İMTİHAN AMA NASIL?

H. Kübra ERGİN hkubraergin@hotmail.com

Zamanımızda İslâm’ı tebliğ ve irşad faaliyetlerinde karşılaşılan bir zorluk da; muhatabımızın İslâm kültürünü, dilini, literatürünü doğru olarak bilmiyor olması. Bunu ateist, deist vs. inkârcı çevrelerin ortaya attığı sorularda görebiliyoruz.

Günlük dilde kullandığımız bazı kelimeler, köken olarak Arapça olsa da zamanla Türkçede yeni bir mânâ kazanmış olabiliyor.

Kur’ân-ı Kerim’de; test etmek, yoklamalardan-denemelerden geçirmek, sınamak mânâsında kullanılan kelimeler «belâ ve fitne» kelimeleridir. Ancak bu kelimeler zaman içinde anlam daralmasına uğramış. Türkçede bugün belâ kelimesi; «musîbet, felâket» mânâsına kullanılıyor. Arapça aslında kullanım yeri çok geniş olan fitne kelimesi de «fitne çıkarmak» deyiminde kötü niyetli hareketler mânâsını düşündürüyor.

Bugün inkârcı kesimlerin kalplere şüphe atmak için;

“Allah neden kullarını imtihan ediyor? Zaten bilmiyor mu?” gibi sorularda; Allâh’ın kulları arasındaki derece farklarını ortaya çıkardığı denemeleri, kulların birbirine yaptığı imtihanlara benzetme hatası görünüyor.

İnsanlar bir üniversiteye veya memuriyete başvurunca; onlar arasında seçim yapmak için yapılan imtihanlar, niyet olarak başvuranların çoğunu elemeyi hedefliyor. Hattâ bütün namzetler çok iyi hazırlanmış olsa bile; kontenjanlar, kadrolar sınırlı olduğu için liyâkatli olan pek çoklarını bile mahrum etmek zorunda kalınıyor. Niyet elemek olunca; sorular arasında bazıları, insanı isyana sürükleyecek kadar zor oluyor. Bu zor sorular; en çok rağbet gören programlara az sayıda kişiyi seçebilmek için, namzetleri acımasızca ayıklamayı hedefliyor.

Allah Teâlâ’nın kullarını denemesi ise, bir kısmını mahrum etmeyi hedeflemiyor. Çünkü Allâh’ın mülkü geniştir, rahmeti ve keremi engindir. Eğer kullarının hepsi îmân etmiş olsaydı, hepsini cennete koyabilirdi.

Bugün insanoğlu fezâya gönderdiği kameralı cihazlarda görebiliyor ki, Allâh’ın şu fânî olarak yarattığı âlem bile çok büyük. Şu içinde yaşadığımız dünya gezegeni gibi trilyon kere trilyon gezegenlere sahip galaksiler yaratmış. Ebedî âlem ise, -Allâhu a‘lem- çok daha büyüktür.

Bir hadîs-i şerîfe göre Allâh’ın mülkü öyle büyüktür ki; Arş’ının içinde Kürsî, ve Kürsî’nin içinde yedi kat gökler ancak çöldeki halka nispetindedir. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyuruyor:

“Yâ Ebâ Zer! Yedi göğün Kürsî’ye olan nisbeti, ancak geniş düzlük bir arazide (bir çölde) bırakılmış bir halka gibidir. Arş’ın Kürsî’ye büyüklüğü / üstünlüğü ise bu geniş düzlük arazinin halkaya olan büyüklüğü, üstünlüğü gibidir.” (Beyhakî, Esmâ ve’s-Sıfat, h. no: 861-862)

Hem Allâh’ın kullarından istediği esaslar, kullar için güç yetirilemeyecek bir şey değildir. Allah Zülcelâl îmân edilecek hakikatleri hazır olarak bildirmiştir, araştırıp bulmayı emretmemiştir. Eğer herkes kendi araştırıp keşfedecek olsaydı hepsi bunu başaramayabilirlerdi. Ama îmân etmek kolaydır. Îmân ettiğin her hususu tam olarak bilmek ve anlamak da emredilmemiştir.

Allah Teâlâ emirlerine itaat isterken, herkes hikmetini anlasın diye şart koşmuyor. Kimisi hikmetini anlayarak itaat eder; kimisi de; “Allah emretmişse sevap va‘detmişse, bana düşen uymaktır. Gerisini düşünmem.” diyebilir.

Hem insanlar bir imtihan düzenleyince; kopya çekmeyi, kopya vermeyi, yardımlaşmayı yasaklıyor. Allah Teâlâ ise tam tersi; hazır uygulanacak Sünnet-i Seniyye’yi, bizzat En Sevdiği Kulu vasıtasıyla öğretiyor. O’na «üsve-i hasene» diyor; yani O’nu örnek almayı, kopya çekmeyi teşvik ediyor.

Bunun yanında Rabbimiz; kullarının birbirine emr-i bi’l-mâruf nehy-i ani’l-münker yapmasını, zor imtihanlarda yardım etmesini, maddî-mânevî himaye ile irşâd etmesini de teşvik ediyor.

Başka hususlar da var. Dünyevî imtihanlarda birkaç yanlış bir doğruyu götürürken; Allâh’ın imtihanında çoğu hususta bir doğru, birkaç günahı silebiliyor. Hattâ sadece af dileme bile, yanlışları silip hiç günah işlememiş gibi yeniden başlama fırsatı veriyor. Tevbe-i nasûh ile kendini düzelten kişiye, günahlarının silinmesinin yanında tevbe etme ve kendini düzeltme sevabı veriliyor.

Kısacası Allah, herkesin kazanmasını istiyor.

Velev ki bütün bu fırsatlara rağmen kendini düzeltememiş olsun, îmanlı bir şekilde son nefesini teslim eden kişilerin de ümidi tükenmiyor. Allâh’ın rahmetini celbeden bir iyiliği, bir güzel hâli vesilesiyle af ve şefaat ile kurtulma ihtimali bulunuyor.

Allah Teâlâ’nın tekrar tekrar tevbesini bozan ama af dilemekten de vazgeçmeyen kullarına dahi;

Kulum günah işledi ve bildi ki, günahı affeden veya günah sebebiyle muâhaze eden bir Rabbi var. Ben de onu affettim. Dilediğini yap, (tevbe ettiğin müddetçe) Ben seni affettim!” buyurduğu haber veriliyor. (Buhârî, Tevhid, 35; Müslim, Tevbe, 29)

Çünkü hiç kimsenin kötülükleri, günahları Allah Teâlâ’ya zarar veremez. Ancak insanlar birbirlerine ve kendi nefislerine zulmediyorlar. Cenâb-ı Hak, onların çoğunu ufak tefek vesilelerle temizliyor. Zaten dikkat edilirse, «fitne» kelimesinde; temizleme, arındırma mânâsı da bulunuyor.

Fitne, madeni eritip arındırma mânâsına geldiği için Arapçada kuyumculara fettan da denilirmiş. Fitneler, belâlar yani zorlu imtihanlar; kişinin ne zamandır nefsinden söküp atamadığı bazı kötü huyları ve duyguları temizliyor.

Allah -azze ve celle- bazen kulunu yanlış yoldan çevirmek için belâ kemendi atarak fazla ileri gitmesinin önüne geçiyor. Bazen de kulunu dalıp gittiği gafletten uyandırıyor.

İnsanı en çok aldatan şey, uzun emel, yani uzun bir ömrü olacağı zannıdır. Başa gelen hastalıklar, kayıplar, acılar insanı şefkat tokadıyla uyandırıyor.

Aslında belâ ve imtihan, sadece başa gelen musîbet demek değildir. Her şey, nimetler, imkânlar ve işlerin rast gitmesi de imtihandır. Mal ve evlât fitne olduğu gibi, dünya hayatının süsleri olan her türlü imkânlar da insanın îmandaki derecesini ortaya çıkaran birer denemedir.

“İnsana bir zarar dokunduğunda bize yalvarır; sonra ona katımızdan bir nimet verdiğimizde; «Bunu ancak bir bilgi sayesinde elde ettim.» der. Aksine o nimet bir (fitnedir) imtihandır ama çokları bunu bilmez.” (ez-Zümer, 49)

Bunun yanında Kur’ân-ı Kerim’de fitne kelimesi; «şeytanın vesvesesi, kâfirlerin baskı ve eziyeti, münafıkların çıkardığı iç karışıklıklar» için de kullanılır. Allah Teâlâ aslında kullarının birbirine musallat olmasını istemiyor. O yüzden kendileri için işi kolaylaştırmalarını, yani sâdıklarla beraber olarak bu yolda yardımlaşmayı emrediyor.

Elbette kullarını îman ve ihlâs bakımından imtihana çekmek, o kadar büyük bir mükâfat va‘deden Rabbimiz’in hakkıdır. Bu yüzden kullarını nefsânî duygularla mücadele etmeleri, hoşlarına gitmeyen hislere sabretmeleri hususunda imtihandan geçiriyor.

İnsanların birbiri için fitne olduğu bildiriliyor. Çünkü arasındaki derece farklarından doğan türlü münasebetler, bunlara karşı hissedilen türlü türlü duygular da insanı asıl yolundan alıkoyabilen, sarsıntıya uğratabilen zorluklardır. Hattâ bazı kulların peygamber olarak seçilmesinin, diğerlerinin ona mutâbaat etmekle emrolunmasının bile imtihan olduğu bildiriliyor:

“Senden önce gönderdiğimiz peygamberler de hiç şüphesiz yemek yerler; çarşıda, pazarda dolaşırlardı. Biz kiminizi kiminiz için imtihan vesilesi yaptık ki bakalım sabredecek misiniz! Rabbin her şeyi görüp gözetlemektedir.” (el-Furkān, 20)

Allah Teâlâ;

“Leneblüvenneküm” yani; “Sizi belâlarla sınarız, denemeye tâbî tutarız.” lâfzının geçtiği âyet-i kerîmelerde;

“Sizi deneyeceğiz ki, içinizden cihâd edenleri, zorluklara göğüs gerenleri ortaya çıkaralım ve size ait haberleri de (söz ve iddiaları) deneyerek açıklığa kavuşturalım.” (Muhammed, 31) buyuruyor.

Aslında buradaki denemeyi, bir müsabaka tertiplemeye benzetmek mümkündür. Mükâfat ve derece kazanmak isteyenler için müsabakalar bir fırsattır. Bunu fırsat olarak görmek, kuvvetli îman sahibi olanlara nasip olur. Çünkü îmânı kuvvetli olan için dünya işlerinin zâhiri, sadece nefsânî duyguları yanıltan bir tuzaktır. Nefse hoş gelmeyen o fedâkârlıklar aslında îmânı ve muhabbeti ispatlama fırsatıdır.

Herkes az veya çok imtihandan geçecektir. Allah Zülcelâl buyuruyor ki:

“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sınayacağız. Sabredenleri müjdele!” (el-Bakara, 155)

Bu âyette «korkudan, açlıktan… az bir şeyle» mânâsındaki «min» harf-i cerinin, az bir şey mânâsına geldiği bildiriliyor. Ebedî olan hayatın yanında fânî hayat az bir şey olduğu için, insanın bütün hayatı belâ ve imtihanlarla geçse bile az sayılır.

Bunun yanında herkesin imtihanı âhiretteki derecesine göredir. Belki bazı kişiler sadece oruç emrini îfâ ederken açlık imtihanı ile karşı karşıya kalacaktır. Zekâtını verirken; mallardan, ürünlerden eksilme, fakir kalma korkusunu tadacaktır.

Allâh’ın emir ve yasaklarına uymak, avam kullar için daha zor imtihanlarla karşılaşmadan îmânı ispatlama vesilesi yerine geçebilir. Havas için ise, daha büyük fedâkârlıklar yapmaya basamak olur veya büyük musîbetlerle karşılaşınca onlara karşı dayanma gücü kazanmak için bir temrin yerine geçer. Yani Allâh’ın kullarını imtihanlarla yoklayarak diri ve teyakkuzda tutması, son nefese kadar îmânını taze ve güçlü tutmasına yardımcı olur.

Kısacası;

İmtihan mefhumu, İslâm kültürü içinde mânâ kazanır. Allâh’ın kullarını imtihana çekmeye ihtiyacı yoktur, tam aksine kulların çok farklı yönlerden imtihanlarla terbiye edilmeye ihtiyacı vardır.

Ne mutlu muvaffak olanlara!..