SAHTELİKLERDEN ARINMANIN YOLU

Yunus Sami EŞMELİ yunussamiesmeli@hotmail.com

Her insan fıtraten çeşitli hususiyetlere sahiptir. Şahsiyetinin inşâsı hep bu özelliklerin tesiri altında gerçekleşir.

Bunlardan biri de beğenilme arzusudur ve çok kuvvetlidir. Öyle ki insan, çoğu zaman bu arzusunun dürtüsünde hareket etmek sûretiyle, aldığı beğenilere göre şekillenebilir. Nitekim takdir edilmek, herkesin hoşuna gider.

Meselâ;

Daha konuşmasını dahî bilmeyen bir çocuk, şayet yapmasını istediğimiz güzel bir davranışı yerine getirdiyse, bunu sürekli yaptırabilmek adına beğendiğimizi ifade ederiz. «Aferin!» deriz, alkışlarız, tebrik ederiz veya hemen ufak bir hediye veririz.

Yaptığının neticesinde beğenildiğini gören çocuk da fıtraten duyduğu haz ile daha sonra o davranışını yineler. Aynı takdiri tekrar tekrar alabilmek için.

Bu husus belki çocukluk için sadece bu şekilde geçerli. Lâkin büyüdükçe farklı şekillerde tezâhür ediyor. Menfî yahut müsbet mânâda. Fakat illâ ki gerçekleşiyor. Bu yüzden kendimize şu soruyu her fırsatta sormalıyız:

“Kimin beğenisine göre şekilleniyoruz?”

Şayet;

Beğenilerinden yola çıkarak şahsiyetimize yön verdiğimiz, ahlâkımızı şekillendirdiğimiz ve hareketlerimizi düzenlediğimiz odak noktalarımız, sadece diğer insanlarsa; dikkat etmeliyiz. Çünkü böyle olduğu takdirde; «Falanla filân beğensin, şu şöyle bu da böyle yorum yapsın…» vs. tarzındaki düşüncelerle uğraşmaktan; sürekli şekil değiştiren bir vaziyete düşebiliriz.

Düşmemek için asla unutmamalıyız:

Biz, bizim gibi olan diğer yaratılmışları râzı etmek veya sürekli kendimizi onlara beğendirmek için yaratılmadık. Böyle şeytânî ve nefsânî bir tuzağa düşersek hâlimiz harap olur. Zira sadece diğer insanları memnun etmek için yaşanan bir hayat, kişiyi; ikiyüzlülük ve sahteliklerle dolu, hırslardan ve yalnızca rollerden ibaret bir hayatı yaşamaya mecbur bırakır.

Çünkü;

Pek çok farklı yapıda insan var. Farklı inançlara, farklı değerlere, farklı bakış açılarına ve farklı felsefelere sahip. Yahut farklı zevklere, farklı renklere, farklı keyiflere ve farklı boyalara sahip. Hattâ belki bu sıralamaları uzatmak da mümkün. Fakat herkese kendimizi beğendirme çabasına girip de bunu, farklı farklı yüzlere bürünmeden gerçekleştirmek asla mümkün değil.

Zaten hep bu sebeple hayat çarşısında;

İnstagram veya twitter gibi sosyal medya plâtformlarında başka, gerçek hayatta başka kişiler ve kişilikler mevcut. Sahtekâr sosyal maskeler rahatlıkla takılabiliyor. «Bu kadarına da pes doğrusu!» dediğimiz ölçüde samimiyetsizlik ve duygusuzluklara şâhit olabiliyoruz.

Kendisini, gerçek yaşantısında olduğundan farklı ve ulaşılamaz göstermeyi takıntı hâline getirenlerle karşı karşıya kalabiliyoruz.

Hiç huzurlu olmadığı hâlde; sırf like/beğeni almak uğruna, çok güzel bir manzaranın karşısına geçip, fotoğrafını çekip, üzerine de «huzur» yazarak paylaşmakla kendini tatmin etmeye çalışanları görebiliyoruz.

Aslında hiç eğlenmediği hâlde, bütün gün başkalarına kendisini hârikulâde eğleniyormuş gibi göstermekle meşgul olan niceleriyle muhatap olabiliyoruz.

Bütün bunlar, esasında mâsum bir hususiyetin; dengesiz, yanlış ve isabetsiz tavırlarla kullanılması neticesinde ortaya çıkan durumlar. Hepsi de ne yazık ki bir yönüyle insanı ikiyüzlülüğe alıştırıyor. Hâlbuki hadîs-i şerif gayet açık:

Kıyâmet gününde, Allah nazarında en kötü olanlardan bir kısmını da ikiyüzlülerin teşkil ettiğini göreceksiniz. Bunlar bazılarına bir yüzle, diğer bazılarına da başka bir yüzle giden insanlardır.”1

Hiçbirimiz Rabbimiz’in nazarında en kötü olanlardan olmak istemeyiz. Hâliyle Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in bu sözlerini hatırımızdan hiç çıkarmamamız lâzım. İkiyüzlülükten de ikiyüzlülüğe götüren her davranıştan da uzak durmalıyız. Ancak bunun için idrakimizde daima canlı tutmamız gereken hususlar var.

Nitekim;

Hayatımız boyunca karşılaşabileceğimiz insanlar bize sadece ulaşabildikleri kadar yakın olabilirler. Yani, meselâ sosyal medyadakiler; sadece bir gönderi kadar veya paylaşılan bir hikâye kadar yakın olabilirler. Etrafımızdaki insanlar da, sadece belli vakitlerde bizimle birlikte olabilirler.

Hâl böyle olunca;

Bir kimseye kendimizi beğendirmek istediğimizde, sadece birlikte olduğumuz vakit müddetince onun arzuladığı gibi davranarak istediğimizi elde edebiliriz. Yahut iki farklı kişiyi memnun etmek için, yine yalnızca belirli bir zaman zarfında istedikleri gibi hareket ederek pekâlâ bunu başarabiliriz. Lâkin bu şekilde tutarsızlık ve çok yüzlülükten ne kadar korunabiliriz ki?

Bu yüzden;

Allah Teâlâ’nın bize şahdamarımızdan bile daha yakın ve her an bizimle beraber olduğunu bilmekten öte, bu hakikati daima hissetmeliyiz. Âyet-i kerîmelerde de ifade ediliyor:

“…Biz ona (insana) şahdamarından daha yakınız.” (Kāf, 16)

“…Nerede olursanız olun; O, daima sizinle beraberdir…” (el-Hadîd, 4)

Bu hakikatler etrafında tam bir şuur seviyesine ulaştığımızda; daima bizimle beraber olan Rabbimiz’i hoşnut edebilmek için her ânımızı ona göre şekillendiririz. Hiçbir boşluk kalmayacağı için de bu durum, bizi ikiyüzlülük gibi pek çok yanlışa düşmekten her zaman muhafaza eder. Gerçek mânâda ihlâs ve samimiyete eriştirir. Yapmacık ve yalan yaşayışların müptelâsı olmaktan kendimizi korumamızı sağlar. Bütün sahteliklerden arındırır.

Öte yandan;

Yüce Allah «tek»tir. Dolayısıyla sadece tek olan bir iradenin rızâsını elde etmek maksadıyla yaşadığımızda; zaten yüzümüz de niyetlerimiz de samimiyetimiz de ahlâkımız da kendiliğinden tek bir noktada birleşiverir. Bu sayede istikamet üzere bir hayat yaşamaya da muvaffak oluruz.

Hâsılı; şu hâdise, bu mevzunun idrâki açısından ziyadesiyle câlib-i dikkat:

Âişe -radıyallâhu anhâ- bir yoksula yardım ettiği zaman, yoksulun hayır duâsına karşılık aynı dua ile mukabelede bulunurdu. Kendisine;

«–Hem mal veriyorsun hem de duâ ediyorsun, bu nasıl oluyor?» diye sorulduğunda şu cevabı vermiştir:

«–Onun yaptığı duânın, benim sadakamın karşılığı olmasından korkuyorum. Bana yaptığı duânın aynısını ona yapıyorum ki, sadakam hâlis olsun, böylece infâkımın mükâfâtını sadece Allah’tan beklemiş olayım.»”2

Bakınız;

Hazret-i Âişe bu tavrıyla aslında bir nevî, yaptıklarının sebebini gösteriyordu. O, mükâfâtını sadece Rabbinden bekleyerek; yalnız O’nun hoşnutluğuna ve rızâsına talipti. Böylelikle ihlâs ve samimiyetin de zirvesine erişebiliyordu.

Bu yüzden biz de;

Özümüzde, takdir edilme arzumuzu; en yüce yaratıcı olan Allah Teâlâ’ya yöneltmeliyiz! Kendimizi ve hâlimizi sadece Rabbimiz’e beğendirmek için uğraşmalıyız. Bütün hareketlerimizi;

“Yeter ki Rabbim beğensin ve râzı olsun.” diyerek yapmalıyız.

Çünkü unutmayalım ki, ancak budur:

Bütün sahteliklerden arınmanın yolu!

_______________________

1 Buhârî, Edeb, 52; Müslim, Fedâil, 199, (2526); Muvattâ, Kelâm, 21, (2, 991); Tirmizî, Birr, 78, (2026).

2 Necati YENİEL-Hüseyin KAYAPINAR, Sünen-i Ebû Dâvûd Terceme ve Şerhi, İst. 1988, VI, 304.