NAMAZINI BOZMADI!

Abdullah Mesud HIDIR mahidir@gmail.com

Büyük muhaddis Muhammed bin İsmail Buhârî, 20 Temmuz 810’da Buhâra’da doğdu. Buhârî, on yaşında hadis öğrenmeye başladı. Daha sonra devrin ilim merkezlerine giderek âlimlerle görüştü, ders halkalarına katıldı. En meşhur eseri olan el-Câmiʿu’s-Sahîh’te altı yüz bin hadîs-i şeriften eleyerek seçtiği yedi bin hadîs-i şerif bulunmaktadır. İmam Buhârî, Semerkant’a gitmek üzere çıktığı yolda hastalanarak 1 Eylül 870’te vefat etti. Kabri, Semerkant’tadır.

*

Ebûbekir Münîr’in belirttiğine göre Muhammed bin İsmail Buhârî bir gün namaz kılıyordu. Eşek arısı onu on yedi kere soktu ama o namazını kesmedi. Namazını bitirince;

“–Namazda beni rahatsız eden şey ne idi, bakın?” diye sordu.

Baktıklarında eşek arısının sokması sonucu vücudunun on yedi yerinde şişme oluştuğunu gördüler. (İbn-i Hacer el-Askalânî, Tehzibu’t-Tehzib, c. III, s. 509)

SULTAN’IN TERTİPLEDİĞİ YARIŞMA

Sultan I. Selim Han, 10 Ekim 1470’te Amasya’da doğdu. Dedesi Fatih’i ilk ve son kez çocukken İstanbul’da gördü. 1487’de Trabzon sancağına vazifelendirildi. Yirmi dört yıl bu vazifesini sürdürerek devlet tecrübesi kazandı. Sert mizâcı ve cesareti sebebiyle «Yavuz» lâkabını aldı. 1512’de tahta çıktıktan sonra İslâm birliğini sağladı. Hilâfet onun zamanında Osmanlı’ya geçti. Aynı zamanda mukaddes emânetleri İstanbul’a getirtmesi en mühim icraatlarındandır. Batıyla sulh politikası takip eden Yavuz Sultan Selim Han, bütün enerjisini doğuya ve Mısır yönüne harcadı. Sekiz sene süren saltanatı seferler ve zaferlerle geçti. Kemalpaşazâde Yavuz devrinin bu özelliğini şu teşbihle ifade eder:

Şems-i asr idi, asrda şemsün,
Zıllı memdûd olur zamânı kasîr.

“İkindi güneşinin zamanı kısadır. Fakat cisimlerin gölgesi o vakitte uzundur. Senin saltanatının güneşi de ikindi güneşi gibiydi. Müddeti kısa oldu ama tesiri asırlara yayıldı.”

Yavuz; dedesi Fatih gibi ilme, âlime, sanata ve sanatkâra âzamî ehemmiyet gösterirdi.

«Selîmî» mahlâsıyla yazdığı manzum eserler, aşk ve hikmet terennüm eden aynalardır.

Yavuz Sultan Selim Han, 22 Eylül 1520’de vefat etti. Kabri, Sultan Selim Camii hazîresindedir.

*

Yavuz Sultan Selim Han bir gün şair Vehbî’yi üzüp, yanından uzaklaştırır. Vehbî de gönlü kırık bir şekilde diyar diyar dolaşarak nihayet Van Müftüsü’ne varıp vaziyeti anlatır. Ondan yardım ister. Müftü şaire sahip çıkar, kâtip olarak vazifeye başlatır. Bir müddet sonra Sultan’ın aklına Vehbî gelir ve çağırılmasını emreder. Vezirler Vehbî’nin İstanbul’u terk ettiğini söylediyseler de Padişah dinlemez. Vezirler kara kara bir çözüm düşünürler. Nihayet vezirlerden biri Sultan’a şöyle bir teklifte bulunur:

“–Sultanım siz bir mısra yazın. Ardından bir yarışma düzenleyelim. Sizin mısranıza en uygun ikinci mısrayı yazan şairi mükâfatlandıracağımızı ilân edelim. Şüphesiz ki şairlerin; eli, dili, kalemi durmaz. Vehbî de dayanamayıp yarışmaya katılacaktır. O vakit onu buluruz.” Sultan bu teklifi beğenir. Sonra da şu mısrayı yazar:

Bütün dünya benim olsa gamım gitmez nedendir bu?

Hemen münâdîler çıkarılır ve Osmanlı Devleti’nin her köşesinde Sultan’ın başlattığı yarışma ilân edilir. Eli kalem tutan herkes Sultan’ın mısrâsına bir mısrâ ekleyip saraya gönderir. Van Müftüsü de bu yarışmaya katılmaya karar verir. Kendince bir şeyler yazdıktan sonra temize çekmesi için kâtibi Vehbî’ye verir. Vehbî mısraya bakar fakat beğenmez. Müftü’nün yanına giderek;

“–Şurası şöyle olsa nasıl olur? Şurasını da şöyle değiştirsek güzel olmaz mı?” derken ortaya şu mısrâ çıkar:

Ezelden gam türâbıyla yoğurulmuş bedendir bu.

Bu mısra saraya gönderilir. Padişah Van Müftüsü imzasıyla gelen beyti okuyunca mısranın Vehbî’ye ait olduğunu anlar. Müftüye cevâben yarışmayı kazandığını, mükâfâtın yola çıkarıldığını buna mukabil Vehbî’nin de İstanbul’a gönderilmesini ferman buyurur. Bu beyit de tarihe yadigâr kalır:

Bütün dünya benim olsa gamım gitmez nedendir bu?
Ezelden gam türâbıyla yoğurulmuş bedendir bu…

KOCAYINCA…

Dîvan şairi Zâtî, 1471 yılında Balıkesir’de dünyaya geldi. Asıl adının İvaz olduğu rivâyet edilir. Balıkesir’de baba mesleği olan çizmecilikle meşgul oldu. Neşeli, rind ve kalender meşrep bir tabiata sahipti. Kendinde fark ettiği şiir kabiliyetini geliştirmek üzere 1500 yılında İstanbul’a geldi. Farsçanın yanında sarf, nahiv öğrendi. II. Bâyezîd’in Vezîr-i Âzam’ı Ali Paşa ile tanışarak onun himayesinde devrin ulemâlarının sohbet meclislerinde bulundu. Bir müddet geçimini, aldığı câizelerle sağladı. Ali Paşa’nın şehid olmasıyla bahtı tersine döndü. Müreffeh günleri geride kaldı. Geçim sıkıntısına düştü. Bâyezid civarında bir dükkân açtı. Muska yazarak geçimini sağlamaya çalıştı. Aynı zamanda bir şiir mahfiline dönüşen bu dükkân, genç-yaşlı birçok şiir meraklısını ağırladı. Bu ziyaretçiler arasında Bâkî de vardı. Zâtî, Kasım 1546’da vefat etti. Kabri, Edirnekapı’dadır.

*

Zâtî bir hayli yaşlanmış, kocamıştı. Dükkânı Bâyezid Camii avlusunda, evi ise Fatih/Sarıgüzel (Sarıgürz) semtindeydi. Çamurda, karda-kışta dükkânına elinde bir asâ ile her gün yürüyerek giderdi. Âşık Çelebi, bir gün yolda rastladığı Zâtî’ye hüzünle baktı, yanına yaklaştı. Çok hâlsiz olan Zâtî kendi kendine bir şeyler mırıldanmaktaydı. Yaklaştı ve;

“–Bu ne hâl?” diye sordu. Zâtî, Âşık Çelebi’ye dönüp şu beyti okudu:

Yiğitlik cevherin elden yitürdüm hasretâ kânı
Egilüp ararum şimdi bulımam neylerüm ânı.

(Yard. Doç. Dr. Sadık ARMUTLU, Şuarâ Hocası Mâder-zâd bir şair: Zâtî, s. 87)

BAĞCI HATTAT

Hattat Mustafa Hâlim ÖZYAZICI, 14 Ocak 1898’de İstanbul/Haseki’de doğdu. İlk mektep ve rüşdiye tahsilini tamamladıktan sonra önce Sanayi-i Nefîse Mektebi’nde hâk ve resim bölümüne daha sonra da Medrestü’l Hattâtin’e kaydoldu. Hocası Hâmid AYTAÇ bu kabiliyetli talebesinin eğitimine ihtimam gösterdi. Hâlim Bey bir yandan da dîvânî derslerine başladı. 1918’de bu medreseden icâzet aldı. Eğitimine muhtelif hocalardan sülüs, nesih, tâlik, tezhib ile İsmail Hakkı Bey’den celî sülüs ve tuğra dersleri alarak devam etti. 1924’te Bâb-ı Âlî’de bir yazıhâne açtı. 1929 yılında yeni harflerin kabulüyle işleri kesildi. Mustafa Hâlim Bey bir bağ alarak üzüm yetiştirmeye başladı. Bu müddette yazdığı eserlerine; «Ketebehû Hâlim sâbıka hattat hâlen bâğıban» şeklinde imza atmıştır. 1946’lı yıllarda hüsn-i hattın yeniden revaç bulmasıyla Güzel Sanatlar Akademisi hüsn-i hat hocalığına getirildi. 1963’te yaş haddinden emekli olunca Mihrimah Sultan Medresesi’nde ömrünün sonuna kadar hüsn-i hat tâlimine devam etti. Hattat Mustafa Hâlim ÖZYAZICI, 30 Eylül 1964’te vefat etti. Kabri, Merkezefendi kabristanlığındandır.

*

Hâlim Hocanın yazıdaki sürat ve maharetine dair Hattat Hacı Kâmil AKDİK’in oğlu ressam Şeref Beyin şöyle bir hâtırası vardır:

Şeref Bey bir gün Hâlim Beyi ziyarete gider ve onu ufak bir odanın köşesinde, otuz metre uzunluğunda bir kubbe yazısını çıtır çıtır yazarken görür. Yanına yaklaşır; bakar ki hemen kubbeye yazılabilecek durumda. Ne bir düzeltme ne bir istif hatası var. Yazıya esas teşkil eden sûre-i celîle otuzuncu metrede biter. Hâlim Efendiye dair bu hâtırasını hayranlıkla anlatan Şeref Bey, ilâve olarak;

“–Babam hattattı, bu sanata karşı biraz vukûfiyetim var; fakat bir çırpıda bunu yazabileni duymadığım gibi duyana da tesadüf edilmemiştir.” der. (Hasan ÖZÖNDER, Türk Kültürü Dergisi, Ekim 1970 sayısı, s. 39)