BİR HAYAT BİN BİR SURAT

Raif KOÇAK raifkocak@gmail.com

Yaşadığımız çağı tarif edenler, kalıplaşmış bir ifade olan «iletişim çağı» tabirini kullanıyorlar. Geldiğimiz noktadan bakınca, el-hak doğru bir ifade… Tam mânâsı ile bir haberleşme çağı yaşıyoruz. Zira dünyamız küçük bir köy mesâbesine geldi, zaman ve mesafeler artık bir şey ifade etmiyor. Dünyanın öbür ucunda bulunan bir insanla; anlık konuşmak, belge ve bilgi paylaşmak basit bir hâle geldi, -deyim yerindeyse- çocuk oyuncağı oldu.

Gelişen teknoloji ve îcatlar; insanların hayatlarını kolaylaştırmak, onların hayatına kalite katmak, onların daha rahat ve müreffeh bir ömür sürmelerine yönelikse, bu insanlık için kazançtır. Lâkin bu teknolojiler; insanı gerçek hayattan koparmak, onları belli kalıplar içine sokup, nesli ve aklı ifsâd etmek için yapılıyorsa, bu hem insana hem de insanı ve kâinâtı belli bir düzen içinde yaratan Allah Teâlâ’ya karşı savaş açmak olarak telâkkî edilebilir.

Allah Teâlâ, insanoğluna sayısız imkân vermiş. Bu imkânları kullanma konusunda, insanın iradesini serbest bırakmış ve onu imtihana tâbî tutmuştur. İnsan başıboş ve amaçsız olarak yaratılmamıştır. Dünyaya bir geliş sebebi, vazifesi vardır. (Bkz. ez-Zâriyât, 56) Bu vazife gereği, yaptığı her şeyden veya yapması gerektiği hâlde yapmadığı işlerden dolayı mahşer günü Rabbine hesap verecektir.

Kırk yaşın üzerindeki nesli, bu çağın a‘rafta kalan kısmı olarak değerlendirmek mümkün. Hem bir önceki neslin yaşantısına şâhit olmuş, belli konularda yokluk ve kıtlığı yaşamış; hem de bugünkü teknolojik gelişmelerin ve yeni îcatların arz-ı endam ettiği bir döneme şâhitlik ediyorlar. Bu imkânlardan tamamını olmasa bile, büyük bir bölümünü de kullanıyor olmaları hasebiyle, geçmiş ve gelecek nesil arasında bir köprü vazifesi görüyorlar.

Bu nesil hem elektriksiz dönemi görmüş hem de şu andaki uzay teknolojilerini müşâhede edebiliyor.

Hem bayramlarda gönderilen kartpostalları veya yakınları ile haberleşmek için yazılan mektupları; hem de bugün ucu bucağı olmayan, anlık haberleşme yapmayı sağlayan sosyal medya ağlarını da görüyor ve kullanıyorlar.

Dolayısıyla her iki dönemi de kıyas edebilme şansına sahipler ve fayda-zarar hesabı yapabiliyorlar. Bugünkü neslin ise böyle bir nasibi yok. Zira teknolojinin içine doğuyorlar, onu tenkit etmek veya reddetmek gibi bir imkânları yok.

Haberleşme için kullanılan sosyal medya ağları, artık hayatımızın bir parçası hâline geldi. Onlarsız artık hiçbir iş yapamıyor, gözümüzü dahî ayıramıyor, âdeta bağımlı gibi davranıyoruz. Bu ağlarda yayılan bilgilerin güvenilirliği ise oldukça şüpheli. Yapılan bir araştırmada; yalan haberlerin gerçek haberlere nispetle, altı kat daha hızlı yayıldığı tespit edilmiş. Bu sonuç atalarımızın;

“Gerçek, pabuçlarını giymeden; yalan, dünyayı üç kez dolaşır.” sözünü hatırlatıyor. Burada;

“Biz yalan şeyler yazmıyor veya paylaşmıyoruz.” diyenler çıkabilir. Onlara da Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in;

“Her duyduğunu nakletmesi kişiye yalan olarak yeter.” (Müslim, Mukaddime, 5) hadîsini hatırlatmış olalım.

Yaygın olarak kullanılan, sosyal medya ağlarıyla ilgili dikkatimizi çeken bir nokta var ki, oraya değinmeden geçemeyeceğiz. Zira insanların haberleşmesini kolaylaştırmak için kullanılan bu ağların, tamamına yakını bedelsiz olarak hizmet veriyor. Bir reklâm uzmanından okuduğumuz şu tespitin, bu noktada önemli olduğu kanaatindeyiz.

“Bir şey ücretsiz olarak sizin kullanımınıza sunulmuşsa buradaki pazarlanan asıl ürün kesinlikle sizsiniz.” diyordu.

Burada yapılan pazarlamanın detayına filân girmeden; asıl mevzuya dönecek olursak, bu ağların insanları aslında sosyalleştirmediğini, aksine asosyal hâle getirdiğini söylemek mümkün. Bu ortamlar; insanların kendilerini gizlediği ve farklı kişiliğe büründüğü sihirli dünyalar oluşturuyor. Bulundukları hâli gizleyen insanlar; oldukları gibi değil, olmak istedikleri gibi davranmakta bir beis görmüyorlar. Hayatlarının her ânını, tozpembe bir şekilde yaşıyormuş intibâını vermek için âzamî gayret sarf ediyorlar. Böyle insanlar artık kendileri olmaktan çıkıp ya birilerini rol model kabul edip ona özenerek hayatlarını devam ettiriyor veya kendilerini takip edenlerin beğeni sopası ile yönlendirdiği hayatı yaşayarak âdeta kukla hâline gelebiliyorlar.

Dedik ya kırk yaş üstü, geçmiş ve gelecek nesil arasında bir köprü vazifesi görüyor diye. Bazı noktalarda bu köprü kurulamıyor maalesef. O neslin âşinâ olduğu değerlere göre ayıp veya kusur olan şeyler, bugün gayet normal karşılanabiliyor. Meselâ; eskiden insan bir yerde farklı, başka bir yerde farklı hareket eder ve konuşursa ona «ikiyüzlü» damgası vurulurdu. Şimdilerde bırakın iki yüzü, girdiği her ortama uyacak kişiliğe sahip insanlar türedi. Aile içinde farklı, okulda veya işyerinde farklı, arkadaş çevresinin durumuna göre farklı, akrabanın yanında farklı bir yüz ile karakterden karaktere, surattan surata geçiş yapılabiliyor.

Olduğundan farklı görünmek ve beğenilme arzusu, insanları garip kişiliklere sokabiliyor. Meselâ; insanın her gezdiği yeri, yediği yemeği veya bir mutluluğunu, tanımadığı insanlar ile paylaşması bu durumu âdeta insanların gözüne sokması, normal bir davranış değil. Böyle bir şeyin, insanın hayatına neleri getirdiğini veya neleri götürdüğünü dert eden yok. Söz buraya gelmişken; hayatlarının her ânını, bu mecrâlarda paylaşmakta bir beis görmeyenlere uyarı mahiyetinde, şu atalar sözünü hatırlatmakta fayda görüyoruz. Demişler ki:

“Her nimete mazhar olan hasede mâruz kalır.”

Bu noktada büyüklerimizin;

“Ne ki imkândır, muhakkak imtihandır.” sözünü kulağımıza küpe etmek durumundayız. Bu pencereden bakarsak; elimizdeki imkânların, bizim faydamıza mı, yoksa zararımıza mı olduğu idrak etmek daha kolay hâle gelir.

Unutmayalım! Binlerce takipçimiz veya beğenenimiz olsa da bizi asıl takip eden ve her ânımıza şâhitlik edip kaydeden iki görevli var. Günü geldiği vakit, bu şâhitlerin yazdıklarını; «Oku!» dendiği zamana hazırlık yapmak gerekir.

Rabbimiz, bizlere koyduğu ölçülere harfiyen riâyet etmeyi ve huzûruna yüz akıyla ve sâlim bir kalp ile çıkmayı nasip eylesin.

Âmîn…