi ama, bu üç kişiye de asla benzemezdi.

Bu durum benim çok dikkatimi çekti. Niçin böyle olduklarını anlayamadım. Birkaç gün sonra bunu babama anlattım. Onun da bu konuda bir fikri yoktu. O da hayret etti. En önemlisi de sebebini merak ediyordum. «Bu ahlâkın sebebi neydi?» onu bilmek istiyordum. Onlara kim söylemişti böyle olmalarını? Bu şekilde yaşayarak ve davranarak ne kazanıyorlardı?

Birkaç hafta sonra onların gün içinde bazen 10-15 dakikalık sürelerle kaybolduklarını fark ettim. Üçü de aynı anda yok oluyordu. Merakım gittikçe daha da arttı. Çünkü bilemediğim bir şeyi, en kolay onlara soruyordum. Bunu evde babama anlattım. O da buna bir mânâ veremedi. Ertesi gün gene kaybolmuşlardı. Diğer bir arkadaşıma nereye gittiklerini sordum;

“–Namaza gittiler!” diye cevap verdi. Bu kelimeyi ilk kez duydum.

Eve gidince babama sordum:

“–Namaza gitmek nedir?” Babam da hiç duymamış namaz kelimesini… Bunu öğrenmenin tek yolu, kendilerine sormaktı. Ertesi gün kendilerine sordum. Çünkü başka bilen yoktu bunu;

“–Biz müslümanız. Namaz kılmak için yan sokaktaki mescide gidiyoruz.” dediler. Şimdi yeni bir kelime daha duymuştum.

Bu müslüman olduğunu söyleyen arkadaşlarımı çok sevsem de daha fazla şey de soramadım. Babamın bunu bileceğini düşünerek akşamı beklemeye karar verdim. İşime koyuldum. Biraz fazla beraber olup konuşsak, işimize bakmamız için patron hemen uyarıyordu. Gerçi onlar, her zaman işlerini daha güzel yapıyordu. Asla kaytarmazlardı. Bunun için patron onlara ayrı bir değer veriyordu.

Akşam evde babama;

“–Müslüman olmak nedir?” diye sordum. O da bu konuda çok şey bilmiyordu. Aklımı kurcalayan bu mevzuda daha çok bilgi almak için, başka mahallede oturan ve daha önce şehre gelip ticarete başlamış bir köylümüze gittik. O bize müslümanların işlediği birçok terör olayından bahsetti. Hattâ 2016 yılı Ocak ayında Burkina Faso’nun başkentinde yapılan terör saldırısını anlattı. Bunu müslümanların yaptığını söyledi. Buna benzer daha başka şeyler de anlatmıştı. Biz bu işten çok korktuk. Ben işyerinde tanıdığım müslümanlardan bahsettim. Onların asla böyle bir şey yapamayacaklarını söyledim;

“–Sen bu işlerden anlamazsın. Sus ve onlardan uzak dur! Ne zaman ne yapacakları belli olmaz!” diyerek mevzuyu kapattılar.

Ben bu yaşadıklarımdan çok etkilenmiştim. Bu insanların söylendiği gibi ikiyüzlü olabileceklerine ihtimal veremedim. Ama onların işlediği birçok da terör saldırısı da varmış… İşyerinde bazen radyo çalardı. Fransızcam biraz daha geliştikçe haberleri de dinler olmuştum. Gerçekten haberlerde de buna benzer şeyler söylüyordu. O şekilde haberler çıkınca; müslüman arkadaşlar bundan çok rahatsız oluyor, kızarak radyoyu kapatıyorlardı. Bir gün dayanamayıp, niçin haberleri kapattıklarını sordum. Diğerleri olsa asla soramazdım. Onlar böyle bir şeye izin vermezdi. Ama müslüman olanların iyi niyetinden yararlandım.

Bana; müslüman olduklarını, İslâm dîninin barış ve huzuru yerleştirmek için geldiğini, bırakın bir insana bir hayvana bile işkence yapmayı yasakladığını anlattılar. Bu haberlerin kasıtlı olarak ve müslümanları kötü göstermek için üretildiğini söylediler. Benim kafam tamamen allak bullak olmuştu.

Evimiz, elektriği bile olmayan uzak bir kenar mahalledeydi. Akşam eve vardığımda, bunları babama anlatmaya karar verdim. Ama eve vardığımda babamı hasta yatarken buldum. Birden hastalanmış… Evde yapılan bazı ilâçlarla ateşini düşürmeye çalıştık. Ama sabaha kadar başında beklesek de durum çok iyi değildi. Bizim ülkemizde büyük hastahâneler ve oradaki her şey paralıdır. Korkarak hastahâneye gittik. Çünkü babamı tedavi ettirmek için paramız yoktu. Tabiî ben o gün işe de gidemedim.

Babamın birkaç gün hastahânede kalması gerekiyordu. Hastahânede yatak olmadığı için, babam koridorda betonun üzerinde üç gün yattı. İşyerine telefonla durumu bildirdim. Üç gün sonra varınca herkes niçin gelemediğimi merak etmişti. Babamın durumunu ve hastahâne maceramızı anlattım. Müslüman olan arkadaşlarım bana o gün aldıkları haftalık harçlıkların birazını verdiler. Çok şaşırdım. Çünkü onların evleri ve çocukları vardı. Bunu bana verdiklerinde kendileri ne yiyecekti? Ama beni almaya zorladılar. Mecburen alıp teşekkür ettim.

Babamı eve getirdik. Beş gün sonra da öldü. Evimize yakın bir mezarlığa gömdük. Öğrendim ki burada her dîne ait özel mezarlık yokmuş. Herkes karışık defnedilirmiş. Babama yakın yere başka birisini gömdüler. Öğrendim ki onlar müslümanmış. Biz putlara tapardık. Ama şehirdeki putperestlerden bizim cenazemize kimse gelmedi. Birkaç köylü ve akraba… Bu müslümanın cenazesindeki herkes onların akrabası olamazdı. Ölen müslüman olduğu için, birçok kimse onun cenazesine katılmıştı. Ben İslâm dîni hakkında bir işaret daha almış oldum.

Birkaç gün sonra işe döndüm. Artık omzumdaki yük daha da ağır olmuştu. Beni ilk karşılayan, müslüman olan arkadaşlarım oldu. Onların parayı isteyeceklerini sandım. Bana sarıldılar ve başsağlığı dilediler. Sonra da işimize baktık. İş yerinde daha çok konuşamıyorduk. Bunun için bir pazar günü onlarla buluşmaya karar verdik. Bir cami bahçesinde buluşmak için anlaştık. Ben ilk kez bir camiye girecektim. Bu sebeple çok korkuyordum. Orada eli silâhlı teröristleri göreceğimi sanıyordum. Ama yanıldığımı itiraf etmeliyim… Bir gölgelik bulup oturduk.

Bana İslâm dînini anlattılar. Gerçi onların bir şey anlatmalarına gerek yoktu. Onların hayatı ve ahlâkı bana çok şey anlatmıştı. O gün müslüman olmaya karar verdim. Onlara ne yapmam gerektiğini sordum. İkindi namazında daha büyük bir camiye gideceğimizi söylediler. Beraberce motorlara binip gittik. Bizim burada motor veya bisiklet vardır. Şehir içinde biz böyle yol alırız.

İçinde öğrencilerin de olduğu büyük bir camiye gittik. Bana bir köşede beklememi söylediler. Onlar önce namaz kıldı. Bir namazı ilk kez bu kadar yakından izledim. Aynı anda secdeye varmaları bana çok etkileyici geldi. Namazdan sonra beni ön tarafa çağırdılar. Kalabalık bana bakıyordu. Ben, müslüman olmaya niyetlenmiştim. Ama bu kadar insanın dikkatini çekecek çok önemli bir iş yaptığımın da farkında değildim.

Bana öğretildiği gibi kelime-i şahâdeti getirdim. Camideki çocuklar beni sırasıyla kucakladılar. Aman Allâh’ım! Ben bu kadar değerli birisi miyim? Aralarında para toplayıp onu da bana verdiler. Neredeyse bir aylık kazancımdan daha fazlasını cebime koydular.

Onların çok merak ettiği bir konu varmış:

“–Niçin müslüman olmayı seçtim?” Ben de yanımdaki arkadaşlarımı gösterdim.

“–Onlar bana İslâm’ın yaşayan örnekleri oldular. Beni İslâm’a, tanıştığımız ilk günden itibaren davet ettiler. İslâm’ın aleyhinde çok konuşan oldu. Ama onlar konuşmadı. Onlar örnek müslüman ahlâkını bana göstererek kendi dinlerini savundular. Ben de onlar gibi aileme ve çevreme dînimin temsilcisi olmaya çalışacağım.”

İçlerinden birisi;

“–Tekbîr!” diye bağırdı. Diğerleri de biraz önce namazda çokça söyledikleri;

“–ALLÂHU EKBER!” cümlesini tekrar ettiler. Bu cümlenin; «Allah en büyüktür!» mânâsına geldiğini daha sonra öğrendim. Şimdi bir işyerinde dört kardeş çalışıyoruz. Hayatlarıyla bana İslâm’ı tebliğ eden kardeşlerime teşekkürler…